subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIII                                                                   Sabri Tandoğan

 

Bir Tebessüm Bütün Dünyayı Dolaşır I

(Evrenin bütünlüğünden ve her şeyin birbirinden etkilendiğinden, birbirine bağlı olduğundan konuşuluyor, Sayın Büyüğümüz söze başlıyor)


Sabri Tandoğan: Bir televizyon konuşmasında demişim ki, “Bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır”. Telefon çaldı, tanımadığım bir ses, “Ben Psikolog Suna Tanaltay, İstanbul’dan telefon ediyorum, sizin bir cümlenizi duydum, o kadar hoşuma gitti ki, müsaade ederseniz bu cümleyi yazılarımda, konuşmalarımda kullanabilir miyim?” dedi. “Tabii hanımefendi, şeref verirsiniz.” dedim. Hakikaten yavrum, ince ince hesap edecek olursak, bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır. Ondan ona, ondan ona, ondan ona...


Birinin gönlünü kıralım, kalbini incitelim, ne oluyor biliyor musun yavrum? Biraz sonra biz de içimizde bir sıkıntı duyuyoruz. Bana kimse bir şey demedi, kimse bir şey yapmadı. Bu içimdeki sıkıntı nedir?


Biz birinin kalbini kırdığımız zaman, Allah da bizim kalbimizi kırıyor yavrum.


Efendim müsaade ederseniz bu konuyla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Askerdeyken yaşadığım bir olay. Ben komutanın hemen karşısındaki odada kalıyordum. Çaycımız vardı, bir sebepten dolayı haksız yere kızdım ona. Aradan iki dakika geçti, komutan beni çağırdı. O da aynı şekilde hiçbir suçum yokken beni azarladı. Tam iki dakika sonra efendim. (Sayın Büyüğümüz gülerek) Faturasını ödettiler. Öyle yavrum, hayat öyle… Şimdi insanlar aradaki illiyet rabıtasını kuramıyor. “Bu ne biçim subay, ben ne yaptım da beni azarladı.” gibi sözler söylüyor. Bunlar hep birbirine bağlı.


Meselâ, hepiniz geçen sene televizyonlarda gördünüz. Gazetelerde okudunuz. Bir profesör annenin kızı, kurbanlık koyun gibi annesinin boğazını kesti. Bir hukukçu olarak merak ettim, inceledim, araştırdım. Annesine sert çıkabilir, bağırabilir, küsebilir. Fakat annenin boğazını kesmek o güne kadar hiç duymadığım, görmediğim bir olaydı. Meğer bu profesör hanım hiç eviyle, çocuklarıyla ilgilenmezmiş. Onların üzüntüleri, sıkıntıları, ıstırapları, gözyaşları hiç bu anneyi ilgilendirmemiş. Onun aklı fikri kariyerindeymiş. “Doçent olacağım, ondan sonra profesör olacağım...” Çocuk da hep buna içlenirmiş. “Annem, benim hiçbir ıstırabımı dinlemiyor, ortak olmuyor, yardımcı olmuyor.” İçine ata, ata, ata bu sefer intikam almak yoluna gitmiş. Gitmiş mutfaktan bıçak almış, onunla annesinin boğazını kesmiş.


