subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                   Sabri Tandoğan

 

Bir Büyük Oyun Yaşamak Dediğin

Değerli büyüğümüz, bizlere hayat yolunda yaşantımızı nasıl daha iyiye, daha insancıl bir seviyeye getirebileceğimize dair, ipuçları veriyor.


Sabri Tandoğan: Hayat, hayatın içinde öğrenilir. Sizi sevmeyen birisi için öyle strateji geliştireceksiniz ki, o kişi size hayranlık duyacak. Hayattaki her durum karşısında, yeni strateji geliştirmek önemli. Hayat, hayatın içinde tanınır, hayatın ıstırapları, çileleri içinde. Allah, bu imtihanları niye veriyor. Kafamızı çalıştıralım diye.


  Efendim, hayatın zorlukları karşısında nasıl tavır alalım ki yıkılmadan, dimdik ayakta durabilelim?


Sabri Tandoğan: Bütün  mesele  hayatı  ve  realiteyi olduğu gibi kabullenmek, olaylara sükûnetle bakmak. İnsanların hayatında büyük kasırgaların koptuğu zamanlarda, sığınacakları sığınakları yoksa, onlar sürüklenir giderler. Nedir bu sığınaklar? Dindir, tasavvuftur, dosttur. Seccade de hayatın katılıklarına, fırtınalarına karşı bir sığınak, bir barınaktır. Necip Fazıl,


 “Beni kimsecikler okşamaz madem,


Öp beni alnımdan, sen öp seccadem.”


diyor bir şiirinde. Kimi insan şiir sever,  sığınaktır. Kimi müzik sever, o da sığınaktır, barınaktır. Dokuzuncu Senfoni’yi dinleyen, Itri’yi, Dede Efendi’yi dinleyende huzursuzluk kalır mı? Mesele, o sığınaklara sahip olmaktır. O sığınakları idrak edebilmektir.


—Efendim, çevremize bakıyoruz, henüz lise çağında genç kızlar erkek arkadaş, yani flört ediniyor. Biz çocuklarımızı bu konuda nasıl bilinçlendirelim?


Sabri Tandoğan: Yavrum hayatta her şeyin bir zamanı var, usulü var. Sevmek, sevilmek bir genç kız için, bir delikanlı için çok güzel bir şey. Ama her şeyin vakti, saati var. Önce okul bitirilecek. Tahsil hayatından sonra, bir meslek edinecek. Sonra çevresinde, onunla evlenmek isteyen, ciddi bir insanla yuvasını kuracak. Eşiyle flört edebilir. “Helâl dairesi keyfe kâfidir.” buyruluyor bir Hadis-i Şerif’te.


Eğer derse ki, Yok ben hem okurum, hem flört edinirim.” Maalesef orada yanılmış olur. Çünkü bu, insan doğasına aykırı bir durum. Bir insan bir ilişkiye girdiği zaman tüm dikkati oraya yoğunlaşır. O zaman okuyamaz. Kafa dağılır. Ribo “Dikkat bir bütündür, bölünemez.” diyor.


   Efendim, çocuklarımıza nasıl faydalı olacağız? Onların daha iyi, daha doğru yaşamaları adına…


Sabri Tandoğan: Bir ailenin evladına yapacağı en büyük iyilik, onun hayatı tanımasına yardımcı olmaktır.


İlkokulda idim. Kese kâğıdı yapar, satardım. Sümerbank’a gider, önlüğümü, yakamı alırdım. Çantamı, kitaplarımı kazandığım para ile alırdım. Bir gün babam beni görmüş. Eve geldiğinde çok kızdı. “Sen ne yapıyorsun, bir tanecik oğlumun ihtiyaçlarını karşılamaktan aciz miyim?” diye söyledi. Annem, “Dur Rüştü Bey, oğlum hayatı tanıyacak, ayaklarının üzerinde duracak.” dedi. Çocuğun hayatı tanıması lâzım. Daha çok akşam sohbetleri, bu konuya tahsis edilmeli.


