subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                          Sabri Tandoğan

 

İdrak Üzerine Sohbet

Fatmagül Hanım: Efendim, idrak nedir?


Sabri Tandoğan: İdrak, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayıran bir hassadır.


Fatmagül Hanım: İnsanda idrak nasıl uyanır?


Sabri Tandoğan: İdraki açmanın tek yolu, kalbimizi ve kafamızı saran kirlerden, pisliklerden arınmaktır. İnsanın maddi ve manevi temizliği arttıkça, idraki de artar. İdrak olmadıkça, insanlar ne kadar gayret ederlerse etsinler, yine de iyiye, güzele, doğruya ulaşamazlar. Birçok insan hayat yolunda yürürken, bazı olaylarla karşılaşıyor. Sebebini izah edemiyor. Acaba bu neden benim başıma geldi. Ben ne kadar talihsizmişim diye feryat ediyor. Oysa idrak sahibi bir insan, böyle düşünmez. İşin farkına baştan varır, ona göre tavır alır.


Fatmagül Hanım: Efendim, sanırım en çok evliliklerde bu tip durumlarla karşılaşılıyor. Eşlerden birinin kötü bir huyu veya davranışı ortaya çıkınca, karşı taraf feryadı basıyor. Neden bu benim başıma geldi diye. Oysa idraki açık bir insan bunun önceden farkına varabilir mi? Yani evlenmeyi düşündüğü insanda mevcut olan o kötü huyları fark edebilir mi?


Sabri Tandoğan: Elbette fark edebilir yavrum. Karşı taraf muhakkak bir ipucu verir. Fakat o ipuçları değerlendirilemediği için birçok yanlış evlilikler yapılıyor. Sonra soluğu boşanma mahkemelerinde alıyorlar.


Fatmagül Hanım: Bu hususta sizin deneyimleriniz oldu mu?


Sabri Tandoğan: Olmaz olur mu? Meselâ üniversitede öğrenci iken, ciddi olarak evlenmeyi düşündüğüm bir kız arkadaşım vardı. Hoşuma gitmeyen bir alışkanlığı vardı. Çiklet çiğniyordu. Bir gün kendisine, bundan hoşlanmadığımı belirttim ve çiklet çiğnemekten vazgeçmesini uygun bir dille rica ettim. Beni dinlemedi ve çikletini çiğnemeye devam etti. O zaman ben de onunla evlenmekten vazgeçtim. Çünkü her olayda aynı olumsuz davranışları gösterecekti. Bu hareketler insanın karakterini ele verir. Böyle bir insanla evlense idim, huzurlu, mutlu bir yuvam olmayacaktı. Sürekli didişecektik. Muhakkak evlenecek çiftler açık veriyor. Ama biz bunu idrak edemediğimiz için sağlıklı evlilik yapamıyoruz. Sonra da bu niye benim başıma geldi, kaderim kötüymüş diye dövünüyoruz. Bu kader değil. Her şey ayan beyan ortada, ama biz göremiyoruz. Allah, benim idrakimi çocuk yaşlarımda açtı. İlkokul ikinci sınıfta idim. Hoşuma giden bir kız vardı. Çok zarif, terbiyeli bir kızdı. İlerde o kızla evlenmeyi düşünmüştüm. Onu uzaktan izliyordum. Arkadaşları ile oyun oynamaz, hep bir kenara çekilir, tırnaklarını kemirirdi. Bu beni epey düşündürdü. Ancak psikolojik sorunları olanlar tırnağını kemirirdi. Sorunlu bir insanla evlenmek de doğru olmazdı. O evlilik yürümezdi. Bu kanaate vardıktan sonra, o kız ile evlilik hayalleri bile kurmaktan vazgeçtim. Hakikaten yıllar sonra o kız evlendi, fakat tıpkı düşündüğüm gibi evliliğini yürütemedi. Kısa bir zaman sonra ayrıldılar. İşte idrak böyle bir şey... İnsanı yanlış adımlar atmaktan alıkoyuyor. Siz de sık sık dua edin, “Allah’ım idrakimi arttır.” deyin.


Fatmagül Hanım: Efendim, bazen olaylara duygusal yaklaşıyor, objektif olamıyoruz. Duygusallık, idrakin açılmasına engel olur mu?


Sabri Tandoğan: Duygunun yeri ayrı, aklın yeri ayrıdır. Duygusallık güzeldir, yerinde kullanılırsa. Ama duygusallığın üzerine de bir çabayla çıkılabilir. İnsanlar hakkında önyargılardan uzaklaşmamız gerekir. Bir de bizim hayatta tek gayemiz şu olmalı: Biz bu dünyaya adam olmaya, tekâmül etmeye geldik. İnsanın hayattaki gayesi ne evlenmek, ne çocuk sahibi olmak, ne mal mülk sahibi olmaktır. İnsanın hayattaki tek vazifesi mânen tekâmül etmek. Bir evlilik ki, meselâ hanımı dünya güzeli, üniversite mezunu fakat sürekli kocasını kırıyor, üzüyor. Bu evlilik, o insanı tekâmül ettirmez.


Fatmagül Hanım: Efendim, bütün acılar, ıstıraplar insanı tekâmül ettirmez mi?


Sabri Tandoğan: Hayır yavrum, ettirmez. Öyle acılar ıstıraplar var ki, insanı insanlıktan çıkarır. Bazı hanımlar, “Ben böyle acı çekerek olgunlaşacağım.” diyor. Böyle olgunlaşılmaz. Külahlar ortaya konmalı. Ya medeni iki insan gibi beraberlik sürdürülmeli veya son verilmeli. Tekâmül edebilmemiz için, bizim hayata, insanlara, olaylara objektif bakmamız gerekir. Objektif olabilmek için, sükûnet lâzım. Paskal diyor ki, “Zihni, bir gölün durgun suları halini almadıkça, kimse sağlıklı düşünemez.” Şimdi, bir evlilik ki, taraflar birbirini sürekli iğneliyor, sürekli birbirini incitiyor. İnsan, böyle bir ortamda ne rahatça düşünebilir, ne tekâmül edebilir. İnsan eşinin yanında güzel bir bahar rüzgârının yumuşacık etkisi altında olmalı. Bunun aksi olunca, insan günden güne kişiliğinden kaybeder. Ben bu türlü çilelerin insanı tekâmüle değil, rezilliğe götüreceği inancındayım. Evlilik çile çekme yeri değil, cennet olmalı... Eğer erkek kadınına, kadın erkeğine bu cenneti yaşatamıyorsa, o zaman kapılar ayrılmak için açılır.


Fatmagül Hanım: Sizin evliliğiniz bir cennet hayatı mıydı?


Sabri Tandoğan: Evet biz kırk dört yıl eşimle bir cennet hayatı yaşadık. Her ikimiz de işyerindeki sıkıntılarımızı eve taşımadık. Biz yuvamızda, hep bir güzelliği ve aşkı yaşadık. Yuvamız bizim cennetimiz oldu. Şu an, şurası da cennet değil midir? Ne güzel sohbet ediyoruz. Gayemiz ne para kazanmak, ne mevki, makam sahibi olmak. Sadece Hak rızası... Hayatta zafer, ne para kazanmaktır, ne mevki makam sahibi olmaktır, ne de meşhur olmaktır. Bir tek şey zaferdir, nefsimizin dizginlerini ele almak, nefsimizi terbiye edebilmek...


Fatmagül Hanım: Efendim, eşler arasında ihtilaf çıkınca, ilk adımı kim atmalıdır?


Sabri Tandoğan: Anadolu’da bir tabir vardır, “Sen ağa, ben ağa bu ineği kim sağa?” Eşlerden hangisi Allah’a daha yakınsa, güzelliğe, iyiliğe daha yakınsa, ilk adımı o atmalıdır. İnsanın asıl ihtiyacı, sıcak tertemiz bir sevgi, saygı. İçten sımsıcak bir tebessüm… Bunu evde bulamayan dışarı gidiyor. İlk adım bizden gelmeli. Eğer ses tonumuz içten, sevgi dolu değilse, karşı taraf da etkilenmez. Biz gerek eşimize, gerek topluma ilk adımı atan olmayınca mutluluktan, huzurdan uzak kalırız. Bu sıra bekleme âdetini bırakalım. Yaşadığımız sürece, hem çevremizdeki insanlarla, hem doğayla bir güzelliği paylaşalım. Peygamber Efendimiz Taif’e insanları Hakk’a davet için görevlendirildiğinde, hakarete uğradı. Hatta ayaklarına taş atıldı. Buna rağmen Peygamber Efendimiz’de ne bir kötü duygu, ne bir kötü düşünce, ne de bir beddua... Sadece ellerini açıp dua etti, ‘Allah’ım onlar ne yaptığını bilmiyor. Sen onları bağışla…”


Fatmagül Hanım: Efendim, çok teşekkür ederim. Yeni sohbetlerimizde yine dostlarla birlikte olmak dileği ile hürmetlerimle ellerinizden öpüyorum...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]