Ne televizyonda, ne gazetede böyle bir şey göremezsiniz, bulamazsınız. Bu da benim dedektifliğim. Her şey karşılığını buluyor. Şimdi meselâ şu (garson) arkadaşımız eksik olmasın, orada bekliyor, bize yardımcı olmak için. Ben ona kabaca seslenirsem ne olur? Yarına varmadan birisi de gelir bana kabaca seslenir. Çünkü bunun bir kabahati yok ki. Onun için biz son nefesimizi verinceye kadar büyük-küçük, genç-ihtiyar, erkek-kadın demeden herkese son derece saygılı bir şekilde muamele edelim. Meselâ ben Danıştay’dan ayrılalı on iki sene oldu. İçinizde de dedektiflik yapmak isteyen varsa, gitsin Danıştay’daki odacılara sorsun. Desin ki, “Sabri Bey size nasıl davranırdı?” Hepsinden alacağınız cevap şudur: “Sabri Bey bize, biz bir hükümdarmışız gibi davranırdı.” Ne kaybettim? Hepsi beni severdi, hepsi bana hizmet etmek için çırpınırdı. Bir çay isterdim, kaç kişi çay getirirdi. Hayat böyle yavrum… Meselâ ben evlendim, Rânâ Hanım ile kırk dört yıl evli kaldım. Ben hâkimdim, o savcıydı. Bir kere ben Rânâ’nın önünde ayak ayaküstüne atarak oturmadım. Hürmetimden. Bir kere ben Rânâ’ya, “Git bana bir su getir.” demedim. Kalkar kendim içerdim, gelirken de elimde bir bardak su, “Rânâcım, su içer misin?” derdim. Ne kaybettim? Buna mukabil işte, bizim aile hayatımızı tanıyanlar var içinizde, onlara sorun, Rânâ da bana her zaman bir hükümdara hitap eder gibi hitap etti, bir krala davranır gibi davrandı. Karşılıklı sevgi, saygı ile kırk dört yılımız bitti. Rânâ’yı Karşıyaka Mezarlığı’na defnettim. Onun yanında kendime de yer yaptırdım. Aklınızda olsun, taşımı bile koydum, bir taşın üstü yazılacak, o kadar. Ama Rânâ’nın yanında. Aman beni başka yere gömmeyin sonra o tarafta davacı olurum. Mesele bu işte yavrum. Şimdi burada, şu mübarek sofrada toplandık, şu mübarek insanlar bize yardım etmek için çırpınacaklar. Biz niye onların kalbini kıralım, niye onlara kaba davranalım, var bir sebep? Davranırsak ne olur, tokat gelir arkadaş. En fazla bir gün iki gün arayla tokat gelir. Hem de hiç ummadığın bir kimseden. Onun için aman dikkat edelim hayat yolunda, herkese, ama herkese bir hükümdar gibi muamele edelim. Diyeceksiniz ki “İyi ama babacığım herkes buna lâyık mı?” Lâyık olsun olmasın, biz edelim.


Efendim, başımıza gelen kötü bir olayda hep şöyle mi düşünmeliyiz: Eğer başımıza böyle bir olay geldiyse, biz daha önceden kesinlikle bu olayı hak edecek bir davranış içinde bulunmuşuzdur?


Sabri Tandoğan: Tabii yavrum. Faturasını ödüyoruz.


Efendim, olayın ne olduğunu da düşünelim mi?


Sabri Tandoğan: Sana bir şey diyeyim mi yavrum, düşünme. Yani düşüncelerimiz daima pozitif olsun. O arada, onu tespit edelim derken bazılarının günahını alabiliriz. Hiç düşünme yavrum.


Efendim, Gönül Sohbetleri 6.Ciltteki “Öğretmen Leman Hanım” başlıklı yazınız da yaptığımız her hareketin, bir gün karşılığını bulacağımıza dair, insanı tefekküre yönlendiren, bu konu ile alâkalı bir örnek. O yazınızı okudukça, hep daha edepli, dikkatli olmamız gerektiğinin bilincine varıyor insan.


Sabri Tandoğan: Hayatta öyle görünmeyen manevî iplikler var ki, hani “Ben yaparım, ben ederim, ben söylerim.” dedirtmiyorlar adama, tokat geliveriyor. Nereden geliyor? İlahi bir menşeden geliyor. Onun için o tokada muhatap olmamak için biz herkese karşı saygılı olalım, herkese karşı iyi muamele edelim ki bize de sonunda bir fatura ödetmesinler. Fatura ödemek zor…


Efendim, Yaptığı bir hatadan sonra fatura ödememek için ne yapması gerekiyor insanın? Veya o fatura kesinlikle ödenecek mi?


