Çocukluğumdan itibaren bütün vatan şairlerini okudum, ayrı ayrı inceledim.
Ama Mehmet Âkif’teki vatan aşkını hiçbirinde bulamadım. Bunun en güzel yansıması olan Türk İstiklâl Marşı şiir kalitesi ve söyleyiş güzelliği bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbirisi ile ölçülemeyecek kadar üstün ve derin mânâlı bir şiirdir. Bu marş, Türk Milleti gibi hürlük ve hükümranlık vasıflarıyla yaratılmış bir milletin, bir gün, bir “İstiklâl Mücadelesi” yapmak zorunda kalışındaki muazzam tezadı yakından kavramış, destan ruhlu bir sanatkârın heybetli dile getirişidir. En küçüğünden en büyüğüne kadar İstiklâl Marşı, büyük bir milleti asırlarca ayakta tutacak kadar sağlam, derin ve tarihî mısralarla örülmüştür.
Âkif’e göre şu üzerinde yaşadığımız vatan, bu topraklar öyle önem verilmeden basılıp geçilecek yerler değildir. Bu toprakların altında, onun yolunda can verip yatan binlerce şehit var. Onları sakın unutma. Sen de o şehitlerden birinin oğlusun. Vatanına gereken değeri vermez, onu korumazsan, gerektiği zaman gözünü bile kırpmadan şahâdet şerbetini içmezsen, şehit atalarını üzersin. Bu cennet vatan, onun her köşesi, her karış toprağı her ne bahasına olursa olsun korunacak, hiçbir şeyle değiştirilmeyecektir. Ama içimizde bu cennet vatanın uğruna canını feda etmeyecek kim var ki? Öyle bir kişi bile çıkmaz. Allah bizi sevgili vatanımızdan ayırmasın. Canımızı verebilir, sevdiklerimizi kaybedebiliriz, onların acısını içimize gömebiliriz. Her şeyimizi, ama her şeyimizi kaybedebiliriz, fakat vatanımızı kaybetmeye dayanamayız. Topraklarımıza göz koyanlar iyi bilsinler ki, gerektiği zaman kadınımızla, erkeğimizle her birimiz yırtıcı bir aslan kesilip önümüze çıkanları mahvederiz, kahrederiz, perişan ederiz. Bizi tehdit edenler şunu iyi bilsinler ki, gerektiğinde onların başına kâinatın en büyük belâsı olarak yağarız.
Daima hür yaşamış ve hür dalgalanmış olan bayrağıma hür olmak ve Allah’a tapan, Hak’tan ayrılmayan milletim için özgürlük ve bağımsızlık artık hiç vazgeçilmeyecek ebedî bir haktır.
Âkif’in korunmasını istediği vatan, alelâde bir toprak parçası değildir. Kefensiz yatan binlerce şehitle beraber olmuş, millî ve mukaddes bir mekândır. Her an, her nefes alıp verişte vatanın bu durumunu düşünmek, şuurlu olmak zorundayız. Bilmeliyiz ki bu topraklar için canını veren, namusunu çiğnetmemek için kefensiz, al kanlar içinde topraklara düşen atalarımızdır, dedelerimizdir. Onlar canları pahasına bu güzel yurdu bizlere emanet etmişlerdir. Böylesi bir atalar emanetine hıyanet edenler, alçakların en büyükleridir. Her birimizin soyunda mutlaka sayısız şehitler vardır. Adeta bir şehitler mezarlığı durumunda olan vatanımız düşman ayakları altında kalırsa, atalarımızın elbette ruhu incinir. Hatta bize lânetler eder. Bu itibarla bizler de canımız bahasına, kanımız bahasına yurdumuzda kirli ayakları dolaştırmamalıyız. Her zaman uyanık, cesur, fedâkâr ve atalarımıza saygılı olmalıyız.
Bu topraklarda ne kadar çok şehidin yattığını Âkif gibi kuvvetli ifade edebilen başka bir şairimize rastlamak mümkün değildir. Çünkü vatanı basit bir toprak parçası sayarak, sadece coğrafî sınırlarla izah etmek tamamen yanlıştır.
