Değerli Hocamız Sabri Tandoğan’ın varlığı çevresindeki insanları daima aydınlatıyor, huzur, sükûn veriyor. Onu tanımış olmanın verdiği sevinç, huzur, mutluluk yeni dostlarımızın ışıltılı gözlerinden okunuyor. Hocamızın yanında dertli olan derdine deva buluyor. Sıkıntısı olan huzur buluyor. Yüzler, bakışlar, tavırlar değişiyor. Adeta insan kendine geliyor. Yalnız insanlar mı? Fenerbahçe’nin serçeleri, kumruları, kedi ve köpeği de maddi manevi rızkını alıyor. Hocamızın gönlü gibi sofrası da herkese açık. Etrafımızda kuş cıvıltıları, dalgaların sesi, serin esen rüzgâr, denizin eşsiz mavisi... Ufukta yelkenliler sıralanmış gidiyorlar. Tek yelkenli ile sörf yapan biri, adeta akıyor suyun üzerinde. En güzel ufuk manzaralarından biri sanırım burada. Gökyüzü ve denizin birleştiği ufuk çizgisi göz alabildiğince geniş, bu güzel atmosferde sohbet ediyoruz.
Tasavvuf erbabının tavsiye ettiği bir nasihat var, “Ne kimseyi incitin, ne de kimseden incinin.” Sanırım, birçoğumuz incinme konusunda pek başarılı olamıyoruz. En ufak bir şeyde kırılıveriyoruz, inciniyoruz. Bu konudaki hassasiyetimizi yenebilmek için, düşüncemizi yönlendirme hususunda değerli hocamız Sabri Tandoğan’a danıştık.
Soru: Bazen çok kırılıyor inciniyoruz. Acaba bu durum, yaptığımız yanlışlıkların sonucu mudur? Yoksa başka bir nedeni mi var?
Sabri Tandoğan: Yaptığımız yanlışlıkların ve kafamızdaki yanlış düşüncelerin sonucudur. Yani yanlış şeyleri düşünmek de negatiflik getiriyor bize. Nasıl söylenen söz vücut buluyorsa, kafamızın içindeki düşünceler de zamanla vücut buluyor. Onun için güzel konuşacağız. Güzel düşüneceğiz.
Soru: İncinmemek mümkün mü Efendim?
Sabri Tandoğan: Yavrum, insan hayatın anlamını öğrendiği zaman, incinmemeyi de öğrenir. Çünkü şunu anlar ki, herkes kendi fıtratının icabını yerine getirecek. Kimisi akrep tabiatlı olacak, kimisi yılan tabiatlı olacak. Bunun yanı sıra kuşlar, kelebekler de var. Hayata bu gözle baktığımızda şunu göreceğiz, demek ki bu, yılan tabiatlı… O zaman onların bu halleri normal. Ama önemli olan onlarla ilişkilerimizi ayarlamak.
Soru: Bizi inciten insanlar hakkında biz de kötü düşünüyoruz. O birikiyor birikiyor bizi rahatsız ediyor. Bu durumda ne yapalım?
Sabri Tandoğan: O yanlış yavrum. Bize kötü davranan insanlara karşı biz niye kötü düşünelim. Canımızı yakarlarsa, niye onlardan biliyoruz bunu. Biz bir kere akıllı olsaydık, fıtratımız üzere yaşasaydık, onlar bizim canımızı yakabilir miydi? İslâmı tam anlamı ile yaşasaydık, olayları gerçek yönleri ile, gerçek sebepleri ile anlayabilirdik, kavrayabilirdik, sezebilirdik. O zaman, ortada incinecek bir durum kalmazdı.
Soru: Efendim, bunun imtihan olduğunu mu düşüneceğiz?
Sabri Tandoğan: Gayet tabii. Hepimiz her an imtihandayız. Şimdi, gene imtihandayız. Bize biri güzel bir söz söyler de biz dalga geçersek, imtihanı o anda kaybettik. Her an imtihan var. Sofraya oturup yemek bile imtihandır. Fazla mı yiyoruz, noksan mı? Güzel mi yiyoruz çirkin mi? Sabahleyin kalkıp giyinmemiz bir imtihandır. Üst parça ile alt parça arasında bir uyum var mı, birbirini tamamlıyor mu, birbirine yakışıyor mu? İlgisiz eteğe ilgisiz bluzu giydin mi o imtihanı kaybettin demektir. Kuaföre gidip de, teninize yakışmayan bir renge saçlarımızı boyatmaya kalkışırsak, imtihanı kaybettik demektir. Her an imtihan içindeyiz. Bu bilince varmak lâzım. İmtihanın büyüğü küçüğü yoktur. Bu dünya sırat köprüsü bizi sınıfta bırakan Allah’tan uzak olmamız, nefsaniyete dalmamız.
Soru: O âhenk ve uyumu yakalayamayınca imtihanı kaybetmiş oluyoruz öyle mi?
Sabri Tandoğan: Evet meselâ takım elbise giyindiğim zaman, kravat takarken renk uyumunun yanı sıra kumaşın dokusuna da bakarım. Kumaşın dokusu ile kravatın dokusu da birbirine uyacak. Her an sınanıyoruz, dikkatli olalım. Bizler hayatımızı o kadar dikkatli, o kadar ihtimamla yaşamak zorundayız ki... Hepimiz her an ayrı bir imtihan içindeyiz. Ve bu imtihanlar tekrar edilmeyecek. Son nefesimize kadar her an yeni bir şeyler öğrenmek durumundayız.
Soru: Efendim, hayat, olaylar, tabiat sürekli bir değişim içinde, insanlar için de bu değişim söz konusu mu, yoksa bir insana yaptığı iyi veya kötü bir fiilinden dolayı hüküm verebilir miyiz? Ya da şöyle izah edeyim. O kişiyi bir davranışı ile tanımlamak doğru olur mu?
Sabri Tandoğan: İnsanoğlu ne kendini tanıyor, ne de bir başkasını. Her an bir değişim içindeyiz. Ama başkaları da değişim içinde. Yeryüzünde ne kadar insan varsa, her birinin kendine göre iyi, güzel, asil yönü vardır. Yunus diyor ki, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası.” O halde biz hep hayır söyleyelim ki, o tecelli etsin. Biz her an değişiyoruz. Yeni doğuşumuz hep hayırla olsun. İnsanların bu mısra üzerinde yıllarca düşünmesi lâzım. Bir insan ömür boyu yalnız Yunus Emre’yi okusa, tüm hayatında başarılı olur. Hayatın sırrını keşfetmiş, kâinatın en büyük şairi. Öyle mısraları var ki, kimse onlardaki gerçekleri fark edemedi. Meselâ, “Seni deli eden şey, yine sendedir sende.” diyor. Herkes mutsuzluğunu başkasından biliyor. Yunus ise, insanı kendisine çeviriyor. Yani biz kendi içimizde, Allah ile melekler ile dost isek, dışarıdan kimse bizi etkileyemez.
Soru: Efendim, olgun insanı tarif eder misiniz?
Sabri Tandoğan: Olgunluk, çocukla çocuk olan, yaşlı ile yaşlı olandır. Her çeşit insan ile hiç ayırım yapmadan diyalog kurabilen insandır.
Soru: İnsan kendisi ile de diyalog kurabilmeli mi? Yalnız iken de mutlu, bahtiyar, huzurlu olmak için…
Sabri Tandoğan: Evet yavrum. Bir insan, yalnız iken bile asil, zarif, kibar olmalı. İnsan kendi kendine de hürmet etmeli. Minicik hareketler bile önemli. Japon dilinde küçük, basit, lalettayin, sıradan kelimeleri yok. Her konuda son derece titiz, dikkatli olalım. Çayımızdan bir yudum bile almak çok önemli. Suyumuzdan bir yudum almak çok önemli. Yemek yemek bir sanat, bir ev hanımının sofrayı hazırlaması, tabağınızı değiştirmesi bir sanat, bir su ikram etmek bile bir sanat. Bunlara önem vermeyince, o şahıs bir şeyler kaybeder. Hayat çok ince, her şey son derece ince. Biz de Merkez Efendi gibi olalım. Kendi kendimize hürmet edelim. Yalnızken bile… Senin içinde Allah var. İnsan evde yalnız da otursa, yine kibar, zarif olmalı. Kendi kendimize kaldığımız zaman, biz bir Ayetin, bir Hadisin, bir Velînin sözünün manâ güzelliklerini yaşamıyorsak, nefsimizle didişiyorsak, işte “O bana bunu dedi, bu bunu yaptı.” diye düşünüyorsak, huzurlu olamayız. Mısrî Niyazi diyor ki;
“Ben sanırdım, âlem içre hiç bana yar kalmamış,
Ben beni terk eyledim, gördüm ki ağyar kalmamış.”
Biz kendimizi, yani nefsaniyetimizi bir yana bırakırsak, hiç kimsenin kötü olmadığını, herkesin dost olduğunu görürüz. Hayat bir deniz, bizler gemi, o gemiyi sağ salim limana götürmek önemli. Yani son nefeste iman ile çene kapatmak önemli. Aslında kâinat muhteşem bir kitap. Onu okuyabilenlere ne mutlu… Allah, bizlere de cümleye de nasip etsin.
(Sohbetimiz Behçet Necatigil’in bir şiiri ile devam ediyor.)
Hani bir sevgilin vardı,
Yedi sekiz sene önce,
Dün yolda gördüm,
Sevindi beni görünce.
Ayaküstü, konuştuk oradan buradan,
Evlenmiş, çocukları olmuş,
Bir kız, bir oğlan.
Seni sordu, hiç değişmedi dedim,
Bildiğin gibi… Anlıyordu.
Mesutmuş, kocasını seviyormuş,
Kendilerininmiş evleri…
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selâm söyledi…