subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                          Sabri Tandoğan

 

Tevhid Üzerine Sohbet

Değerli büyüğümüz sorularımızı yanıtlıyor…


—Efendim, tevhit, üzerinde çok konuşulmasına rağmen, yaşama geçirilmesi güç bir kavram. Tevhide ulaşmanın yolları nelerdir? Tevhit nedir? Bizi bu konuda aydınlatır mısınız?


Sabri Tandoğan: Kıymetli yavrum, tevhidin lügat manası ‘birlemek’ demektir. Tevhit, madde ile manâ, dünya ile ahiret, kadın ile erkek, din ile ilim, ruh ile beden arasında kurulan en güzel sentezdir. Bu senteze ulaşmadıkça, ne bir ferdin, ne bir ailenin, ne de bir toplumun, mutlu, huzurlu olmasına imkân yoktur. İnsanoğlu yeryüzündeki bütün insanları, hayvanları, bitkileri, eşya ve cemadatı Muhammedî bir aşkla kucaklamadıkça, yeryüzündeki her zerreye, edep ve saygıyla bakmadıkça tevhide ulaşamaz. Tevhit ilmi sadece kitaplardan öğrenilemez. Bir insandan tahsil edilir. O kimse tevhit yolunda ilerledikçe, hayat anlam kazanmaya, güzelleşmeye başlar. O kimse yavaş yavaş, huzurun ve mutluluğun kendisi olur. Günümüz insanları her gün yeni olaylarla, yeni haberlerle modern heykel sanatındaki mobiller gibi sarsılmaktadır. Bir türlü dengesini bulamamaktadır. Ancak tevhide ulaşanlar olaylara objektif bakarak onları bilimsel açıdan değerlendirir. Sükûnetini bozmaz. Başka türlü bu çağda huzura ve mutluluğa ulaşamayız. Aslında mutlu olmak herkesin hakkı. Yedi milyar insan bizim kardeşimiz. Ama onlara tevhit açısından bakmadığımız sürece, bir türlü özlediğimiz rahata ve huzura kavuşamayız.


—Efendim, bize haksızlık yapan, arkamızdan dedikodumuzu yapan insanlara, tevhidî bir gözle nasıl bakılır? Genelde kötülük yapanlara, zulüm yapanlara beddua edilir, bu doğru mudur?


Sabri Tandoğan: Yavrum ne kadar zulüm, kötülük de görseniz, sakın o kimseye beddua etmeyin. Onlar bizim törpümüz. Sonra o beddua bize dönebilir. Tahammülle karşılayalım. Hatta bizi üzenlere dua edelim. Çünkü iki ihtimal var. Belki Allah ona görev vermiştir. O, görevini yapıyor. Görevini yapana beddua edersek, bize döner. İkinci ihtimal, sırf onun kötülüğünden. O zaman da o, benim yetişmem için bana yardım ediyor. Demek ki benim sivri yönlerim var. Törpülenmesi gereken yönlerim var. Herkes kendini zeytinyağı gibi üste çıkarır. Ama acaba haklı mı? Kimseye beddua etmeyelim. Acısı çok fena çıkar. Ya o şahıs Allah tarafından gönderildiyse…


—Efendim, dua etmenin de bir edebi inceliği var mıdır?


Sabri Tandoğan: Nefsaniyetimizin dışına çıktığımız an, dualarımızın kabul edildiği andır. Öyle dua edin ki içinde siz olmayın. Nefsaniyetten, bencillikten uzak… İnsan nefsaniyeti ile yaşayınca, inceliğini, zarafetini, insanlığını kaybediyor, geriye ego kalıyor.


Kenan Rıfai, “Allah bazen kullarını, insandan odunlarla terbiye ediyor” der. Allah herkesi görüyor, biliyor. Bırakın kimseyi muaheze etmeyelim.


—Efendim, insanların hatalarını, kusurlarını gördüğümüz zaman nasıl davranalım?


Sabri Tandoğan: Allah’ın  esmasından  biri  “Settar”. İnsanlar başkalarında gördükleri kusurları, hataları, zaafları örttükleri oranda yücelirler. Hayatta en güzel insanlar, kimseyi yargılamayan insanlardır. Kimsenin hatasını da yüzüne vurmayalım. Ya bizim hatamızı da yüzümüze vururlarsa…


—Efendim, o halde kimseyi tenkit etmeyelim mi?


