subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Yönetimin İncelikleri

Tarih boyunca yönetim için neler denmemiş ki... Kimi insan, yönetim bir bilimdir derken, bazıları onun bir sanat olduğunu söylemişler, her düşünür kendi kişisel düşüncesine göre yöne­timin ayrı bir tarifini yapmıştır. Ortada bir gerçek var. Yönetimin çok zor, çok çetin, çok ince bir iş olduğu. Her toplumun kendine özgü ayrı bir yapısı, ayrı şartları var. Herhalde yönetim, bir toplumun kendi imkânları ile, o gün insanlığın eriştiği uygarlık çizgisi içinde, en iyi, en güzel idare edilebilmesidir diyebiliriz. İyi bir devlet adamı olmak, herhalde iyi bir bilim adamı olmak, iyi bir sanat adamı olmaktan çok daha zordur. Günümüzdeki örnek­lerine bakarak rahatça diyebiliriz ki; insanı tanımayan, kendi toplumunu tanımayan, o toplumun kendine özgü iç dinamiklerini göremeyen, o insanların inanışından, ruh dünyasından uzak insanlar, nasıl iyi bir yönetici olabilirler? O toplumun insanla­rının, uğrunda hiç çekinmeden, gözlerini bile kırpmadan canla­rını verebildikleri mânevi değerlere sırt çevirmek, hayatı bo­yunca o güzellikleri bir gün bile yaşamamış, onları düşünmek­ten, idrâk etmekten dahi uzak insanlar, nasıl o toplumu gerektiği şekilde idare edebilir, ona yön verebilir, onu iyiye, doğruya, gü­zele götürebilir? Tarih bunun nice örnekleriyle dolu.


Günümüzde de bu gerçeği acı acı görüyor, ibretle, hayretle seyrediyoruz. İddiacı olmak kolay, benim demek kolay, iri iri nutuklar atmak kolay ama gerçek devlet adamı olmak, çok ama çok zordur. Belki toplumun bazı kesimleri, yalanla dolanla bir süre kandırılabilir, aldatılabilir, yanlış yerlere götürülebilir ama bunu ilelebet sürdürmek imkânsızdır.


Bir kimse, akıntıya karşı ne kadar yüzebilir, dayanabilir. Güneşi balçıkla sıvamak isteyenler, hem kendilerini aldatmış, hem de toplumlarına ihânet etmiş olmazlar mı? Birinci Cihan Harbi’nden yenik çıkmış, ordusu dağılmış, maliyesi perişan ol­muş, düşman donanmalarının topları saraya doğru çevrilmiş bir toplum düşünün. İnsanlar panik içinde... Her kafadan bir ses çıkıyor... Kimi diyor ki Amerikan mandasından başka çare yok, kimileri diyor ki hayır, Amerikan mandası değil, en iyisi İngiliz mandası. Ölümlerden ölüm seçer gibi bir durum karşısındayız. İşte “O ahvâl ve şerait altında” Mustafa Kemal isimli bir dâhi çıkıyor. Hayır diyor, masaya yumruğunu vuruyor. Bu millet esir edilemez. Türk Milleti ilelebet hür ve müstakil yaşayacaktır. İnanan insanları, içleri vatan sevgisiyle, aşkla, heyecanla dolu insanları, Türk Milletini kurtarmaya dâvet ediyor. Bu inanç dolu, aşk dolu, cesaret dolu insan, büyük mücadelesine başlıyor. Aynı ulvî ürpertiyi duyanlar, akın akın onun çevresinde top­lanmaya başlıyorlar. Ve bir gün bakıyoruz ki, o aşk ve heye­candan, adına Türkiye Cumhuriyeti denen, nur topu gibi bir ço­cuk doğuyor. Bugün acı acı görüyoruz ki, toplumlardan her zaman yeni Mustafa Kemal’ler çıkmıyor. Bazı kimseler, onun eserine ihânet için adeta yarışa giriyorlar.


Bilgi, kültür, görgü, hayat tecrübesi, sezgi, fevkalâde bir taktik ve stratejiye sahip, geleceği görebilen, yakın ve uzak tehlikelerin bilincine varabilen insanlar, ne yazık ki kolay kolay yetişmiyor. Topluma o anda sahip olan egemen güçler, böyle kimselerin çıkmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Kendi kendilerine aydın, uygar, ilerici ismini takan bazı yaratıklar, o egemen güçlerin önünde perende atmak için fırsat kolluyorlar. Atatürk’ün tabiriyle “Gaflet, dalâlet, ihânet” içinde olan bu in­sanlar, güneşi ne kadar süre balçıkla sıvayabilecekler. Eğer bir toplum, yaşama gücü ve iradesi içindeyse, eninde sonunda bu hokkabazları, hilebazları, vurdumduymazları aşacak, milletin ağlayan, ıstırap çeken, çile çeken gerçek insanları ile beraber bağımsızlığa, özgürlüğe, onurlu bir yaşama doğru gidecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Türk Milletini hakir görenler, tepeden bakıp küçümseyenler daima aldanmışlar, hata etmiş­lerdir. Mübârek Anadolu toprağının altı da, üstü de evliyâ ile doludur. Lütfen dikkât buyurun, gelişi güzel konuşmuyorum, edebiyat yapmıyorum, sözlerime Allah’ı ve Peygamber’i şahit olarak gösteriyorum. Önümüzdeki fersudeleşmiş, özünü ve aş­kını kaybetmiş, yıpranmış, yozlaşmış örneklere bakarak, artık bu iş bitti, yapacak bir şey kalmadı diyenler, her zaman olduğu gibi yine yanılacaklar, avuçlarını yalayacaklardır. Pırıl pırıl bir nesil geliyor. Kafaları ilimle dolu, müspet düşüncelerle dolu, yürekleri aşkla, imanla, heyecanla dolu, yepyeni bir genç kuşak geliyor. Onlar, önlerindeki bütün engelleri aşacaklar, bütün ma­yınları patlatacaklar, bütün zincirleri parça parça yapacaklardır. Fuhuş albümü gazeteleriyle, rezil televizyon programlarıyla, öl­dürücü, uyuşturucu, yaşama gücünü yok eden arabesk müzik­leriyle bu gençliğin önünü durduramayacaklardır. Onlar, tıpkı Namık Kemal gibi “Dönersem kahpeyim, millet yolunda bir azimetten” diyerek milletimizi lâyık olduğu çağdaş, onurlu, te­miz bir hayata götüreceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Önce o gençlerin alınlarından, sonra ellerinden öperek, onları sevgiyle, saygıyla selâmlıyorum. Yolları açık, gazâları mübârek olsun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]