İlkokul ikide idim. Öğlen eve gelirdim. Evi bir güzel süpürürdüm. Sobayı yakardım, ertesi günün odun, kömürünü hazırlardım. Sonra fileyi alır çarşıya giderdim. O akşam ne yenilecekse, onun tayini, tespiti bana aitti. Çarşıya gider malzemeleri alırdım, ne pişecekse, eve gelirdim. Meselâ akşama kuru fasulye pişecekse sobanın üstüne koyar, haşlardım. Annem eve gelince, ona kolaylık olsun diye. Çocuğu hayata hazırlamak lâzım. Bu da ona çok planlı, sistemli bir şekilde fırsat vererek olur.


—Olaylar karşısında nerede aklımızı, nerede duygularımızı kullanalım?


         Sabri Tandoğan: Baktığımız süje, maddeye bağlı ise, mantıkla halledelim. Bütçe duygu ile yapılmaz. Akılla, mantıkla yapılır. Meselâ balkona oturmuşsun, güneş batıyor. Çok güzel renkler var. Renklere dalıyorsun. Burada da mantık olmaz. Duygular harekete geçmeli.


Efendim, meselâ Necip Fazıl’ın “Akşam” şiiri okunabilir mi? Sizden rica etsek…


Sabri Tandoğan: Elbette...


 “Güneş çekildi demin.


 Doğdu bir renk akşamı,


Bu bütün günlerimin


İçime denk akşamı


Akşamı duya, duya,


Sular yattı uykuya


Kızıllık çöktü suya


Sandım bir cenk akşamı.”


 (Duygularımızın harekete geçtiği, çoğumuzun gözlerimizin içinin dolu dolu olduğu, yüzlerimizin mutlu tebessümlerle güzelleştiği bir an. İçimizi kaplayan güzellik duygusu ile şükranlarımızı ellerimizi çırparak ifade ediyoruz. Değerli büyüğümüz bir ibadet şevki ve heyecanı ile sohbete devam ediyor.)


Şekspir, “Duygularınızla düşüncenizin arasına fesat sokmayınız.” der. Hakikatler her an bütün insanların gözlerinin önünde. O hakikatler bazen insanlarla, bazen hayvanlarla, bazen bitkilerle bize duyuruluyor. Bütün mesele onları hissetmek… Şöyle bir bakalım. Karşıdaki ağaçlar, çiçekler, şu tabaklar, bardaklar bize neler neler söylüyor. Kaç kişi bunları fark ediyor?


Efendim, insanların kafası bilinçli olarak karıştırılıyor. Gerek TV programları ile gerek moda denilen yönlendirmelerle.


Sabri Tandoğan: Benim için iki hedef var. Allah ne der, Peygamber (s.a.v.) ne der. Onun dışında başkaları ne derse desin. Hayatta en büyük, en tehlikeli hastalık, kafa karışıklığı… O bunu der, şu şunu der. Olayları doğru teşhis etmek gerekir. Beynin kendine göre çalışma prensibi vardır. Tereddütler içinde kalmaktan beyin hoşlanmıyor. Karısını aldatan erkeklerin alzheimera yakalanma riski fazladır. Çünkü Ya biri görürse, ya karım duyarsa!” diye tereddütler, endişeler, stres, aşırı heyecan insanı yorar. Beynin çalışma prensipleri var. Ona dikkat etmeye mecburuz. Bazısı “Ben niye Vehbi Koç olamadım?” diye düşünüp duruyor. Bunu o kadar çok sorguluyor ki… Bazı şeyleri fazla sorgulamayacağız. Aşk, evlilik, zenginlik… Acaba kazandığı paranın zekâtını veren kaç zengin var. Demek ki Allah’ın sana takdir ettiği rızık o kadar. Kanaat, sabır, şükür... İnsanı insan yapan üç meziyet. Elimizde karnımızı doyuracak bir dilim ekmek varsa, ona şükredeceğiz. Cenabı Hak, “Şikâyet edenin derdini, şükredenin nimetini artırırım.” buyuruyor.


           Katiyen negatif söz söylemeyeceğiz. Evimizde, işyerinde, hiçbir yerde… Toplum içinde evvela biz güçlü insan olacağız. Kimseyi hor hakir görmeden, ama kimseye de kendini ezdirmeden, kimseye eyvallah etmeden mütevazı bir hayat yaşayacağız.


Efendim, kafamızın içinin de pozitif olması gerekli mi? Negatif söz söylemesek bile düşüncelerimizde barındırmamız bize zarar verir mi?


