subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Ya Hayır Söyle, Yahut Sus

YOYAV’ın değerli başkanı Sayın İbrahim ATEŞ telefon etti ve benden yolsuzluk konusunda bir yazı yazmamı rica etti. Uzun uzun düşündüm. Önce aklıma Peygamberimizin “Ya ha­yır söyle, yahut sus” Hadis-i Şerifi geldi. Öteden beri gerek kişisel, gerek toplumsal plânda, olaylara negatif yaklaşmanın kimseye bir şey kazandırmayacağı kanaatindeyimdir. Her gün söylene söylene sakıza çevrilmiş yolsuzluk ve emsâli konuların bize, insanımıza, toplumumuza bir şey kazandıracağına kesin­likle inanmıyorum. Dergi çıkınca göreceğiz, kimse de işe yarar bir yaklaşımda bulunamayacak. Buna inanıyorum, ama yine de sevgili İbrahim ATEŞ’in hatırını kıramadım ve kalemi elime aldım.


Yol nedir? Yoldan çıkmak nedir? Yolsuzluk nedir? Önce onu görelim. Yol tektir. İslâm’ın yoludur, Allah’ın yoludur, Resulul­lah’ın yoludur. Yoldan çıkanlar, ilâhi kanunlardan, sünnetul­lahtan, sünnet-i Resul’den derece derece uzaklaşanlardır. Yol­suzluk yapanlar ise, nefislerinin kölesi olmuş, küçücük çıkarları uğruna bütün mânevi değerleri çiğneyen yaratıklardır. Topluma baktığımız zaman ne görüyoruz, tepeden tırnağa, a’dan z’ye pislik, iğrençlik, kokuşmuşluk içindeyiz. Hatır için bu satırları yazdığımdan dolayı, okurlarımdan tekrar tekrar özür diliyorum. Vebâli bu konuyu seçenlerin olsun. Lütfen bana yolsuzluğa bulaşmamış, çirkefe bulaşmamış bir tek alan, bir tek husus gösterin. Dün gece düşündüm, evime nasıl bir gıda alayım ki çağımızın rezil, kepaze buluşları, evime aldığım gıda madde­lerine bulaşmamış olsun. Etinden tavuğuna, hıyarından doma­tesine, bulgurundan mercimeğine kadar rezillik katılmamış hiç­bir gıda maddesi bulamadım. Eğer siz saf, temiz, katkısız, hilesiz bir gıda maddesi biliyorsanız, lütfen söyleyin. Size ölün­ceye kadar dua ederim.


Bu sene çilek mevsiminde, piyasaya pabuç gibi çilekler çıktı. Sorumlu bir bakan, televizyon ekranından onların reklâmını yaptı. Demek istedi ki, ben ki koskoca bir bakanım, bu rezil çileği yiyorum, siz kim oluyorsunuz da yemeyeceksiniz.


Okulların açılma mevsimi. Soruyorum sizlere, öğrencile­rinden, velilerinden en çirkin şekilde haraç almayan bir tek okul gösterin. Okul servisleri adı altında çalışanlar, resmen işi eşkı­yalığa döktüler. Ey benden yolsuzluk konusunda yazı iste­yenler, bu misâlleri sabaha kadar uzatabiliriz.


Çocukken oyun oynardık; önüm, arkam, sağım, solum sobe derdik. Şimdi de ne yana baksak yolsuzluk fışkırıyor. İsterseniz bunları burada bırakalım ve Yüce Peygamberimizin şu Hadisine kulak verelim. “Dikmek için elinize bir fidan alıp bahçeye inseniz, her yerden insanlar bağırsa kaçın, kaçın kıyamet kopuyor. Siz yine o fidanı dikin ve vakit kalırsa, dibini de sulayın.” Sanırım bütün mesele burada. Her şeye rağmen yine de tertemiz kalabilmek ve son nefesimize kadar insanlar için iyi olan, güzel olan, temiz ve asil olan her şeyi yapabilmek. Bu yolda, gerekirse sağlığımızı, gerekirse canımızı ortaya koya­bilmek. Önemli olan sabahtan akşama kadar yolsuzluk üzerine nutuklar atmak, gevezelik yapmak değil, hiç olmazsa bir karınca gibi olabilmek.


