Yaşama Sanatının Mihenk Taşları
Efendim, insanoğlu dünyaya geliyor, bir süre yaşıyor, vakti saati gelince mânâ alemine göç ediyor. Önemli olan ömrün uzunluğu, kısalığı değil, yaşadığı süre içinde insan onuruna lâyık bir hayat sürebilmek. İşte ben buna yaşama sanatı diyorum. Yaşama sanatının parayla, pulla, malla, mülkle, rütbeyle, şan ve şöhretle hiçbir alâkası yok. O bambaşka bir şey. Peki nedir onun unsurları? Ben bunu üç noktada topluyorum: Sevgi, saygı ve hoşgörü. Ama bu birçok insanın yaptığı gibi lafta kalan, sahte, sûni, samimiyetsiz, yüreksiz, gerçeksiz bir sevgi, saygı ve hoşgörü değil. Günümüz insanları bunun hep edebiyatını yapıyorlar. İş lafa gelince onların taş kesilen kalplerinde sevginin, saygının, hoşgörünün zerresi görülmüyor. Bu geri zekâlılar kimi kandırdıklarını sanıyorlar. En büyük Türk hikâyecisi Sait Faik Abasıyanık, bir hikâyesinde şöyle der, “Her şey bir insanı sevmekle başlar.” Önemli olan o bir insanda başlayan sevginin denize atılan bir taşın dalga dalga büyümesi gibi, yeryüzündeki tek istisna olmadan bütün insanlara, bütün hayvanlara, bütün bitkilere, bütün eşya ve cemâdata ulaşabilmesidir. Sevgi, vâroluşun, yaratılışın en büyük sırrıdır. İnsan sevdiği ve sevildiği sürece vardır, yaşıyordur. Hem de renk ve ışık içinde yaşıyordur. Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu, “İnsan âlemde insanları sevdiği müddetçe yaşar.” diyor. Sevmeden sevilmeden yaşayan insanların yaşayan bir ölüden ne farkları vardır. Sevgiyle bakır altınlaşır, sevgiyle geceler nurla dolar, sevgiyle etrafımızı hep melekler sarar. Rahatça, “Nerede sevgi, orada Allah” diyebiliriz. Sevgisiz geçen bir ömür nafiledir. Böyle bir yaşantıyla insan en büyük zararı kendisine verir. “Seviyoruz, seviliyoruz güzelliğimiz bu yüzden.” diyen insanlar ne mutlu, ne güzel, ne hoş insanlardır. İnsanoğlu hayatta yalnız sevdiği ve sevildiği zaman tekâmül edebilir. “Sevmek devam eden en güzel huyum.” diyebilenler ne mübârek insanlardır.
Çevrenize dikkat edin nerede sıkıntılı, rahatsız, bunalımlı, kompleksli insanlar görürseniz bilin ki onların hepsi sevgi susuzluğu içindedirler. Sevilmemenin ıstırabını yaşıyorlardır. Zâhiri hiçbir şey onlardaki bu ıstırabı dindiremez. Onlar ruhen de tekâmül edemezler. Belki zengin olurlar, belki makam, mevki sahibi olurlar ama asla olgun, kâmil bir insan olamazlar.
Sevgiden sonra saygı gelir. Sevgi ile saygı at başı giderse o sevgi ebediyyen devam eder. Saygının olmadığı bir sevgi kendini ve başkalarını kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Saygının temelinde edep vardır, incelik vardır, zarafet vardır, kibarlık ve asâlet vardır. Saygısız sevgiler bir aldatmacadan, bir hicaptan başka bir şey değildirler. Madem ki, “Her zerreden zikreden Allah’tır.” diyoruz o halde kâinattaki bütün mevcudata, insan, hayvan, bitki, eşyaya saygı göstermeye mecburuz. Kalplerinde saygı olmayan insanlar, kendi zamanının firavunu olmaktan bir adım öteye geçemezler. Bir gün oturmuş, masada kitabımı okuyordum. Birden telefon çaldı, yetişeyim derken aceleyle kalkmak istedim, ayağım masanın bacağına çarptı. Çok üzülmüştüm. Telefon konuşması bittikten sonra masanın bacağına gittim, onu öptüm, onu okşadım ve özür diledim. Eminim, bu satırları okurken gülecekler çıkacak. Varsın gülsünler. Ben onlara bir noktayı hatırlatmak isterim. Biz ilkokulda okurken, “Cisimler canlı ve cansız olmak üzere ikiye ayrılır.” şeklinde öğretmişlerdi. Biz ilkokul beşteyken atom parçalandı, atom bombası yapıldı, Hiroşima ve Nagazaki’ye atıldı. Japonya çökertildi. O zaman anlaşıldı ki cansız cisim diye bir şey yokmuş. Her atomun içinde nötron, proton ve elektronlar Mevlevi dervişleri gibi fırıl fırıl dönüyorlar. Yunus Emre bir şiirinde, “Hiç kimse bilmez bizi biz ne işin içindeyiz.” diyor. İnsan kâinatın en büyük sırrıdır. Hiç kimse Resulullah Efendimize gelinceye kadar bu sırrı çözemedi. Bu sır, insanlık tarihi boyunca dinin, bilimin, felsefenin,güzel sanatların meşguliyet alanında çözülmeye çalışıldı. Ama hep bir bilinmeyenden, başka bir bilinmeyene doğru yol alındı. O sırrı çözdük sananlar hüsrana uğradılar. Ne zaman Kâinatın Efendisi Resulullah Efendimiz geldi, dünyanın gidişi zulmetten nura döndü. Bakın şu dünyanın haline; savaşlar, kavgalar, sonu gelmeyen tartışmalar, ithamlar, terörler, biri bitmeden biri çıkan nice olaylar. İnsanlık âlemini bu çirkin, bu kirli, bu tehlikeli gidişattan ancak ve ancak Resulullah Efendimiz kurtarabilir. Ama ne yazık ki, günümüzde gerçek mânâda sade İslâm’ın dışındakilerin değil, İslâm’a dâhil olanların da o nurlu yoldan ne kadar uzak oldukları ortada.
Sevgi ve saygıyı tamamlayan üçüncü unsur hoşgörüdür. Hoşgörü olmadan ne sevgi olur, ne saygı. Ancak bu üç unsur el ele verdiği zaman bütün kâinat pırıl pırıl aydınlık bir nura dönüşecektir. Allah bu güzellikleri lâyıkıyla yaşayabilmeyi cümlemize nasip etsin.
|