subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Sözün Önemi ve Yunus Emre

Eskiler önce selâm, sonra kelâm derlerdi. İnsanlık kültür tarihi incelendiğinde, hemen bütün medeniyetlerde ve inanış­larda, söze büyük önem verildiği görülür. “İptida, kelâm var idi.” sözü çocukluk günlerimden beri kulaklarımda çınIar. İslâm tasavvufundaki “Söylenen söz vücut bulur.” kelâmı beni hep ürpertmiştir. Elli yıldan beri bu sözü nerede işitsem, nerede oku­sam beni titretir, heyecanlandırır. O muhteşem mânâyı her de­fasında biraz daha anlamaya, idrâk etmeye, derinliklerine in­meye çalışırım. “Hayır söyle işine, hayır gelsin başına.” ata­sözündeki sonsuz inceliği, aynı şekilde kavramaya, hissetmeye çalışırım. İnsan gerek kendi hayatına, gerek başkalarının haya­tına edeple, saygıyla bakacak olursa, bu sözlerdeki yüceliğin farkına varır, bilincine erer.


Yıllar önceydi, bir muhterem hanımefendi, acı ve ıstırap içinde şunları anlatmıştı: “Genç kızdım. Bazen karmakarışık düşünceler içinde ellerimi açar dua ederdim. Allah’ım derdim; fakültemi bitirmemi, sonra iyi bir iş bulmamı, sonra da iyi bir insanla evlenmemi nasip eyle. Eşim çok iyi, saygıdeğer, çev­resinde sevilen, sayılan, beğenilen, el üstünde tutulan, mü­kemmel bir insan olsun der ve ilâve ederdim. Allah’ım derdim, evlilikte çok mutlu olayım. Allah’ım on beş senelik mutluluk bana yeter, o kadarı kâfi. Gerçekten öyle mükemmel, ideal bir insanla evlendim ve evliliğimin on beşinci yılında eşim vefat etti, Hak’ka göçtü.” Sözü bittiği zaman ikimiz de ağlıyorduk. Bu bir örnek. Düşünülürse, daha niceleri bulunur. Binlerce örnek de versek, sonuç hep aynıdır. Bütün zamanlarda, bütün mekânlarda söy­lenen söz vücut bulmuştur, bundan sonra da öyle olacaktır.


Büyük Yunus boşuna mı söylemiş:


Söz ola kese savaşı


Söz ola kestire başı


Söz ola ağulu aşı


Yağ ile bal ide bir söz.


Eski Mevlevîler konuşurken çok dikkat ederlerdi. Kullana­cakları kelimeleri bir kuyumcu titizliği ile seçerler, aşırı hassas davranırlardı. Meselâ “ışığı yak, ışığı söndür” demezler, yakmak ve söndürmek kelimeleri insanda yangın imajı uyandırabilir diye “ışığı uyandır, ışığı dinlendir” derlerdi. Meselâ, anne odaya giri­yor, ufacık çocuk elinde çok kıymetli kristal bir vazo ile oynu­yorken, şimdiki bazı anneler gibi ne yapıyorsun, kıracaksın de­mezler, ipeksi, yumuşak bir ses tonu ile yavaşça, aman yavrum düşürmeyesin derlerdi ve vazo kırılmaktan kurtulurdu.


Zaman zaman, çevremizdeki bazı kimselerden işitiyoruz. Evin beyi bağırarak “Hanım sana kaç kere söyledim, dünyada herkes adam olur, bu çocuk adam olmaz.” der. Bu ne kadar yanlış, ne kadar kötü sonuçlar doğuracak bir tutumdur. Hep, “Söylenen söz vücut bulur.” kelâmının unutulmasıdır asıl sebep. Evlâdımız için iyi olacak dersek, onlar iyi olurlar. Kötü olacak dersek, kötü olurlar. Ne olur bugünkü insanlar da, dün­küler gibi söz söyleme konusunda daha titiz, daha dikkâtli olsa­lar. Kazancımız öyle büyük olur ki...


