İnsan ve Söz
İnsanoğlu, yaşadığı hayat içinde, çeşitli vasıtalarla kendini ifade etmek ihtiyacını duymuştur. Bunların başında söz gelir. Acılar, ıstıraplar, dostluklar, sevgiler, hayal kırıklıkları, yıkılışlar, tükenişler en güzel ifade şeklini sözde bulur. Denilebilir ki, dünyada söz kadar güçlü, etkileyici başka bir duyuru aracı yoktur. Bunu en güzel anlatan Yunus olmuştur:
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ide bir söz
Bazen bir söz ile kalpler kırılır, gönüller incinir, insanlar hayata küserler. Bazen yerinde ve güzel söylenen birkaç kelime, insanı hayata bağlayabilir. Ona bir yaşama gücü, destek verebilir, hatta onu intihardan döndürebilir. Söz kadar onu söyleyiş tarzı, sesin tonu da önemlidir. Zâhirde iltifat gibi görünen ama çok sert, kaba söylenen bir söz, insanda bütün güzellikleri söndürebilir. Söz söylerken son derece dikkâtli olmamız gerekir. Bazen insan kaş yapayım derken göz çıkarır. Bazen bir cümle bir insanın, hatta bir milletin yükselip ilerlemesine neden olabilir ve tarih boyu sürebilir. Yerinde, zamanında, usulüne, âdabına göre söz söylemek, her kişinin değil, er kişinin kârıdır. Yunus bir şiirinde:
Kakımak olaydı ger,
Muhammed de kakırdı.
Vara yoğa kakırsın,
Sen derviş olamazsın, der.
Kakımak, vara yoğa itiraz etmek, her şeye karışmak anlamlarına geliyor. İnsan edebinin en güzel örnekleri, söz söylemek sanatında görülür. Büyük velî Paşa Dede Hazretleri, hayatında hiç kimseyi menfiye, negatife, olumsuza örnek diye göstermemiştir. İlle bir örnek göstermek gerekirse, mübârek sultan hep kendini örnek göstermiştir. Benim gibiler şöyle yapar, böyle yapar diye kendini öne sürmüştür. Hâlâ yüz binlerce insanın kendisine bağlı olduğu Muhammed Nûrül Arabî Hazretleri, bir sohbetinde ağzından ben kelimesi çıktı diye, lavaboya gitmiş, ağzını kırk kere yıkamıştır. Konuşma, ancak egonun, benliğin, nefsaniyetin dışına çıktığı zaman, bir anlam, bir yücelik, bir güzellik kazanır. O zaman konuşmak, tadına doyum olmayan bir estetik olayı olur. Eski bir Hint masalında, bu ne güzel anlatılır. Bir delikanlı, bir genç kıza âşık olur. Aylarca yanar yakılır, bir gün cesaret eder, kızın kapısını çalar. Kız içerden “Kim o” diye seslenir. Delikanlı, “Benim” der. Kapı açılmaz. Aylar sonra aynı durum tekrarlanır. Genç o kadar üzülür ki, intihara karar verir. Bu düşüncesini bir arkadaşına açar. Arkadaşı “Benim bir velî tanıdığım var, önce ona gidelim, fikrini alalım, sonra sen istediğini yap” der. Giderler. O zat, “Evlâdım,” der. “Kapı tabi açılmaz, ben dediğin sürece, hiçbir zaman da açılmayacak. Sen diyeceksin” der. “O zaman göreceksin bütün çileler sona erecek, bütün kapılar açılacak.” Üçüncü defa giderler, kız içeriden “Kim o” diye seslenince, genç “Sensin” der. “Önce sen, sonra sen.” Derhal kapı açılır. Kız, “Hoşgeldin, sefâlar getirdin” der. Kısa süre sonra evlenirler, vuslata ererler.
Hayat bütün alanlarında olduğu gibi, söz söyleme sanatında da nefsaniyetimizi bir kenara koymayı istiyor. İnsanlar, ben, ben sözünü işitmekten nefret ediyorlar. Şunu unutmayalım ki, biz egomuzu bir yana bırakıp, nefsimizi eğitmedikçe, müslüman etmedikçe, vara yoğa kakıdıkça bizim hayatımız en yakın bildiklerimizi bile hiç mi hiç ilgilendirmez. Mısrî Niyazi ne güzel söylüyor:
Ben sanırdım halk içinde hiç bana yâr kalmamış,
Ben beni terk eyledim, gördüm ki ağyâr kalmamış.
Hayatı bize ve karşımızdaki insana zehir eden, hep o ego, benlik, bencillik, nefsaniyet değil mi? Dikkât edelim, nefsini müslüman etmiş insanların yüz ifadeleri, bakışları, ses tonları ne kadar farklıdır. İnsan onlarla konuşurken, farkına varmadan stresIerinden kurtulduğunu, yumuşadığını, rahatladığını hisseder. Birdenbire o mekânı, huzur dolu bir hava kaplar. Artık gökyüzü daha mavi, ağaçlar daha yeşildir. Kâinat, renk ve ışıkla dolmuştur sanki. Eşlerin böyle olduğu bir evlilik hayatı, hayatın en güzel olayı değil midir? Onların elele tutuşup, birbirlerine sevgiyle, saygıyla, edeple, incelikle yaklaşmalarından daha muhteşem ne olabilir? Büyük Yunus ne güzel söylüyor:
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz.
Peki, o hâlde ne bekliyoruz?
|