subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Hadisler ve Hayatımız

Resulullah Efendimizin Hadis-i Şerifleri öyle eşi bulunmayan mücevherlerdir ki, bir tanesi bile okunup öğrenildikten sonra uygulansa, günlük hayata geçirilse, insan hayatına yepyeni bir anlam getirebilir. O insanın hayatını renkle, ışıkla, şiirle, güzel­likle, huzur ve mutlulukla ebediyen doldurabilir. Bütün nüans­larıyla, bütün incelikleriyle bir tek hadis, insan hayatında fiilen yaşandığı takdirde, o insanı velâyet makamına kadar götürür.


Günümüz insanlarına şöyle bir bakın. Uzaklara değil, en yakın çevrenize, göreceğiniz nedir? Stres, bunalım, sıkıntı, asık çehre, sıkılmış dişler, kenetlenmiş yumruklar, karmakarışık bir ifade. Soruyorsunuz, sayın kardeşim derdin nedir? Niçin sıkı­lıyorsun? Sana nasıl faydalı olabilirim? Senin için ne yapa­bilirim? Onların içinde sevdikleriniz, saydıklarınız var. Allah şa­hittir ki, her fedakârlığı yapmaya hazırsınız, ama hiçbirinden doğru dürüst bir cevap alamıyorsunuz. Bu neden böyle oluyor. Hani Hümeyra Hanım’ın meşhur bir şarkısı var. Tıpkı onun gibi.


Ya her şeyim, ya hiçim


Sorma dünyam ne biçim


Bir kördüğüm ki içim


Çözdükçe dolaşıyor.


İşte kompleks dedikleri durum. İç içe girift olmuş, birbirine geçmiş dertler, sorunlar. İşin acısı, toplumda insan ruhlarına yön verme durumunda olan psikologların, psikiyatristlerin de hastalarından pek bir farkı yok. Onlar da dert yüklü, sıkıntı yüklü, mutsuz ve huzursuz. Peygamber Efendimiz bir tek hadisi ile bu karanlık ortama ışık tutuyor, çözüm getiriyor. “Hayat atı­nın eğeri üzerinde, yumuşak ve sâkin oturun.” Bütün derbi maçlarda dikkat ederim. Hangi takım sahaya stres içinde çık­mışsa, sonunda kaybeden taraf o olur. Pek çok hastalığın kö­keninde, işte bu kördüğüm olmuş dertler ve sıkıntılar vardır.


Yakın bir akrabamızın üniversiteye giden oğlu anlattı. “Sabri Amca” dedi, “Çok istediğim halde bir türlü yüzme öğrenemi­yordum. Antalya’da, Rafet Amca beni yüzme öğretmeye gö­türdü. Dedi ki; “Anıl, eğer çok kısa bir zamanda yüzme öğ­renmek istiyorsan, kendini rahat ve yumuşak bir şekilde denizin sularına bırak. Deniz seni kaldırır. Hiçbir şey yapmazsan bile, denizin üzerinde yatağında yatıyormuşçasına durabilirsin.” İlk bunu öğrendim, arkası bir iki gün içinde kendiliğinden geldi.” İnsanlar da Anıl’ın yaptığı gibi, hayat denizinin karşısında sâkin, yumuşak bir şekilde kendilerini bıraksalar, mesele kendiliğinden halledilir. Yapabileceğimiz şeyler, elimizden gelenler apaçık or­tada. Bunu Erzurum’lu İbrahim Hakkı Hazretleri bir şiirinde ne güzel anlatıyor;


 


Mevlâ görelim neyler,


Neylerse güzel eyler.


İstediğimiz kadar endişelenelim, kaygı duyalım, bunalım içinde çırpınalım. Ne faydası var? Elimize ne geçecek, kazan­cımız ne olacak? Sadece kendimizi biraz daha üzmüş, yormuş, yıpratmış olmayacak mıyız? “Hayat atının eğeri üzerinde, yu­muşak ve sâkin oturun” Hadis-i Şerifi, bana hep ışık tuttu. Karşılaştığım bütün problemlerin hâllinde bana ışık tuttu, yol gösterdi, yardımcı oldu.