Efendim hikâyeyi bilirsiniz. Bir karınca, hızlı adımlarla yolda gidiyormuş, bir zat sorar: “Ey karınca, böyle acele acele nereye gidiyorsun?” Karınca cevap verir. “Nemrut Hz. İbrahim’i yaka­cak. Bir ateş hazırlattı, alevleri göklere yükseliyor. Ben bir yu­dum su aldım, yangını söndürmeye gidiyorum.” O zat hayretle sorar. “Sevgili karınca” der. “Bir yudum suyla o koca ateş nasıl söndürülür, buna imkân var mı?” Karınca “Ben de bir yudum su ile o ateşin sönmeyeceğini biliyorum, ama bu şartlar altında elimden gelen bu. Peki ben bunu yapıyorum iyi hoş da, sizden ne haber? Siz ne yapıyorsunuz Hz. İbrahim’i kurtarmak için?” Adam karıncanın karşısında yüzü kızarır, başını önüne eğer ve sükût eder.


Sanırım günümüzde değişen hiçbir şey yok. Gene İbrahim’in ateşi bir başka şekilde devam ediyor. Örnek mi istiyorsunuz. İşte YOYAV. İşte İbrahim ATEŞ. Herkes o ateşi söndürmek için bir yudum su götürse, ateş söner.


Büyük velî Kenan Rifaî Hz.leri diyor ki: “Önemli olan, kö­tülüğün senin sınırına geldiği zaman orada durması.”


Bir milletvekili arkadaşım anlatmıştı. Bir gün belinden ra­hatsızlanır, gitmediği doktor kalmaz, çare bulamaz. Bir dostu der ki, Belediye Hastanesi’nde çok kıymetli bir fizikçi var, ona git, muhakkak faydasını görürsün. Tedavi başlar. Bir gün tedavi sırasında hastane personelinin şöyle bir konuşmasına şahit olur. “Birazdan top atılacak, iftar için peynir ekmek alacağız, bir de çay kaynatıp içeceğiz.” Çok merak ediyorum, çayın kay­naması için belediyeden aldığımız elektriğin hesabını yarın Allah’ın huzurunda verebilecek miyiz acaba? Olayı işittiğim za­man gözyaşlarımı tutamadım. Yarabbi şu ruh asaleti, şu mânevi güzellik ne ürpertici bir olaydı. Şimdiki zamanda insanlar söze değil, davranışa bakıyorlar. Dil ile öğüt vermek kolaydır, iş fiili ile örnek olmaktır. Geçenlerde radyo dinliyordum, bir hanımefendi anlatıyordu. Kocam Bağ-Kur emeklisi, ayda şu kadar emekli maaşı alıyorum. Söylediği rakam, o kadar ama o kadar azdı ki, huzurunuzda tekrarlamaya teeddüp ederim. Sözlerine şöyle devam etti. “Allah’ım! Sana sonsuz şükürler olsun. Bana bu nimeti verdin. İki günde bir, bir şişe süt alıyorum, bir ekmek alıyorum, acıktıkça ekmeğimi süte batırarak karnımı doyuru­yorum.” Tekrar ediyordu. “Allah’ım! Sana sonsuz şükürler olsun, olmayanlara da ver Yarabbi.” Hanımın konuşması bittiği zaman gözlerim dolu dolu olmuştu.


Önemli olan, hayatta her şeye rağmen temiz, dürüst, efendi kalabilmektir. Şu şöyle, bu böyle diye başkalarının kusurlarını, ayıplarını, yedi düvele ilân edeceğimize, kendimizin minicik de olsa bir hayırın, bir güzelliğin peşinde olabilmesi, daha mertçe, daha yiğitçe bir hareket değil midir? Sanırım yarın âhiret âle­mine intikâl ettiğimizde, bizden sorulacak olan da bu değil mi­dir? Ne olur gece yatarken ellerimizi açsak, sadece anamıza, babamıza, âhirete intikâl eden akrabalarımıza değil, bütün in­sanlar için dua edebilsek. Allah’ım desek, yeryüzünde ne kadar hasta varsa, sen onlara şifâ ver, güçsüzlere derman, borçlulara edâ nasip eyle. Istırap çekenlerin sen yardımcısı ol Yarabbi, diye dua etsek. Yeryüzündeki bütün insanları, hayvanları, bit­kileri, eşya ve cemâdâtı Muhammedî bir aşkla kucaklayabilsek. Doğru yoldan ayrılmışlar için, günaha gömülmüşler için, hayır dua edebilsek ne kaybederiz.


