En Büyük Mürşit
Değişik zamanlarda, çeşitli kimselerden yıllardır işitiyorum. Kadın-erkek, okumuş-okumamış, köylü-kentli, her yaştan insanlar, yana yakıla bir arayış içindeler. Kimi, bana diyor, bir mürşit tavsiye eder misiniz? Kimi diyar diyar dolaşıyor, kendini eğitecek, ıslah edecek, adam edecek bir mürşit arıyor. Bazıları aradıkları mürşidi bulamamanın ıstırabı içinde kahroluyorlar. Bazılarında iş neredeyse çocuk dalaşmalarına dökülüyor. Benim mürşidim senin mürşidini döver diyorlar. Şöyle bir düşünecek olsak, bu yapılan işlerin ne kadar saçma ve anlamsız olduğunu görürüz. Ayakkabı alır gibi, elbise alır gibi mürşit aranmaz ki. İş kendi hayatımıza bir renk, bir ışık, bir anlam getirebilmek. Ta ki, bir gün karşımıza gerçek bir mürşit çıktığı zaman, onu anlayabilecek, ona sevgi ve saygı duyabilecek, onu takdir edecek ve onun verdiği dersleri ne pahasına olursa olsun yerine getirecek bir ruh kıvamında olmak. Bütün mesele burada. Aksi takdirde, çabalar boşa gider. Bilinen bir gerçektir, aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz. Duyan duymayan, bilen bilmeyen iyice kulak versin, mürşit aranmaz. Biz bir eşya gibi mürşit aramaya kalkarsak, karşımıza bu işin hilebazları, hokkabazları, cambazları çıkar. Mürit, mürşidini aramaz. Mürşit, müridini arar. Bize düşen, efendi gibi, medeni bir insan gibi kendi yolumuzda saygıyla, sevgiyle, edeple, incelikle yürümek. Hepsi bu. Bu yürüyüşlerle belli bir kıvama geldiğimiz zaman, mürşit bizi arar ve bulur. Geceler çok önemlidir. Geceleri mâneviyat yolunun kervanları kalkar. Sonsuzluk kervanları...
Gidiyor, gidiyor nurdan heykeller
Ufuk önlerinde bayrak kulesi
Bu gidenler altun kol silsilesi
Ölçüden, âhenkten daha güzeller
Gidiyor, gidiyor nurdan heykeller.
Önemli olan helâl rızık kazanıp, helâlinden yiyip içmek. Temiz ve dürüst bir hayat yaşamak. Farz olan ibadetlerimizi yerine getirmek, iki günümüzü birbirine eşit yapmadan, her an daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele ulaşmaya çalışmak. Gece namazlarına kalkmak, olgunlaşmak, adam olmak, hamlıktan, çiğlikten kurtulmak, ârif, zarif, kibar, asil bir kâmil insan olabilmek. Bir de bakarız ki, o sonsuzluk kervanına biz de katılmışız. Bir güzel, bir mübârek el uzanmış, bizi çekip çıkarmış, kervana dahil etmiş. Olay bu. Yoksa sonu gelmeyen tartışmalarla, senlik benlik kavgalarıyla yola çıkanlar, sonunda hiçbir yere ulaşamazlar. Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir. Bu yol nispet, iddia, çalım, gösteriş, benlik, gurur, kibir yolu değil, edep yoludur. Tevâzu yoludur. İncelik ve zarâfet yoludur.
Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi
Gönül dostlarından biri, sabahleyin evden çıkarken şöyle diyor: “Bir toz zerresinden kendimi daha büyük görsem, ağlayarak Allah’a sığınır, af dilerim.” Varanlar, menzili maksûda ulaşanlar, hep edep ve tevâzu kapısından geçtiler. Bir Allah dostu, her sabah evden çıkarken şunları söylermiş: “Allah’ım” dermiş; “Bu şehrin en şerli, en kötü, en günahkâr insanı benim. Ya Rabbi bu şehirdeki iyilerin, mübârek insanların yüzüsuyu hürmetine beni affet. İyilerin yüzüsuyu hürmetine beni bağışla.”
Ne mutlu bizlere ki, kâinatların yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı, insanların en büyüğü, en güzeli, en yücesi olan Resulullah Efendimiz, bizim peygamberimiz. Ne kadar şükretsek az. Her an bu mensubiyetin kadrini, kıymetini bilmeli, idrâk etmeye çalışmalıyız. Peygamberimiz, Efendimiz, yüce Resulümüzü anamızdan, babamızdan, kardeşimizden, eşimizden, çocuklarımızdan ve bütün sevdiklerimizden daha büyük bir aşkla sevmeliyiz. Bütün kâinat O’nun yüzüsuyu hürmetine yaratıldı. O sadece müslümanların değil, bütün Kâinatın Efendisi, Resulü, Kurtarıcısı, Mürşidi.
