subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Biz ve Çocuklarımız

Çocuk sözcüğü, öteden beri içimde tatlı bir ürperiş meydana getirir. Gözlerim dalar, düşünürüm, her doğan çocukla beraber. Geleceğin büyük bir din adamı, ilim adamı, sanatçısı, komutanı, devlet adamı, devrimcisi gözlerimin önünde canlanır, heyecan­lanırım. Her doğan çocukla beraber olağanüstü bir büyüklüğün, yüceliğin, güzelliğin dünyaya adım attığını hayal ederim. Bilirim ki Cenab-ı Hak’kın her yaratışında akıl almaz ölçüde bir ihtişam vardır. Çevrede, eşde dostta gördüğüm bir doğum olayı beni günlerce, geceler boyu düşündürür. İnsan öyle büyük bir varlık ki, bir Yunus, bir Mevlâna, bir Shakespeare, bir Goethe, bir Beethoven, bir Mozart, bir Itrî, bir Dede Efendi kıyamete kadar insanlığa ışık verecekler, renk verecekler, güzellik verecekler...


Bir Yunus, bugün içinde yaşadığımız çökmüş, dejenere ol­muş uygarlığa yeniden hayat ve ruh verebilir. Her doğan ço­cukla beraber yüreğim titrer, ürperir, heyecan duyarım. Dünyaya yeni bir Yunus, yeni bir Mevlâna geldi mi diye. ResuluIlah Efendimiz: “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar” buyuruyor. Gel gör ki, günümüzde aile, okul, toplum üçlüsü el ele veriyor, o dünyaya şeref verecek, ışık verecek, aşk verecek nüveyi boğmak, yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Çevremize objektif bir gözle bakacak olursak, başarılı olduk­larını da görüyoruz. Nice aile var ki, başta anne baba olmak üzere, büyükanneler, büyükbabalar çocuğun fıtratını bozmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Okul hayatınızı şöyle bir göz­den geçirin, ilkokuldan üniversiteye kadar, hayat yolunda size rehber olacak, size ışık tutacak kaç hocanız oldu? Toplum gazetesiyle, televizyonuyla, sinemasıyla içinizdeki güzellikleri boğmak, yok etmek için ne mümkünse yapıyor. Hayatta hâlâ, dürüst kalmış, temiz kalmış, beyefendi, hanımefendi kalmış insanlar, bu boğucu, yok edici, öldürücü gidişi görüyorlar ama ellerinden ne geliyor, göz yaşından başka...


Farzedin ki, çevrenizde dünyaya gelen bir çocukta fıtratın en güzel cevheri var, neye yarar. İşte düşünen insanları, duyan, hisseden insanları kahredecek bir soru. Bugün fıtratı bozul­mamış anne babalara, öğretmen ve eğiticilere her zamankinden daha büyük bir görev düşmüyor mu? Aile içinde anne babanın öğütleri sadece lâfta kalır, yaşantıları ile örnek olmazlarsa, ço­cuk rehber olacak insanları hiç olmazsa aile içinde görmezse ne yapabilir, elinden ne gelir? Yunus:


“Bir siz dahi sizde görün


Benim bende gördüğümü” der.


İnsan yetişirken, muhakkak çevresinden güzel örnekler gör­me ihtiyacındadır. Sevgi, saygı, itimat, şefkât, yardımlaşma, edep, sabırlı ve şükürlü olmak, teslimiyet içinde yaşamak ço­cuğun çevresinde görmek ihtiyacında olduğu, yaşantı halinde algılamak istediği mânevi güzelliklerdir. Bunlar kitap sayfala­rından öğrenilemez. Annenin hamileliğini geçirdiği mekân, za­man bile çok önemlidir. Daimi kavga, gürültü, patırtı, eksi elektriğin egemen olduğu bir çevrede, anne karnındaki çocuk bunlardan haberdardır. Istırap çeker, çile çeker, ağırlığını hayat boyu omuzlarında taşır.


İnsan ruhu o kadar hassas, o kadar incedir ki, anne baba sabır, şükür, edep içinde olmadıkça, o çocuk ilerideki hayatında da mutlu, huzurlu olamaz. Günümüzde kavgasız, gürültüsüz kaç aile gördünüz? Lütfen realist olalım. Kendimizi aldatma­yalım. Her şeye “Efendim, ekonomik nedenler” diye başlayanlar, hiçbir zaman huzuru ve mutluluğu yaşayamayacak olanlardır. Bir Amerikalı psikolog diyor ki: “Bir çocuk, çocukluğunu geçirdiği günlerde yüz tane vurdulu kırdılı cinayet filmi seyretmişse, hayat boyu sağlıklı yaşayamaz.”


Sevgi ve saygı, bütün kapıları açan sihirli bir anahtardır. Sevginin ve saygının olmadığı aile çevrelerinde yetişen nice insan için, hayat başlamadan bitmiş gibidir. Hayatı; yemek odası, yatak odası, tuvalet üçgeninde geçen kimseler için diyeceğimiz yoktur, onlar yaşamayan ama yaşadıklarını sanan zavallılardır. Biz bu dünyaya yiyip içmeye, gülüp eğlenmeye, gezip tozup göbek atmaya gelmedik. Biz bu dünyaya adam olmaya geldik. Hamlıktan, çiğlikten, ilkellikten kurtulmaya geldik. Kâmil insan olmaya, ârif insan olmaya, Hazreti İnsan olmaya geldik. Çocuklarına çok küçük yaştan itibaren bu duyguları aşılamayan anne ve babalar, öğretmenler hayata karşı ihânet içindedirler. Büyük Yunus:


“Ben gelmedim dâvâ için


Benim işim sevi işi


Dostun evi gönüllerdir


Gönüller yapmaya geldim” diyor.


Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras, onlara varo­luşun amacını, yaşamanın gayesini öğretmek olmalıdır. Büyük Atatürk 23 Nisan’ı çocuk bayramı olarak bütün dünyaya ilân ederken, ne kadar yüce bir düşünceye sahipti. Çocuklarımız memleketimizin ve insanlığın geleceği için hazırlanmalı, yetiş­tirilmelidir. Çocuklarımızı sâde bugün için yetiştirmek de yet­mez... Onları gelecek zamana da hazırlamalıyız. Çünkü, öyle bir zaman gelecek ki, biz olmayacağız ama onlar yaşayacaklar.


Çocuklarını böyle yetiştiren anne babalar ve öğretmenler, her türlü takdir duygusunun ötesinde, ne güzel bir hâl için­dedirler. Şartlar müsait olmayabilir ama çocuk yetiştirmeyi bir ibadet gibi bilerek Allah’tan yardım istemek, ne güzel bir olaydır ve her şeye rağmen yüce Allah böyle kimselere yardım eder. Yalnız zamandan ve çevreden şikâyet etmek yeterli değildir. Yaşadığımız sürece, son nefesimize kadar hayat bizden bir çaba, bir gayret, bir aşk bekliyor. Peki biz ne duruyoruz? Yunus; “Aşk gelicek, cümle eksikler biter.” diyor. Bütün zorluklarına rağmen mücadeleye devam... Parolamız bu olmalı, değil mi?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]