Peygamber Efendimizin Kütüb-ü Sitte’deki bütün hadislerini inceleyin, bir tek olumsuz söz bulamazsınız. İnsanlık kültür tarihinin en güzel, en veciz, en anlamlı sözleri, Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerifleridir. Siz hadislere karşı tavır alanları dikkâte almayın, onlar işin farkında değiller. Ben bütün dünya edebiyatını inceledim. Dünyanın en büyük ediplerinin hiçbiri Resulullah Efendimiz kadar güzel, etkileyici, anlamlı söz söyle­yemedi. Bazen birkaç kelimeden meydana gelen bir Hadis-i Şerifi yorumlamaya kalksak, nice büyük ciltler tutar. Yine de o hadisi tam açıklamış olmayız. İnsanlar bir tek “Ya hayır söyle, yahut sus.” hadisini uygulayacak olsalar, iş hayatlarında, aile hayatlarında, sosyal hayatlarında onu yaşayıp “Hâl” haline ge­tirseler, hayatlarında büyük bir devrim olur. Mânâ âleminde nice yüksek makamlara ulaşırlar. Ne olur şu “Ben onu biliyorum”, “Ben onu okudum.” ukalâlığından, çok bilmişliğinden vazge­çelim, bildiklerimizi yaşayalım, hâl haline getirelim. Şunu iyi bilelim ki, yaşanmayan bilgiler, bizi yük taşıyan hamal olmaktan kurtaramazlar. Örnekleri ortada, isim vermeyelim, siz onları benden çok daha iyi biliyorsunuz. Ancak hayata tatbik edilen, uygulanan, yaşanan bilgiler değerlidir, önemlidir, güzeldir, gerisi sadece lâftan ibarettir. Bugüne kadar hiç kimse kitap okuyarak yüzme öğrenemedi. Sadece kitabî bilgilerle kürsüye, televizyon ekranlarına çıkanların bir tek kişiyi dahi etkileyemediklerini, sa­dece kafa şişirdiklerini her gün hepimiz acı acı görüyoruz.


Tarih boyunca yaşamadıklarını söyleyenlerin ne kadar za­vallı duruma düştükleri, alay konusu oldukları, cümlenin ma­lûmudur. Bir gün bir camide Abdülkadir Geylani Hazretleri ko­nuşma yapacaktır. Ne hikmetse mübârek sultan biraz gecikir. İmam Efendi Hazret gelinceye kadar kürsüye Hazretin oğlunu çıkartır. Delikanlı küçüklüğünden beri çeşitli ilimler tahsil etmiş, sayısız kitaplar okumuş ama henüz bunları yaşayacak, “Hâl” hâline getirecek zamanı bulamamıştır. Biraz da genç çocuk ilmine mağrur hava basaraktan konuşmaya başlar. Cemaat sıkılır, bunalır. Kimi esnemeye, kimi uyumaya başlar. Sonra Hazret gelir. Kürsüye çıkar. Ey cemaat der. Sözlerime başla­madan önce hepinizden ayrı ayrı özür dilerim. Tam zamanında çıkıyordum, valideniz geldi. “Efendim” dedi. “Ocağa çorba koy­muştum, müsaade edin pişsin, size içireyim öyle gidin.” Kıra­madım, incinmesin diye bekledim, çorba pişti, içtim gecikerek geldim. Çok müteessirim. Beni affedin. Biraz önce esneyen, uyuklayan cemaat hüngür hüngür ağlamaya başlarlar. Genç adam, hayretler içindedir. Allah Allah der. Bu ne iştir. Ben o kadar ilimden, kitaplardan bahsettim, kimi esnedi, kimi uyudu. Babam, annemin pişirdiği çorbadan bahsetti, herkes ağlamaya başladı diye hayretini belirtir. Söz söylemek aynı zamanda büyük bir incelik işidir de. Büyük velî Paşa Dede Hazretleri söz söylerken son derece dikkat eder, kimseyi kırmamaya, incit­memeye özen gösterirdi. Olumsuz bir örnek verileceği zaman, kimseyi örnek göstermez, kendini gösterirdi. O, her zamanki erişilmez zarâfeti, edebi içinde konuşmasını sürdürürdü.


Yunus; “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gör­düğümü” der.


Kendi kendimiz olabilmek, mânâ ikliminde gezebilmek için, işe kelâmdan başlamak gerektiğini unutmayalım. Yunus, kendi kendisi olabilmek, mânâ güzelliğine ulaşabilmek için, kırk yıl Şeyhinin dergâhına odunun bile düzgün ve doğru olanını ge­tirdi, sükût etti. Yunus tevhide sükût ile ulaştı. Ondan sonra “Se­velim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” dedi. “Aşk ge­licek, cümle eksikler biter.” dedi ve “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.” diyerek sözlerini noktaladı.


Allah cümlemize nasip etsin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]