subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Sevgiden Uzak İnsanlar

Teneffüs zili çalmıştı. Hande bahçeye çıktı. Fakülte bahçe­sindeki bankın üzerine oturdu. Biraz sonra bir arı geldi, sol elinin üzerine kondu. Hande hassas, ince ruhlu, kültürlü, akıllı bir kız­dı. Doğayı çok seviyordu. Arının eline konmasıyla ne korktu, ne heyecanlandı; sadece arıya hitaben yumuşak bir ses tonuyla “Hoşgeldin sevgili arı” dedi. “Nasılsın?” Bir arkadaşı karşısında oturuyordu, seslendi. “Hande” dedi. “Kov o arıyı, şimdi seni so­kar.” Hande, hayır anlamına gelen bir haraketle başını salladı. Sonra diğer elinin işaret parmağıyla çok yavaş ve yumuşak bir şekilde arının sırtını okşamaya başladı. Arı bundan memnun olmuştu, bir süre sonra da Hande’nin elinin üzerini yumuşak bir hareketle, bir ayağı ile okşamaya başladı. Bir süre sonra derse giriş zili çaldı. Hande arıya hitaben “Sevgili arı, müsaadenle ben derse giriyorum, sonra yine görüşelim olur mu?” dedi ve ya­vaşça ayağa kalktı. O sırada arı da kavisler çizerek uzaklaştı.


Bir toplantıda, Hande kızımız o yumuşak ses tonu ile bu öyküyü anlattı. Aradan kaç ay geçti, bilmiyorum; ama sürekli olarak aklıma geliyor bu husus. Düşünüyorum, sevgi olayının sadece insanlar arasında değil, bütün kâinata yaygın bir duygu olduğuna bütün kalbimle inanıyorum. Sevgi, insanın yaratılış sebebi, varoluşun özü, yaratılan her zerrede etkileri görülen bir muhteşem olay.


Bir büyük velî ne güzel söylüyor: “Nerede sevgi, orada Allah” İki cihan serveri, Kâinatın Efendisi, bütün insanların en büyüğü, en güzeli, en yücesi olan Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde; “Eğer bir insana karşı sevgi ve saygı duyduysanız, fazla vakit geçirmeden bir an önce gidin, o zata karşı duyduklarınızı söyleyin, yarına bırakmayın, zira yarın, iki taraftan biri için çok geç olabilir.” buyuruyor. İçinde yaşadığımız çağa ve toplumun sorunlarına tarafsız, objektif bir gözle bakacak olursak, en büyük eksikliğimizin sevgi olduğunu görürüz... Bugün istatistiklere bakıldığında, gerek yurdumuzda, gerek bütün dünyada sigara, içki, uyuşturucu kullanımının git­tikçe arttığını görüyoruz. Sigara ile mücadele eden birçok der­nek var. Başta Yeşilay olmak üzere birçok dernek, içki ve uyuş­turucu ile mücadele ediyor, ellerinden geleni yapıyorlar. Ama netice ne oluyor? Emniyetimizin fedakâr mensupları, uyuşturucu satanlarla mücadele ederken, bazen hayatlarını bile ortaya koyuyorlar, ne değişiyor? Hiçbir şey. Sebep? Önemli olan bu sebebi veya sebepleri bulabilmek. Neden insanlar sigaranın, içkinin ve özellikle uyuşturucunun böylesine esiri oluyorlar?


Bir psikolog, bir sosyolog, bir tıp mensubu gözüyle olay incelenecek olursa, bugün dünyaya ve Türkiye’ye egemen olan havanın, insan fıtratı ile, insanın doğal yaratılışı ile bağdaş­madığını görüyoruz. Alabildiğine katı, ham, çiğ bir materyalizm. Paranın, malın, çılgınca tüketimin her şeye hâkim oluşu. Pekçok ailede bugün sohbet bile unutuldu. Yüreklere hâkim olan kor­kunç bir para hırsı. Malın ve paranın nice çevrelerde bir mabut haline getirilişi... Mânevi değerlerin süratle artan bir tempoyla yıkılışı, tükenişi. Bu korkunç, dehşet verici hayat gerçekleri kar­şısında, insanların başlangıçta sahip oldukları tertemiz duygu­larının, inanışlarının, düşüncelerinin berhava oluşu... Her şeyini kaybetmiş bir insan, iyi, güzel, temiz adına, bütün güzelliklerden uzaklaştırılmış bir insan, başka ne yapacak sanıyorsunuz? Ba­na göre çağın en önemli sorunu budur. Gerisi lâfı güzâf. So­ruyorum sizlere, insanların asıl muhtaç oldukları, fıtratlarına uy­gun, sevgi dolu, hoşgörü ve anlayış dolu hava, bugün kaç ailede, kaç işyerinde mevcut? Nasıl aradığı oksijeni bulamayan bir insan sıkıntı içinde kalır, hastalanır ölürse, bugünkü insanlık da öyle. Nûr içinde yatsın, rahmetli şair Mehmet Akif ne güzel özetlemiş: “Nazarlardan taşan mânâ ibâdullahı istihkâr.” Te­levizyon ekranına çıkıp, biz şöyle dövizler hazırladık, böyle el ilânları dağıttık demek, boy göstermekten, kendinin ve derne­ğinin reklâmını yapmaktan başka bir işe yaramaz.


Necip Fazıl ne güzel söylüyor: “Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.” İnsan, ruhunun asıl desteğini, ancak ve ancak sevgi dolu, şefkât ve merhamet dolu, hoşgörü dolu bir ortamda bulabilir. Yazımızın başında Hande’nin hikâyesini oku­yup da burun kıvırıp geçme, senin gibilerini çok gördük. Bir gün gelip de, en yakın bildiklerin tarafından kapının önüne konur­san, hiç hayret etme. Eskiden bir tane Nemrut, bir tane Firavun varmış; şimdi günümüzde Nemrutlar ve Firavunlar öyle çoğaldı ki. İnsan ruhunun asıl istediği, özlediği ve beklediği yalansız, riyâsız, menfaatsiz, tertemiz bir sevgidir. Onu bulamayanlar, mevki, makam ve rütbeyle, para, mal ve araba ile bulmaya ça­lışanlar, sonsuz bir hüsran içinde yaşayacaklar, sonunda avuç­larını yalayacaklar. Büyük Yunus ne güzel söylüyor:


Ben gelmedim dava için,


Benim işim sevi işi,


Dostun evi gönüllerdir,


Gönüller yapmaya geldim.


Bir başka şiirinde, anlatır, anlatır da sonunda: “Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” der.


Hiçbir karşılık ve menfaat beklemeksizin, sadece Allah rızası kazanmak için, peygamber sevgisini kazanmak için bir gönüle girenlere ne mutlu...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]