Kul Hakkı
—Efendim, Kul hakkı nedir?
Sabri Tandoğan: Yavrum Allah’ın affetme yetkisinin olmadığı tek şey, kul hakkıdır. Meselâ sen birinin hakkını yedin. Esnafsın, tartın eksik tartıyor. Müşterinin hakkı senin üzerine geçiyor. Veya bir insana iftira atılıyor. Bu gibi olaylarda Allah’ın bile af yetkisi yok. Gideceksin, hakkını yediğin kişi ile helâlleşeceksin, onun gönlünü alacaksın. Minibüse bindin, yol paran 10 kuruş eksik, şoförden helâllik isteyeceksin. “10 kuruş eksik veriyorum, hakkını helâl eder misin?” diyeceksin. Aman çok dikkatli olalım. Kimsenin hakkına tecavüz etmeyelim.
Meselâ, karı kocanın birbirine sevgi, saygı, ilgi göstermesi kul hakkıdır. Çocuğa sevgi, şefkat, ilgi göstermek de kul hakkıdır. Bazen yavru hayvanlar annelerine sokulur, bazen sırtına çıkar. Tüm canlıların sıcacık bir yakınlığa, sevgiye, şefkate ihtiyacı var.
— Efendim, bir kardeşimizin başına kötü bir olay geldiğinde veya manevi bir düşüş yaşadığında ona içinden sevinmek, kul hakkına girer mi?
Sabri Tandoğan: Merdivenleri çıkarken, inenleri selâmlayınız. Hayat merdivenlerinde bazı insanlar basamakları çıkarlar. Bazıları ikişer üçer çıkar. Ama bu arada bazıları da inerler. Kimler iner? Gurura kapılanlar, kibre saplananlar, benlik davası güdenler... Benlik davası gütmenin de çok çeşitleri var. Meselâ, manâ yolunda yürüyenlerin, bağlı oldukları kimselerin sözlerine çok dikkat etmeleri lâzım ve harfiyen ona uymaları lâzım. Ne eksik, ne fazla... Çıkarken inenleri gördüğümüz zaman, onlara intikam duyguları beslemeden, oh olsun demeden, kin, nefret beslemeden, “Gördün mü, çek bakalım cezanı...” demeden, onlara hayır duada bulunmak gerekir. “Allah’ım, şu veya bu şekilde, kardeşimizin ayağı sürçtü. Bir hata yaptı. Ya Rabbi, Habibinin aşkına, sevdiklerinin aşkına... Sen onu tekrar bizlere döndür. Sen onun hatalarını affeyle...” Eğer biz ona, “Oh olsun, çek bakalım cezanı!” dersek, aynı fiili bize de yaptırırlar. Çıkış sırasında inenleri gördüğümüzde, sadece onlara hayır duada bulunmak, şefkat, acıma hissi duymak... Çıkış zordur, inmek çok kolay. An meselesi... Yolda giderken, bir kız sokakta müşteri bekliyor. Onları da gördüğümüz zaman, “Çek bakalım cezanı, bu soğukta, tir tir titre!” dememek gerekir. “Allah’ım, bu kardeşimizin şu veya bu şekilde ayağı kaymış, buraya düşmüş. Allah’ım sen onu kurtar, affet. Sevdiklerinin aşkına, sen ona merhamet et...” diye dua etmek gerekir. Hayat böyle... Birileri iner, birileri çıkar... Hayatın dengesi böyle kurulur. Bizim yapacağımız iş, dua etmektir. Bizde “Oh olsun!” yok. Dersek ne olur? Birilerini küçük, hor, hakir görürsek, tepeden bakarsak, Allah, Azrail Aleyhisselam’ı o fiili işlemeden bize göndermez. Aynı fiili bize işletir. Hem de bile bile... Allah cümlemizi esirgesin. Kimseye tepeden bakmayalım. Çünkü her tepeden bakışta bir gurur, kibir doğuyor. Herkesi kötüleyen bir insan için de, hakikatleri görmesi için, duada, niyazda bulunalım. Ona da sevgi, şefkat besleyelim. Ama ondan uzak duralım. Ondaki zehir, bize de bulaşmasın. Karıncaya bile zulüm yapmayalım. Yapılan her zulmün faturası ödeniyor.
