subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Takvâ

Takvâ, Allah’ın himayesine girmek, yasaklarından kaçmak, emirlerine koşmak suretiyle Allah’a sığınmak, azabından kork­mak, lütuflarına nail olmaya gayret etmek demektir. Kaçmak, korunmak, sakınmak, edepli ve dikkâtli olmak, uyanık olmak, ne tam bir güven, ne de tam bir ümitsizlik içinde olmak, ancak Allah’ın kanunlarına riayetle mümkündür. Takvâ yolunda iler­lemek, ancak Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Resûl’e uymakla mümkün olur. Kur’an’ın ve Resûl’ün yolunda gidenler de, güzel örnek olarak, takvâ yolunda yürümek istiyenlere faydalı olurlar. Dünyada ve âhirette huzurlu olmak istiyenler, takvâ yoluna girerek, içlerini de, dışlarını da gül haline getirirler. Kendileri gittikten sonra da, kokularını bırakırlar.


Hayat yolu çok ince. Bazen atılan yanlış bir adım, gelişi güzel, yersiz, zamansız sarfedilen bir söz, incelikten, zarâfetten, edepten uzak, kaba, nefs dolu bir davranış, bir insanın helâkine sebep olabiliyor. Varolan bir şey kaybolmuyor. Ağzımızdan çı­kan her sözün bir ilâhi teypte kaydedildiğini bilmeyenler, bir gün acı acı bu gerçeği görecekler. İnansalar da, inanmasalar da görecekler. Boşuna bu yeryüzüne gönderildiklerini sanıyorlar. Bazen T.V.’ler elli yıl önce çevrilen bir filmi gösteriyorlar. Bizler de her an, her saniye kendi filmimizi çeviriyoruz. Bir gün, her davranışımızı, iyi kötü, güzel çirkin, asil bayağı her hareketimizi, o ilâhi ekranda seyredeceğiz. Orada kendini utandıracak, küçük düşürecek, yerin dibine batıracak davranışları olmayanlara ne mutlu. Hep güzelliklerin, temiz, asil, yüce olan duygu ve dü­şüncelerin görüleceği ekran sahiplerine ne mutlu... Onlar, dün­yalarını da, âhiretlerini de cennet huzuru içinde yaşayanlar, ne güzel insanlardır. Allah, onların ellerinden öpmeyi cümlemize nasip etsin. Açık konuşalım, bugüne kadar çok denendi ve görüldü, bundan sonra da hiç şüphe yok ki, görülmeye devam edilecek. Fıtratın kanunlarına aykırı davrananlar, öyle yaşamayı kendilerine şiar edinecekler, hep hüsran içinde kalacaklar, ke­der, ıstırap, huzursuzluk ve bunalım asla, asla yanıbaşlarından ayrılmayacak. Ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yap­sınlar, eninde sonunda pişman olacaklar. Muhammedî neşeden uzak, sevgiden uzak, dostluktan uzak, varoluşun çılgın hazzını duymadan, inancın sonsuz lezzetlerini tatmadan ölüme mah­kûm olacaklar. Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Gelme, gelme üstüme, bir şifâ vermeyeceksen eğer” der. Kendi söylediklerine kendi inanmayanlar, kendi yazdıklarını kendileri uygulamayanlar, nasıl bir gaflet içinde yaşadıklarının farkındalar mı? Fikret “İnan Halûk, ezelî bir şifâdır aldanmak” diyordu. Lâf, lâf olarak kalır. Basında, radyolarda, T.V.’lerde kendileri zerresini yaşamadığı halde, bazı kutsal kelimeleri sakız gibi çiğneyen lâf ebeleri, nasıl komik durumlara düştüklerini, bir gün anlayacaklar mı acaba? Ellerinde çarşaf gibi kâğıtlara bakmadan iki söz söyleyeme­yenler, yaptıkları işin hizmet değil, sadece nefislerini tatmin olduğunu bir gün idrâk edecekler mi? İtiraz etmeyin lütfen. Sadece inancı olan, yüreği olan konuşur; o kadar. Bu dünya darılma meydanı değil, dayanma meydanıdır. Cihânın şerefi insanla, insanın kıymeti, akıl, inanç ve inancını yaşamakla an­laşılır. Beşikten mezara kadar devam eden fâni hayat, kısa bir yolculuktur. Hakikî ve uzun yolculuk, ölüm iskelesinden başlar. Bugün her şey toz duman içinde. Belirsizlik içinde. Ama yarın öyle bir gün gelecek ki, atlı kim, yaya kim ortaya çıkacaktır. Şüphe yok ki, kimsenin yaptığı yanına kalmayacak. Zerre kadar hayır ve şer işleyenler, muhakkak karşılığını göreceklerdir. İstikamet, saadet hedefine doğru yönelmek, yolun doğrusunu seçmektir. “Önce inandım de, sonra dosdoğru ol” sözündeki incelik ve derinlik, üzerinde yıllarca düşünmeyi gerektirecek yüceliktedir. EI-Maide Suresinin 35. Âyetinde “Ey imân eden­ler, AIIah’tan daima korkun ve O’na yakınlık sebeplerini araştırınız. O’nun yolunda çalışınız ki, ancak bu suretle saadete erersiniz” buyurulmaktadır. Takvânın en yüksek dere­cesi, Allah ile daimî beraberlik duygusu içinde bulunmaktır. Her an, her zamanda ve mekânda Allah ile beraber olanlar, onun zikri ile dolu olanlar için, hayat sonsuz güzellikler kazanır. Bilir ki, “Nereye bakarsa baksın, Allah’ın vechi oradadır.” Evde, işte, çarşıda, pazarda, yemek yerken, su içerken, konuşurken, susarken, okurken, yazarken, bir çiçeğe, bir böceğe, bir karın­caya, bir kelebeğe, duran bir buluta, uçan bir kuşa bakarken O’nunla beraber olanlar için, hayat bir cennet değil midir? “Siz nerede olsanız, O sizinle beraberdir” buyurulmuyor mu? “Ey imân edenler, Allah’a karşı, hakikî bir takvâ içinde bulu­nunuz ki, tam bir müslüman olarak ölesiniz.” Âyet-i Ke­rime’sini hepimizin her gün okuyarak, sonsuz mânâ derinlik­lerine, biraz daha yaklaşmamız gerekiyor.