            Sabri Tandoğan: Tenkidini yap, ama o kadar güzel tenkit yap ki, kimse itiraz edemesin. Anadolu’da bir laf var, “Keskin sirke küpüne zarar verir.” Keskin sirke olmayalım. Anadolu insanının kendisine göre bir görgüsü vardır. “İnsan ruhu çok hassas... Birini eleştireceğimiz zaman, o eleştiri yaptığımız insanın da sevgisini, saygısını kazanalım. O kadar yumuşak tavırla, jestlerle, ses tonuyla ve o kadar ince, zarif hareketlerle yapalım ki, karşımızdaki irkilsin. Hal diliyle, “Ben hata yapmışım” desin. Müdafaa mekanizmasını harekete geçirmeden uyarı yapılmalı.


(Hocamız her hususta incelik, hassasiyet, saygı ve sevgi dolu bir yaklaşım bekler bizlerden…)


  İnsanlara direkt olarak, “Şunu yapma, bu hatayı işleme!” dersek, karşıdaki insanın tepkisini çekeriz. Çok ince taktiklerle, incitmeden de uyarabiliriz. Bütün mesele duruma göre hareket etmek. Allah Hz. Mûsa’yı Firavun’u Hak’ka davetle gönderirken, Ya Mûsa, yumuşak ve tatlı söyle.” buyurur. Bizim hayattaki en büyük hatamız şu oluyor, insanlarla ilişkilerimizi nefsaniyetimize göre ayarlıyoruz. Bu, çok yanlış. Birbirimize sevgi, saygı gösterelim.


(Görmek, görebilmek… Hocamız bu kavram üzerinde o kadar çok durur ki, bazen acaba hayatın en önemli olaylarından biri de görebilmek mi diye düşünürüm.)


Özdemir Asaf bir şiirinde “Dünya Kaçtı Gözüme”


diyor. Bir İngiliz atasözü var, “Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.” Etrafımız güzelliklerle dolu ama göremiyoruz. Önemli olan bütün bedeni göz haline getirmek… Bu da sohbetle olur, ibadetle olur, Allah’ı, Resulullah’ı, Velileri can-ı gönülden sevmekle olur. Bütün mesele hayatı tanımak, insanları tanımak… Hepimiz hayatı tanımaya, insanları tanımaya mecburuz.


Efendim, tanımazsak ne olur?


Sabri Tandoğan: Tanımazsak, yuva kurarız hayrını görmeyiz. İşyerinde arkadaşlarımızla güzel bir diyalog kuramayız.


(Salih insanlarla ve topluluklarla birlikte olmalı…)


Hangi topluluk bizi iyinin, güzelin, asil ve yüce olanın yolundan uzaklaştırıyorsa, o topluluktan uzaklaşmamız gerekir. Ne olursa olsun, gönlümüzü öldürmeye hakkımız yok.


Efendim, gönlümüzü öldüren en tehlikeli şeylerden biri de kin, nefret, intikam duyguları. Bir önceki sohbetinizde de değinmiştiniz. Bize hayatı tanımamız için, çok önemli bir ipucu, birçok müşkülümüzü halledecek anahtarlar vermiştiniz. “Hayatı tanıyan bir insan kimseden incinmez. Çünkü herkesin tabiatının gereğini yerine getireceğini bilir, ona göre tavır alır. Demek ki der, bu akrep tabiatlı akrebin de vazifesi malum…” diye buyurmuştunuz. Efendim, insan beşeri bir varlık. Halk arasında bir deyim vardır. “Beşer, şaşar” denir. İstemeden, içimizi saran bu negatif duygulardan nasıl uzak duralım?


          Sabri Tandoğan: Yavrum, aslolan affetmektir. Affetmediğimiz müddetçe, o kişiyi sırtımızda hamal gibi taşırız. Niye taşıyalım, özür dilese de dilemese de biz affedelim. Sırf kendimiz onun hamallığından kurtulmak için. İçimizde hiç kin, düşmanlık hislerini taşımayacağız. Halk arasında bir söz vardır, “Onun heybesi delik.” derler. (Gülüşüyoruz.) Kalbinizde kin, nefret, intikam duygularını barındırmayınız. Aksi halde bu sizi hem manen, hem maddeten yaralar. Şu an oturduğunuz yerde, Amerika’daki bir tanıdığınıza içinizden küfür ettiğiniz zaman, o kişi anında onu algılar. O da size küfür eder. Ben niye kendime küfür ettireyim.


Efendim, hayvanlar da haklarında ne düşündüğümüzü hissederler mi?


Sabri Tandoğan: Hayvanlar da haklarında kötü düşündüğümüzü hisseder, eşya da, bitki de anlar. İnsanla eşya arasında da bir manevi duygu alışverişi oluyor. İnsan, hayvan, bitki, eşya ne olursa olsun, onlarla sevgi dolu bir diyalog içinde olalım.