Bugün bütün insanlar mânevi bir susuzluk içinde. Sevginin, saygının, dostluğun, kardeşliğin, arkadaşlığın, şefkâtin, iyilik ve tebessümün susuzluğu içindeler. Bağırları şahrem şahrem ya­rılmış. Milyarlarca insan, bir yudum sevgi için çıldırıyor. Tıpla ilgilenenler bilirler, bugün pek çok hastalığın sebebi, sevgiden, saygıdan, şefkâtten, ilgiden uzak yaşamaktır. Mânevi inanç, böyle zamanlarda, böyle toplumlarda en büyük şifâ kaynağı oluyor. Ondan uzak yaşayanlar perişan oluyorlar, hastalıklara yenik düşüyorlar. Eğer bu toplumda, bu çağda bir kimse:


“Madem ki okşamaz, sevmez kimseler,


Sen öp alnımdan, sen öp seccadem”


diyemiyorsa vay haline. Bugün insanlık, tarihin hiçbir döne­minde görülmediği kadar aşktan, ihlâstan, güzellikten uzak ya­şıyor. İşte bu dönemlerde yapılacak iş, oturup sabahtan akşama kadar şu hırsız, şu uğursuz, şu namussuz diye sayıp döküp, dedikodu yapmaktansa, bir hastayı ziyaret etsek, bir açı do­yursak, zeki, yetenekli bir memleket çocuğunun elinden tutup onu okutsak, bir fakir kız evlenirken çeyizine yardımcı olsak, acıdan, yalnızlıktan, ıstıraptan göz yaşı dökenlerin sıkıntılarını paylaşsak daha iyi olmaz mı? Bazen bir öksüz çocuğun başını okşamak, bir âmâya yolun bir tarafından bir tarafına geçerken yardımcı olmak, bir kimseye aklının havsalasının almayacağı kadar sevap kazandırabilir. Bizim de sırat köprüsünü geçme­mize yardımcı olabilir. Büyük Yunus “Sevelim, sevilelim, dün­ya kimseye kalmaz” diyor.


Peki biz ne bekliyoruz? Ölümün ne zaman geleceğini biliyor muyuz? İyilikleri, güzellikleri hep erteliyoruz. Çocukluk günle­rimin bir şarkısı vardı. Seyyan Hanım söylerdi, artık taş plâk­larda kaldı. “Yarın olsun, yarın olsun diye günler soluyor, neye baksam, neyi görsem bana bin dert oluyor.” Bilmem ki neden, biz de küçücük de olsa, minicik de olsa yapacağımız iyilikleri, güzellikleri, hayırları hep yarınlara erteliyoruz, hep yarın olsun, yarın olsun diyoruz, iyi güzel de yarın hayatta olacağımızı ne biliyoruz. Ah bir bilsek, bir tek tebessüm bazen bir insanı ölümden, intihardan döndürebilir, ona enerji, güç, kuvvet, ya­şama sevinci kazandırabilir. Bazen bir tek tebessüm, bütün dünyayı dolaşabilir.


Ne olur, onu bunu bırakalım da, bir hastaya, bir tas çorba götürelim. Bir gün, bir hastaneye gidelim, hiç ziyaretçisi olma­yan bir hastayı ziyaret ederek, onu sevgiyle, saygıyla, Allah rı­zası için selâmlayalım, hatırını soralım. Çocukken babaannem derdi ki “Yavrum ne verirsen elinle, o gider seninle.” Önemli olan yapılan hayırların, iyiliklerin, güzelliklerin azlığı veya çok­luğu değil, onların Allah rızası için yapılıp yapılmadığıdır. Haydi bizler de el ele verelim ve Yunus gibi söyleyelim:


Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım,


Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz


Hepinize sonsuz sevgiler, saygılar…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]