“Allah sizin cesetlerinize, suretlerinize bakmaz; lâkin, o ancak kalplerinize nazar buyurur.” Hadis-i Şerifini ne zaman okusam heyecanlanıyorum, içim ürperiyor. Her an kalbimizi tertemiz, bembeyaz, pırıl pırıl bulundurmak, bütün nefsanî az­gınlıklardan, kinIerden, lekelerden, düşmanlıklardan, nefretler­den, hainliklerden, dedikodulardan, hasetlerden, fitne fücurdan uzak tutmamız gerektiği ne kadar güzel anlatılıyor. Evet, önemli olan, zorlukta da, bollukta da müttaki olabilmektir. En güzel rızık takvâ. Dünya ve âhiret, takvâ sahipleri için ne güzel, ne emin bir mekândır. Onlar dâimî bir Muhammedî neşe içinde, tertemiz, cıvıl cıvıI, pırıl pırıl yaşayacaklar, arınmış ve temizlenmiş olarak Hak’ka göçeceklerdir. “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyebilenler, ne güzel insanlardır. Onlar, her hâl ve davranışlarıyla, sulh, sükûn, barış, mutluluk ve gü­zellik, takvâdadır diyenlerdir. Onlar, Allah’ın sığınılacak ve da­yanılacak tek varlık olduğu inanç ve aşkı içinde yaşarlar. On­ların her âzasından ilâhi nur akar, ilâhi bir heybet taşar. Onlar, bütün varlıkların zikrini duyarlar; çünkü Hak’tan başka bir şeyi görmezler. Her şeyin döne dolaşa O’na varacağı bilinci için­dedirler. Bilirler ki, Allah her zaman ve her yerde müttakilerle beraberdir. ResuluIlah Efendimiz “Ey Muhammed ümmeti! Vallahi benim bildiğimi sizler bilseniz, pek az güler, çok ağlardınız” buyururlar. Bu dünya, yetişebilmemiz, tekâmül ede­bilmemiz için pek çok sınavların verildiği, çetin bir mekândır. Her an, her saniye çok dikkâtli, uyanık, tetikte olmamız gere­kiyor. Ölüm ötesine karşı ayarlanmak ve sonsuzluğa doğru hayırlı adımlar atabilmenin başka yolu yoktur. Hikmetin başı, Allah korkusudur. Takvâya devam edenler, Allah’ın emirlerini tutup, nehiylerinden kendilerini koruyanlar, Allah yolunda cihad edenler, Allah’ı çokça anıp, dillerini tutanlar, ya hayır söyleyip, yahut susanlar, bolluk zamanında şımarmayıp şükürlerini artı­ranlar, darlık zamanında isyana gitmeyip sabredenler, ne güzel insanlardır.