Mehmet Âkif’in Çanakkale Şehitleri’ne adlı şiiri ise, Çanakkale Zaferi’ni ölümsüzleştiren bir destandır. Âkif, bu güzel şiiri ile Çanakkale Zaferi’ni ve bu büyük zaferin ölümsüz kahramanlarını ebedîleştirmiştir. Çanakkale Şehitleri’ne şiiri, vahşice saldıran düşmanları ve savaşın şiddetini anlatan mısralarla başlar. Verdiği ağır kayba rağmen vatanını var gücüyle savunan Mehmetçik, teknik olarak ve sayıca kendisinden çok üstün olan düşman kuvvetlerine büyük kayıplar verdirmiş, Çanakkale’nin geçilmez olduğunu altın harflerle tarihe yazdırmıştır. Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerden gelen askerlerden oluşan bir ordu, zırhlı donanmaları ve modern silahları ile Çanakkale yarımadasına, özellikle Gelibolu’ya acımasızca saldırmaktadır. Amaçları Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a ulaşmak ve Osmanlı Devleti’ni ele geçirmektir. Ancak yaptıkları saldırılar ve gösterdikleri vahşetle birbiriyle yarışan ülkelerin maskesi düşmüş, gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır. Âkif’e göre bu saldırganlar, kafesinden kurtulup acımasızca sağa sola saldıran, etrafa zarar veren yırtıcı, duygu yoksulu sırtlanlara benzemektedirler. Mehmetçik ise bu acımasızca saldırılara bedenini siper etmekte, tehditlere gülmektedir. Çünkü o gücünü imanından almakta, vatanını, milletini, bayrağını, dinini canından çok sevmektedir. Amacı kutsal bildiği yüce değerlere düşmanın zarar vermesine asla izin vermemektir. Zaten bu uğurda canını verdiğinde şehit olacağını bildiği için, herhangi bir kaygısı ve korkusu da bulunmamaktadır.
“Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler”
mısraı ile düşman ne kadar güçlü olursa olsun vatan aşkıyla dolu olan Mehmetçiği yıldıramayacağını Âkif ne güzel anlatır. Çünkü Allah ve vatan aşkıyla dolu olan, o zamana kadar namusunu çiğnetmemiştir ve asla çiğnetmeyecektir. Hiçbir tehdit onu yıldıramaz. Çünkü göğsünde sağlam bir kale gibi duran imanı bulunmaktadır. Ona boyun eğdirecek yeryüzünde hiçbir kuvvet yoktur. Onlar o kadar yücedirler ki, gökten atalarının temiz ruhları inerek onların tertemiz alınlarını öpse yeridir.
Vatan, millet ve din temalarının iç içe işlendiği şiirin sonunda şairin bu olağanüstü kahramanlığa karşı olan hayranlığı “Ey şehit oğlu şehit, benden mezar isteme, çünkü Hazreti Peygamber sana sevgiyle kucağını açmış bekliyor. Senin için bundan daha güzel ve daha anlamlı ne olabilir ki.” anlamına gelen mısralarla dile getirilir.
Mehmet Âkif, millî mücadelenin muazzam bir cihat olduğuna halkı o kadar ikna etti ki, bu vadide öyle mahirâne, öyle candan bir üslûp kullandı ki, Anadolu’nun birçok vilâyetlerinde, kazalarında, hatta nahiyelerinde, camilerinde, medreselerde, meydanlarda insan kitlelerine karşı öyle samimi hitabetti ki... O çok samimi konuşuyor, doğruyu söylüyordu. Sözleri herkesin üzerinde çok derin tesirler gösteriyor, onu bir kere dinleyen ve eli silâh tutan bütün erkekler ailesiyle vedalaşıyor, evini, karısını, çocuklarını Allah’a emanet ederek cepheye koşuyordu. Âkif de İstanbul’da hizmet imkânı kalmadığını görerek itibarlı ve yüksek maaşlı memuriyetini ve ailesini bırakarak millî mücadeleye katılmak üzere Ankara’ya doğru yola çıkıyordu. Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde kürsüye çıkarak bütün Ankaralıları savaşa ve mücadeleye çağırıyordu. Savaş sırasında cephelere gidiyor, gazilerle konuşuyor, onları cihada teşvik ederek, yüreklendiriyordu.
Mehmet Âkif öyle yürekli bir insandı ki, İstiklâl Marşı yarışmasında birinci gelen şaire verilecek mükâfatı almamıştı. Oysa o sıralar Ankara şiddetli bir kış geçiriyordu ve Âkif’in sırtına giyecek bir paltosu yoktu. Onun bu davranışı o zaman pek çok kimse tarafından garip karşılanmıştı.
Âkif hayatı boyunca dimdik yaşadı, hiç eğilmedi. Öyle zaman oldu ki açlığa bile rıza gösterdi, kimseye eyvallah etmedi.
Mehmet Âkif’in en büyük vasfı, kendini milleti ve insanları için harcamasıydı. Bütün eserlerinde şahsî bir derdine rastlayamayız. İlhamı, duyuşu, sezişi hep vatan ve millet içindir. Âkif, sanatıyla olduğu kadar, kalbiyle, vicdanıyla, şuuruyla ve feragatiyle de büyüktü. İstiklâl Savaşı başladığı zaman Âkif, ruhunun kılıcını çekmiş ve gazâ meydanına atılmıştır.
Âkif, kuyruklu yıldızlar gibi asırda bir doğan, fakat tek başına bütün bir ufku dolduran bir güzel insandı. Bugün olduğu gibi yarınki nesiller de onu gönül dünyasının bir fatihi olarak hep alkışlayacaklardır.
Ruhu şâd olsun, Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun.