subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                          Sabri Tandoğan

 

Yakacık’ta Bir Yaz Günü

(Güzel bir yaz günü… İstanbul, Yakacık / Ayazma’da Pideci Kadir Usta’nın mekânındayız… Asırlık çınarlar, çamlar, ıhlamur ağaçları ve sakız ağaçlarının gölgesinde oturuyoruz. Sohbetimize kuşlar da tatlı ötüşleri ile eşlik ediyor. Değerli büyüğümüz anlatıyor…)


Bir insan kendini sadece kuşların güzelliğine adarsa bir ömür yetmez. Çünkü o kadar güzel kuşlar var ki, o kanatlarındaki renkler, o kadar güzel bir araya gelmiş ki… Her şey bunun gibi. Kedilerin tüylerindeki güzellik… Meselâ o beyaz ayıların güzelliğini seyretmeye bir ömür yetmez. Çiçeklere bakacak olursak, hangi birinin güzelliğini görmeye bir ömür yeter.


Biz orta birde idik. Sema Hanım isimli bir resim öğretmenimiz vardı. Bize büyük ressamların resimlerini gösterir, tanıtırdı. Bir gün Sema Hanım Leonardo Da Vinci’nin ‘Mona Liza’ tablosunu getirdi. Ben o tabloya hayran oldum. Hemen bir ‘Mona Liza’ tablosu aldım. O günden bu yana her gün, ondaki güzelliğe baktım, doyamadım.


Lisede bir müzik öğretmenimiz vardı, Faik Canselen. O da Almanya’da Beethoven’i ihtisasına konu almış. Onu öğrenmiş. Bize büyük müzisyenleri tanıttı. Beethoven’in ‘Dokuzuncu Senfoni’ sini bize sevdirdi. Hâlâ dinledikçe heyecan duyarım.


İşte Yunus bunun için, “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi.” diyor. Yeryüzüne gelen her insanın ayrı bir meziyeti, ayrı bir güzelliği var. İş onu görebilmekte. Dünyada en güç şey, görmeyi öğrenmek…


—Efendim, görmeyi nasıl öğrenir insan?


Sabri Tandoğan: Dikkatle… Meselâ, bir elma al önüne, onu incele. Orada, inanılmaz inceliklerdeki renk farkını görmeye çalış. Farkındalıkları görebilmek önemli…


—Efendim, dikkatin derecesi nasıl artar?


Sabri Tandoğan: Çok küçük yaştan itibaren veya farkına vardıktan sonra, dikkatli olmaya çalışarak. Meselâ ben, önüme bir mum koyardım, dakikalarca ona bakardım. Bir obje alacaksın, önüne koyacaksın, dakikalarca ona bakacaksın. Azize Teresa diyor ki, “Gelin bir anımızı imanlı geçirelim. Bir an sadece Allah’ı düşünelim. Rilke “Görmeyi öğreniyorum. diyor. Öyle basit bir iş değil görmeyi öğrenmek.


—Efendim, insanları tanıyabilmek, anlayabilmek de önemli ve zor bir iş. Bunu nasıl başarabiliriz?


Sabri Tandoğan: Hayatta en zor insanları anlayabilmek. İnsanları gerçek anlamda tanıyabilmek için objektif davranmak, olaylara geniş açıdan bakabilmek, küresel açıdan bakabilmek gerekiyor. Tedbirli olmamız gerekiyor.


—Efendim, duygusal davranmak, bizi bazı gerçekleri görmekten alıkoyar mı?


Sabri Tandoğan: Biz bu duygusallıktan uzaklaşalım. Başkaları bizi ne mutlu etsin ne de üzebilsin.


—Efendim, bazen gerçeği bile bile insan, kendisine zarar veren kişiden uzaklaşamıyor. Bu bazen oluyor veya bir yakın oluyor. Bile bile zillete katlanmak neden?


Sabri Tandoğan: İnsan Allah’a bağlı olmayınca, suni mabutlar buluyor. Bu ya bir sevgili oluyor, ya mevki, makam oluyor. Allah’a bağlı olan adamın hayatında korku olmaz. Ya eşim beni terk ederse…” Demek ki ilerde onun bana hayrı olmayacak. Şimdiden gitsin. Ben de hayatımı ona göre düzenleyeyim. Hayatın büyük tereddütlere tahammülü yok. Kararını vereceksin. Boşanmak, evlenmek, yemek seçimi, giysi seçimi…


          —Efendim, arkadaşlarımızı seçerken nelere dikkat edelim?


Sabri Tandoğan: Birlikte olduğumuz insan bana ne verecek, benim ufkumu açacak mı? Ondan yeni bir şeyler öğrenebilecek miyim? Yoksa benden bir şeyler alıp götürecek mi? Eğer hayatımıza iyi, güzel, doğru adına bir şeyler katabilecek arkadaş bulabilirsek ne alâ, yok ise, işte kuşlar, ağaçlar, gökyüzü, yıldızlar bizim arkadaşımız.


İnsan, daha dünya hayatında iken, beşeri zaaflarından uzaklaşıp, samimi olarak Allah’a bağlanırsa, ebediyete ulaşır. Önemli olan fâni olanı, bâki olana verip, ebediyete ulaşmak… O zaman yaşamanın bir anlamı olur. Mevlânaların, Yunusların yolunda gidersek, ebediyet bizim için de mümkün olur.


Belki de bu ötüşen kuşlar, bize bunu anlatıyor. “Ebediliğe ulaşın!” diyor. “Sonsuzluğa ulaşın…” “Sonsuz güzelliği yaşayın.” diyor. Şu ağaç kaç yüzyıllık? Muhteşem bir ağaç… Belki Sultan Hâmid’in zamanında bu ağaç vardı. Şu bahçeye kimler geldi, kimler geçti…


Hepimiz için en büyük amaç, en büyük yol, tek şey olmalı: Sonsuzluğu bulmak, sonsuzluk kervanına katılmak... Paraydı, puldu, maldı, mülktü, gösterişti, şandı, şöhretti, şehvetti, bunlardan kurtulup, sonsuzluğu kucaklayabilmek. Allah cümlemize nasip etsin. Âmin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]