—İnsanların eşyaları da aynı özelliği taşır mı?


Sabri Tandoğan: Evet yavrum. O eşya da sahibinin elektriğini yayar. İnsandaki müspet haller de, menfi haller de sirayet ediyor. İnsan o kadar hassas bir varlık. Peygamberimizin Hadisini unutmayalım. Sık sık tespih çekelim, Ya hayır söyle yahut sus.” Bazı insanlar şikâyeti, negatifliği bir yaşama üslubu haline getiriyor. Böyle bir insanla kimse görüşmek istemez. Sohbetlere böyle insanları çağırmamak lâzım. Öyle kişilerden uzaklaşacağız. Negatif bildiğiniz insanların hiçbir şeyini kullanmayın. Çöpe atın.


  Olumsuz duyguları üzerinde barındırmayan insan ne kadar hafiflemiş olur. Sizin ‘Yüklerden Kurtulunuz’ başlıklı yazınızı da sık sık okumamız gerekiyor.


---Peki efendim, ‘feraset’ nedir?


Sabri Tandoğan: Feraset, aklın inceliği demek. Feraset sahibi insanlar, daima az ve öz konuşur. Onun için öyle insanların yanında az konuşmak gerekir. Küçücük hareketler arkasında dağ gibi olayları gizler. Bütün mesele insanın nefs karşısında aldığı tavır… Zahirde olan olayların, batınını araştırmak lâzım.


Bir Hadis-i Şerif’te, “Müminin ferasetinden sakının.”


buyruluyor.


Bizim her düşündüğümüzü, her kafamızdan geçeni, her niyetimizi anında bilen kimseler de var. Dünya öyle boşlukta başıboş dönmüyor. Haberci kuşlar var.


Onun için yapılacak iş, imkân nispetinde duygularımıza, düşüncelerimize, hayallerimize hâkim olmak. Onları hep artı yöne çevirmeye çalışmak. Bir an, kafamıza eksi bir düşünce geldi, saplandı diyelim. Onu çıkartmanın yolu var. Hemen o anda mânâ âlemi ile irtibata geç, bir ayet oku, bir şiir oku... Mevlâna Hazretlerinden bir beyit oku.


 Yunus’tan bir dize oku. Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bir öğüdünü hatırla. Tamam, o çoktan gitmiştir bile... Eğer gelir gelmez onu kaldırırsak, sorumluluğu kalmaz. Bütün mesele onu artı düşünce ile göndermek... Kafamıza güzellik gelince, çirkinlik gider. Nur gelince, zulmet gider. Işık gelince, karanlık gider. Biz nefsimizle uğraşacak kadar kuvvetli değiliz. Eninde sonunda bizi alt eder. Üstüne gittikçe kuvvetlenir. Nefsi yenmenin bir tek yolu bu: “Işık gelince, karanlık gider.” Oturup birkaç Ayet, birkaç Hadis okumak... Biraz sonra bakarız pırıl pırıl olmuşuz... “


  Peygamber Efendimiz bir Hadislerinde, “Kendini bilen, Rabbini bilir.” buyuruyorlar. Yunus Emre, “En büyük ilim kendini bilmektir.” diyor.


Efendim, biz kendimizi nasıl tanırız?


Sabri Tandoğan: Kendini bilme,  tanıma,  hayatın en önemli olayı. Her insan kendini tanımak zorunda… Kendimizi nasıl tanırız? Dünya’ya gelmiş, gelecek en büyük insan, Peygamber Efendimiz. Hepimizin mürşidi O. Biz kendimizi ne kadar çok O’na benzetirsek, kendimizi o kadar çok tanıyabiliriz. İnsanlık tarihinde tek yol gösterici, tek mürşid Hz. Peygamber Efendimiz. Bizim görevimiz, O’nun gibi olmaya çalışmak. Bir insan bütün ömründe, bir tek Peygamberimizin, Ya hayır söyle yahut sus.” Hadis-i Şerif’ini yaşarsa velayet makamına yükselir.


—Kendini tanımak neden bu kadar zor?


Sabri Tandoğan: Hayat o kadar karmaşık ki, hayat yolunda adam gibi yürümek öyle zor ki… Hep önyargılar çevremizi gibi sarmış durumda. Şimdi ben çıkıp desem ki, içki içen insan kırk gün boyunca sağlıklı düşünemez. Sağlığa zararlıdır, insanı kendinden uzaklaştırır. Aman sakın içmeyin. Bana ne cevap verirler? Ya da plaj hayatının insan fıtratı üzerinde yaptığı tahribatı anlatsam… Böyle bir gereksinme olmadığını, insanların kapıldığı bir akım, moda olduğunu söylesem, insanın en asil, en temiz yönü olan ‘hayâ’ duygusunu kaybetmesine sebep olur desem, çoğu insanların bana nasıl tepki vereceğini tahmin edebiliyorum. Böyle önyargılarla dolu bir hayatta rehber olmadan tek başına yürümek, kendini bilmek mümkün değil. Rehberimiz Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler.