Öteden beri hayret ederim. Peygamber Efendimizin gerek sözleri, gerek yaşantısı en ince nüanslarına kadar açık seçik ortada iken, bazı kimselerin kendilerine kapı kapı dolaşıp, yalvar yakar mürşit aramaları biraz tuhaf kaçmıyor mu? Pırıl pırıl güneş ışığı başucumuzda iken, aydınlanmak için mum ışığı aramak sizin de garibinize gitmiyor mu? Bu ne gaflet? Ne aradın da İslâm’da bulamadın? Rahmetli hocam Dr. Münir Derman bu gibi durumlarda “Evlâdım, seccaden sana yetmiyor mu, ne arıyorsun?” derdi. Yüce Resulümüzün bir tek Hadis-i Şerifini alalım, meselâ her zaman söylediğim örnek “Ya hayır söyle, yahut sus” Hadisi. Onu yaşayalım, ama aşkla, heyecanla yaşayalım. Günlük hayatımızda uygulayalım, ev hayatımızda, iş hayatımızda, sosyal hayatımızda... Göreceğiz ki samimiyetle, içtenlikle yaşanan, uygulanan bir tek hadis bile, hayatımıza inanılmayacak kadar renk, ışık, güzellik, estetik getirecek. Hayatı daha farklı, daha başka boyutlarıyla algılamaya başlayacağız. Ben bir tek hadisin bile, bütün nüanslarıyla yaşandığı takdirde, insanı velâyet makamına kadar götüreceğine inanıyorum. Yüce Peygamberimiz, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) sâde biz müslümaların değil, bütün evrenin, bütün insanların yol göstereni, ışık tutanı, peygamberi. Şu yaşa geldim, kesinlikle inanıyorum ki, kâinatta hiç kimse Resulullah Efendimizin önünde diz çöküp, mübârek elini öpmedikçe, ona biat etmedikçe, asla huzuru, mutluluğu, güzelliği bulamayacak, yaşama sevinci ile dolup, taşamayacak. Seviyorum, seviliyorum, güzelliğim bu yüzden diyemeyecek.
Bir söz vardır, müslüman olmayan cennete giremeyecek diye. Bazıları bunu taassupla söylenmiş bir söz gibi karşılarlar, şüpheli bir tavır takınarak, müstağni bir hava içine girerler. Oysa bu sözde, kâinatın en büyük sırrı gizli, kesinlikle taassupla ilgisi yok. Gerçeğin ta kendisi. Madem ki hayatta adam gibi yaşayabilmek için Hz. İnsan olabilmek için, mutluluklarla, güzelliklerle kucaklaşabilmek için kesinlikle İslâm’ın getirdiği kriterlere göre hareket etmemiz gerekiyor, pek tabiidir ki İslâm’ın getirdiği güzelliklere sahip olmadan, yaşama sanatında usta olamayız. Maddi ve mânevi güzellikleri bütün incelikleriyle algılayamayız. Hayret edilecek ne var? Acaba asıl taassup, İslâm’ın getirdiği o muhteşem insan, toplum ve hayat anlayışına karşı ölesiye direnmekte mi gizli? Bana göre, çağımızın asıl sorunu bu. İnsanlar Ay’a gidiyor, uzaya gidiyor, iyi güzel, fevkalâde, sadece şapka çıkarılır, takdir edilir ama aynı insanlar evde kendi eşleriyle, kendi çocuklarıyla o güzel diyaloğu kuramıyorlar. Bırakın başkalarını, kendi kendileriyle dost olamıyorlar. Ben bu büyük çelişkinin arkasında yatan gerçeğin İslâm’ın getirdiği güzelliklere sırt çevrilmesinde görüyorum. Ve asıl taassubun onlarda olduğuna inanıyorum. Ne olur gerek bizler, gerek onlar şu çok bilmişliğimizi bıraksak, ben onu okudum ukalâlıklarından uzaklaşsak, edeple, tevâzuyla, aşkla, heyecanla Peygamberimizin mübârek ellerinden öperek, onun bütün insanlığa getirdiği ezelî ve ebedî güzellikleri yaşamaya çalışsak. Aşk gelicek cümle eksikler biter diyebilsek.
Allah o aşkı cümlemize nasip etsin.
|