Kalpte Allah’tan gayrı ne varsa çıkarıp, onların yerini Allah’ın nûru, tecelliyatı ilâhi ile dolduranlar, ne yana bakarlarsa orada Allah’ı görenler, takvâ yolunda yürüyenlerdir. Kur’an-ı Kerim’in yüz elli yerinde takvâ geçmektedir. Müslümanlar takvâya dâvet edilmektedir. Her iki dünyada huzurun, mutluluğun, güzel yaşa­manın, yaşamaktan sonsuz bir lezzet almanın yolu, takvâdır. Takvâ ehli öyle ince, öyle zarif, öyle edepli insanlardır ki, mü­bahlardan haram gibi kaçarlar, müstehaba farz gibi sarılırlar, her nimetin O’ndan olduğunun bilinci içinde şükrederler. Takvâ sahipleri, Resûl’ün yolunun bilinci içinde şükrederler. Takvâ sahipleri, Resûl’ün yolunun gerçek yolcularıdır. Şüpheli şeye el sürmeden, nefsini ondan çekmek, takvâ alâmetlerindendir. On­lar, boş şeylerden, fazla ve lüzumsuz sözden, telâş ve endi­şeden uzak yaşarlar, sabırlı ve mûtedildirler. Onlar, ilmin sade­ce bilmek değil, yaşamak olduğunu, yaşanmayan bir ilmin insa­na yük olduğunun bilinci içinde hareket ederler. Ancak yaşanan, uygulanan ilim, insana dünyada şeref, âhirette efendilik getirir.


Hakikî dost olarak Allah kâfidir. Hakikî yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisâ Suresi, Âyet: 45)


Bu dünya, ibret almak için yaratılmıştır. Onda bulunan her şeyden ibret almak, aklın ta kendisidir. Onlar, hikmeti nerde bulurlarsa hemen alırlar. Çünkü kendi yitik mallarıdır. Allah kor­kusu, bütün hayırların başıdır. Bizi ilgilendirmeyen, dünyamıza da âhiretimize de faydası olmayan boş şeylerden, abuk sabuk söz ve davranışlardan, böylesi insanlardan uzaklaşmamız ge­rekir. Hava kirliliği diyoruz; iyi güzel de, gönüller de, kafalar da kirleniyor. Temizlenmesi, hem de âcilen temizlenmesi, arınması gerekiyor. Allah yolunda, Allah’a doğru yol almak, ne güzel yolculuktur. Şüphesiz biz AIlah’tan geldik, yine O’na döneceğiz. Fırsat bulut gibidir. Gelir geçer. Hayat da, ömür de öyle. Sular akarken, gönül testimizi dolduralım. Akıllı insan, söyleyene de­ğil, söylenene, söyletene bakandır. Soruya verilen cevap çoğa­lınca, doğru gizli kalır. Dostunu ihtiyatla sev. Olabilir ki, bir gün sana düşman olur. Düşmanınla da ihtiyatla muamelede bulun. Fazla ileri gitme. Olabilir ki, bir gün yakın dostun olur. Aç kal­mak, alçalmaktan hayırlıdır. Azı yeter bul da yüz suyu dökme, insanların solukları, ecellerine doğru attıkları adımlarıdır. Hangi gün AIlah’a isyan edilmezse, o gün bayramdır. En hayırIı azığın takvâ olduğunu bilenlere, idrâk edenlere, yaşayıp uygulayanlara ne mutlu. Allah, bizlere de nasip eder, inşallah...


Âmin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]