— Efendim, dindar bir insan hep iyilik ve hayır düşüncesi içinde mi olmalı?
Sabri Tandoğan: Elbette yavrum, din demek, iyi ahlâk demek... Peygamberimiz (s.a.s.), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyor. Ahlâkın temeli de nefs terbiyesine dayanıyor. Bütün mesele nefsimizin azgınlıklarına engel olmaya çalışmak. Onu Peygamberin (sas) tabiriyle, ‘Müslüman edebilmek’. Önemli olan, nefse güzel yollar açabilmek. O yolla nefsi terbiye etmek, Müslüman etmek. Biz nefsimizi Müslüman edemezsek, bir alandaki başarımız, başka bir alanda gölgeleniyor. Nur gelince zulmet gider. Işık gelince karanlık gider. O vehimleri, kuruntuları gidermenin tek yolu, Allah aşkına, Peygamber aşkına sımsıkı sarılmak... Kalbimiz, iç dünyamız Allah aşkıyla, Peygamber aşkıyla dolunca, zaten onlar kendiliğinden gidiyor...
—Efendim, her insan Ledün ilmini öğrenebilir mi?
Sabri Tandoğan: Samimi olarak, aşkla, ihlâsla, ilm-i ledünü öğrenmek isteyen öğrenir. Büyük insanlar, veliler bize ayna oluyorlar. Biz bakıyoruz, kendi noksanlarımızı, kirlerimizi, nefsaniyetimizi onun gönül aynasında görüyoruz. Bakıyoruz... Hamız, çiğiz... Ama noksanını herkesin kendi görmesi lâzım. Sen söylersen gücenir, kırılırlar. İslâmda incitmek yok. Kendi hükmünü, kendi verecek.
—Efendim, bir Hadis-i Şerif’te “Ameller niyetlere göredir.” buyruluyor. Niyet nedir, nasıl olmalı?
Sabri Tandoğan: “Önce inandım de, sonra dosdoğru ol.” ayetini düşünün. Burada şu buyruluyor, bir sürücü direksiyonu ne yana çevirirse, araba oraya gider. Niyet de öyle. Bizim niyetimiz şu olmalı: Kur’an-ı Kerim’in, Hadislerin, Peygamberimizin istediği şekle girmek… Sünnet-i Seniyye bütün davranış şekillerini öğretiyor. Gerçek insan Allah’ın, Kur’an’ın yolunda gidendir. Biz de hayat denizinde yol alırken şüphemiz olunca Kur’an’a, Sünneti Seniyye’ye bakacağız. “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir.”
Sağlam niyetlerle sağlam yola çıkalım. Niyet bizim düşüncemizdir. Allah bizim düşüncemizdedir. İnsanı mutlu eden de düşüncedir. Her şeye sahip bir insan, ama kafası endişeler içinde. Ya şöyle olursa, ya böyle olursa diye korkudan sabaha kadar uyku uyuyamıyor. “Ya Türkiye harbe girerse, ekmeğimizi nereden temin ederiz?” gibi düşünceler. Niyet=Hayatın kendisi.
Niyetimizi sağlam tutarsak, hayatımızın sonuna kadar, ölmeden biz cennette yaşarız. Bu dünyada cennette olan öbür dünyada da cennettedir. Huzur, sükûn, mutluluk içinde ekmeğini yiyor musun? Bütün insanları seviyor musun? Sen cennettesin.
Jean Paul Sartre, hayatı cehennem gibi görüyor. Sümbül Sinan Hazretleri, hayatı cennet gibi görüyor. Sartre, “Başkaları cehennemdir.” diyor. Sümbül Sinan Hazretleri,
“Gül alırlar, gül satarlar
Gülden terazi tutarlar.
Gülü gül ile tartarlar…”
diyor. Ne mutlu hayatını bir gül gibi yaşayıp, gül gibi Hakka göçenlere…
|