Hayat olayları öylesine iç içe, öylesine girift ki, onları iplik iplik çözmek, öze varmak, gerçek nedeni anlayabilmek için problemler karşısında kaldığımızda yaklaşımımız son derece serin kanlı olmalı, rahat olmalı, sâkin olmalı ki, işin içinden çı­kabilelim. Panik içinde verilen kararlar, bizi hep hatalı yollara götürür. Bir türlü hastalığın ilâcını bulamayız. Bir bilsek ki, ba­zen sorulan soruların cevabı kendi içindedir. Hayatta çözü­lemeyecek, halledilemeyecek hiçbir problem yoktur. Yeter ki biz soğuk kanlı olalım. Telâşa kapılmayalım. Bedbin, karamsar bir ruh hâli içine girmeyelim. Allah insanlara taşıyamayacağı yükü vermez. Biz kendimiz ön yargılarla yola çıkarsak, panik içinde kalırsak, o zaman en küçük sorunlar bile gözümüzde Ağrı Dağı gibi büyür. Yaşamak çok ince bir sanat. Nice insan sahip olduğu pek çok şeye rağmen, hayatına bir renk, bir ışık, bir güzellik getiremiyor. O çarşıda, pazarda, caddelerde gördüğünüz asık suratlı insanların niceleri pek çok şeye sahip, ama bir türlü edep içinde, sabır ve sükûnet içinde Allah’ın verdiği nimetleri de­ğerlendiremiyorlar, hep bir olumsuzluğu yaşıyorlar. Kökeninde Allah’tan uzaklık var. Peygamberi tanıyamamak, sevememek var. Peygamber Efendimiz, kâinatın en büyük, en güzel insanı ve yaşamak sanatının en muhteşem örneği. Öteden beri Hadis-i Şerifleri, yaşamak sanatının umdeleri olarak gördüm. Hangi insan ki, beş on Hadis-i Şerifi okur, öğrenir, öğrendiklerini ha­yatında yaşarsa, o dünyanın en mutlu, en huzurlu, en rahat insanlarından biri olur. Hayatından zevk alır, insanları sever, onlara saygı duyar ve onlarla beraber huzuru ve mutluluğu yudum yudum içer.


Nikâh törenlerinde, gençler birbirlerinin ayaklarına basmak için yarış ediyorlar. Sebebini soruyorsunuz. Efendim diyorlar, kim kimin ayağına basarsa evde onun sözü geçer, o üstünlük sağlar. Ne kadar zavallıca bir düşünce. Daha nikâh memurunun önünde başlayan bir savaş. Oysa batıdan gelen bu çirkinliklere yüz vermesek, aldırış etmesek daha güzel olmaz mı? Ben de kırk bir yıl önce evlendim. Dedim ki, bu evde yalnız Allah’ın ve O’nun Yüce Resulünün dedikleri olsun. Biz kim oluyoruz ki bizim dediklerimiz olacak. Huzura, mutluluğa, geçime, anlayışa ve sevgiye giden yolun kapısı, daima Allah’ın ve Peygamberinin dedikleri ile açılır. İnsanoğlu ben, ben dediği sürece, ben mer­kezli bir dünyanın sınırları içinde yaşadıkça huzuru, mutluluğu ve yaşama sevincini hiçbir zaman tadamayacaktır. Sadece nef­saniyetinin karanlık hapishanesinde azap içinde kalacaktır. Bil­mem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir. Toplumlarda se­vilen, sayılan, el üstünde tutulan insanlar, hep egolarını, ne­fislerini arka plâna atan sabır, şükür ve edep içinde yaşayan insanlardır. Nefislerinin esiri olan insanlar, muhtaç oldukları sev­gi, saygı ve ilgi ortamını hiçbir yerde bulamayacaklardır. Bir velî zat, ben demekten çok çekinirmiş, bir gün bir topluluk önünde sohbet ediyormuş. Birden kalkmış lavaboya gitmiş, ağzının içini yıkıyormuş, çalkalayıp tekrar yıkıyormuş. “Efendim, ne yapı­yorsunuz?” demişler. “Özür dilerim” demiş. “Sizleri rahatsız et­tim. Demin sohbet sırasında ben kelimesini kullandım, ağzımın içi necasetle doldu. Şimdi müsaadenizle onu temizliyorum.”


Hayatları boyunca nefsaniyetleri ile yaşayan insanlar, önce ben, sonra ben diyen insanlar, hiçbir zaman sevilmemişlerdir. Bundan sonra da sevilmeyeceklerdir. Sevgi kuşu, konmak için temiz bir dal arar. Sütü, temiz olmayan bir kapta pişirmek is­terseniz derhal kesilir: Peygamber Efendimiz, bütün Hadis-i Şe­riflerinde insanlığa pırıl pırıl bir dünya getirmiştir. Gerek kişisel yaşamda, gerek aile ve toplum boyutunda gerekli olan, lüzumlu olan ne varsa, hadislerde gösterilmiştir. Hadisleri yok saymaya çalışanlar, görmezliğe gelenler, sâde İslâm’a değil, aynı zaman­da insanlık kültürüne de en büyük kötülüğü yapıyorlar. Duyan, düşünen, seven ve hisseden insanlar, bir ömür boyu aradıkları nice güzellikleri hadislerde bulacaklar ve onları uygulayıp, ya­şadıkları oranda mesut ve bahtiyar olacaklardır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]