Peygamber Efendimiz, Ya hayır söyle yahut sus.” buyuruyor. Bizim ağzımızdan yalnız hayırlı kelâm çıksın. Arkamızdan bahar rüzgârları estirelim, güzel hatıralar bırakalım.


Ne mutlu her konuda haddini bilenlere... Bütün mesele nefsinin hâkimiyetinden kurtulmak. Daima ölçü, denge, haddini bilme... Nerede? Her yerde. Ne zaman? Her zaman. Kime karşı? Herkese karşı… Denge, ölçü, hayatta her şeyin özüdür. Çorba yapmaktan tutun da, giyinip kuşanmaya kadar.


—Sevgi ve saygıda da ölçü olmalı mı?


Sabri Tandoğan: Sınırsız sevgi, saygı olmaz. Bunlar daima karşılıklı olacak. Edepte de ölçü olacak. Karşılıklı sevgi, saygı. Karşılıklı edep. Sınırsız ve karşılıksız bir şey yok. Her şey karşılıklı. Bir dükkâna girdiniz, size hoş geldin demez, ilgi göstermezlerse, ben olsam çıkar giderim. İnsan sevdiği insandan da ilgi bekler, göremezse uzaklaşır.


Efendim, denge, ölçü insan fıtratında mevcut mudur? İnsanın fıtratı temiz kalmışsa dengeli bir hayat yaşayabilir mi?


Sabri Tandoğan: Evet insan doğarken tertemiz doğuyor. Tüm bu özellikler insan doğasında mevcut. Ama sonradan çevreden aldığı tesirle, anne babadan aldığı olumsuz tesirle fıtratı bozuluyor.


İnsan çevrenin, bazen de anne babanın tesiri ile insanlıktan çıkıyor. Peki, tekrar insanlık makamına çıkmak mümkün mü?


Sabri Tandoğan: İnsanlardan zulüm göreceğiz, onlar bizi ağlatacak ve biz yavaş yavaş tekâmül edeceğiz. İnsanları insan yapan ne mevkidir, ne makamdır, ne zenginliktir. İnsanı insan yapan, edeptir. Peki, bu edebi insanlara kim öğretecek? Edep, bambaşka bir şey. Bu mekteple, fakülte ile olmuyor. Görgü diyoruz, aileden gelen bir özellik.


Teyzem, Mevhibe İnönü ile tanışırdı. Toplantıları olurmuş. On hanım bir araya gelirmiş. İçlerinde gerek oturması, gerek konuşması ile, her hâli ile en edepli olanı Mevhibe Hanım imiş. En az konuşan oymuş.


Mevhibe Hanımın bu kadar edepli olmasındaki sır nedir?


Sabri Tandoğan: Mevhibe Hanımın bu kadar edepli olmasındaki r, ailesinden gördüğü gibi yaşaması idi. Hani bir söz var, “Anasına bak, kızını al.” derler. Bu çok doğru bir söz. Aileden görecek bazı şeyleri, o da yaşantısında uygulayacak. Kültürün temeli de görgüdür. Görgü olmayınca olmuyor.


Görgüyü artırmanın yolu var mı?


Sabri Tandoğan: Görgüyü artırmanın tek yolu, görgülü insanlarla görüşmek, onlarla sohbet etmek.


Çok görgüsüz bir insana bir şeyler verilebilir mi?


Sabri Tandoğan: Çok görgüsüz bir insana hiç bir şey veremezsin. O seni sürekli incitir, zarara sokar.


(Sohbetimiz Ümit Yaşar’ın bir şiirinden mısralarla devam ediyor)


Işık diyordun, işte bak,


Kör kuyulara kadar ışıdı yeryüzü.


Renk diyordun işte bak,


Buram buram mavi,


Çarşılar dolusu kırmızı,


            Süt beyazından geceler,


Sarı güneşler ortasında, turuncu bir gün.


      Yitirilmiş saadetlerin bahçesinde,


Mor çiçekler...


Sohbetimiz şiirlerle devam ediyor. Yavaş yavaş gün çekiliyor. Gökyüzü Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi bir renk akşamına dönüşüyor. Hürmetlerimle efendim…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]