Sabri Tandoğan: Yavrum eğer hemen o sıralar farkına varırsa yapılacak iş, beş yaşında bir çocuk da olsa, yüz beş yaşında bir yaşlı da olsa gidip ondan özür dilemek, af dilemek, onun gönlünü almak için, minicik de olsa ona bir hediye almak, bu şekilde bir telafi yoluna gitmek lâzım. Eğer ölmüşse o şahıs, o şahsın ruhaniyetinden özür dilemek lâzım. Meselâ bir kimsenin kalbini kırdın, ama aradan yıllar geçtikten sonra bunun farkına vardın. O zaman ruhaniyetinden özür dileyeceksin. Diyeceksin ki bu özür dilemeyi o anlar mı? Anlar yavrum, anlar. Bizler ölümün bir yokluk olmadığına inanan insanlarız. Yunus Emre diyor ki:


 “Ölümden ne korkarsın


Korkma ebedi varsın”


Ölüm, mekân değiştirme; şimdi bu odada oturuyorsun, biraz sonra başka bir odaya geçiyorsun. Ölüm, işte bu yavrum. Ölüm diye bir şey yok. Ölüm yokluk değildir. Bu dünyada temiz, güzel bir hayat yaşadıysak, orada huzur, rahat içinde olacağız. Eğer bu dünyada kimisi parasına güvenip, kimsi mevkii makamına, rütbesine güvenip haddini aştıysa, muhakkak orada onun hesabını verecek. Kim olursa olsun. İyisi mi biz burada hesabımızı verelim.


—Efendim Allah şehitlerden bile kul hakkını soruyor mu?


Sabri Tandoğan: Soruyor. Şehitten bile kul hakkı düşmüyor. “Efendim benim borcum var Ahmet’e ama ben vatanım için şehit düştüm.” Tamam” diyorlar melekler ona, “İyi güzel vatan için şehit düştün ama Ahmet’e borcunu ödemedin” diyorlar. “Onun cezasını çekeceksin” diyorlar. Kul hakkından, yani minicik de olsa çekinelim yavrum.


Efendim ruhaniyetten nasıl özür dileyeceğiz? Ne diyeceğiz, öğretir misiniz?


Sabri Tandoğan: Yavrum meselâ namaz kıldın, bitti namazın, kalkmak üzeresin. Kalkma. Ya Rabbi” de, “sana intikal eden falan zatın ben kalbini kırmıştım, onu incitmiştim, onun ruhaniyetinden özür diliyorum, sen ulaştır ya Rabbi!” de. O kadar. O gider yavrum


  Efendim ölmemiş ama kendisine ulaşamadığımız kimse için nasıl bir af dileyebiliriz?


Sabri Tandoğan: Kendisine ulaşamıyorsak, gene aynı şekilde ruhaniyetinden özür dileyeceğiz.  Meselâ biz Artvin’deyiz, o adam Amerika’da. Bizim de Artvin’den Amerika’ya gidecek ne maddi imkânımız var, ne zamanımız var. Aynı şekilde dua edeceğiz.


  Efendim meselâ farkına varmamışızdır kırdığımız kişinin. Veya bir hayvanı, bitkiyi, eşyayı... Onlar için de gıyaplarında, “Farkına varmadan kırdığım, incittiğim bütün insanlardan, hayvanlardan, bitkilerden, cemadattan Senin huzurunda özür diliyorum Allah’ım!” desek?


Sabri Tandoğan: Tabii yavrum, zaman zaman böyle topyekûn özür dilemek lâzım.


  Efendim sizden öğrendiğimiz bu duayı her akşam yatmadan önce söylüyorum: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ım, doğduğum andan şu ana kadar, kırdığım, incittiğim ne kadar insan, hayvan, bitki, eşya, cemadat varsa, önce Senden, sonra da onlardan af ve bağışlanma diliyorum. Onların beni affetmelerini ve bağışlamalarını nasip eyle!”


Sabri Tandoğan: Çok iyi yavrum.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]