Sabri Tandoğan: Düşüncelerimizden de sorumluyuz. Her şey düşüncede başlar. Aynen o fiili yapmış gibi yargılanacağız. Düşüncelerimizi temiz tutmamız gerekiyor.


Efendim, irademizi geliştirmek için ne yapalım?


Sabri Tandoğan: Küçük küçük egzersizler yapalım. Meselâ ben ilkokulda iken harçlığımla kiraz alırdım. Öyle bakardım kiraza, yemezdim. Bu bir egzersiz. Meselâ bir mum yakar masaya koyardım. Yalnız hiçbir şey düşünmeden o muma bakardım. Veya iki yüz sayfalık bir kitap alırdım. “Bu kitap bitmeden uyumayacağım.” derdim. Önemli olan kendini hayata hazırlamaktır.


Hayatta daima dikkatli olacağız. Kime karşı? Herkese karşı. Münir Bey derdi ki, “Hayatta ne kadar sokağa düşen kadın varsa, onları oraya düşüren erkeklerdir.” Biz önyargılı yaklaşıyoruz olaylara.


İngilizlerde centilmen; kibar, zarif, asil olan adam demek. (Centil=kibar, zarif / men=adam) İngilizler der ki,


“Centilmen odur ki, bir sokak kadınından ayrılırken bile, ona saygı ile selam verir, reverans yapar.”


 (Edebi Artırmanın Yolları)


Şükretmek, sabretmek, sükût etmek, az yemek, az uyumak, tefekkür etmek, Allah rızası için insanlara yardım etmek, günün muhtelif zamanlarında “Estağfurullah” demek, her işe besmeleyle başlamak, “Ben şunu isterim, bunu isterim.” Diyeceğine, Allah’ın nimetlerine lâyık olmaya çalışmak, onların mahiyetini düşünmek gerekir. “Ya hayır söyle yahut sus.” Hadisini ömür boyu düşünmek gerekir. Cennet, cehennem kapıları da bu Hadise bağlı. Mutlu mu, başarılı olmak istiyorsun, bu Hadise sarılacaksın. “Konuşmanın hası sükûttur.” diyor Yunus Emre. Bir İslâm büyüğü de, “İnsan ya sükût etmeli, ya da sükûttan daha güzel bir söz söylemelidir.” diyor.


 (Değerli Büyüğümüze soruyoruz)


Efendim, uğursuzluk var mıdır?


Sabri Tandoğan: Hayır, ama şöyle bir durum vardır. Bir kimse negatif enerji taşıyorsa, onun bir eşyasını alıp kullanmak, o negatifliği bize de aksettirir. Yoksa sayılarda günlerde negatiflik olmaz. Madem biz “Her şey Hakk’tan” diyoruz, o halde bir şey için “Bu uğursuz” dersek, o zaman bu çizginin dışına çıkmış oluruz.


—Gıybetten nasıl kurtulalım?


         Sabri Tandoğan: Gıybet yapacağınız zaman gıybetin otuz zinadan daha günah olduğunu hatırlayın, gıybet yapamazsınız.


—Efendim, gıybetin ölçüsü nedir? Hangi sözümüz gıybete girer?


Sabri Tandoğan: Ölçü şu, bizim arkasından konuştuğumuz kişi eğer bunu duyduğunda, rahatsız,  tedirgin, huzursuz olacaksa, uykusu kaçacaksa, o gıybettir. Meselâ hırsızlığı, yolsuzluğu, memleket çapında herkes tarafından biliniyorsa, ondan bahsedilmesi gıybet değildir. Namussuzu herkes bilsin ki, onun çarkına kapılmasın. Hatta kötünün kötülüğünü söylemek sevaptır. Zalimin zulmünü anlatmak, levmetmek gerekir. Aman dikkatli olalım, “Kötülerin övülmesi arşı titretir.” buyruluyor bir Hadis-i Şerif’te. İyi bir insana en ufak bir imada dahi bulunmak, cehennemin dibine gidecek kadar günah.


Efendim, hayatı, insanları sorgulamamız doğru olur mu?


Sabri Tandoğan: Sorgulamak, ister istemez olur. Bu bizim elimizde değil. Ben hayat karşısında tavır almak istiyorsam, hem kendimi, hem hayatı sorgularım. Bütün dev insanlar hayatı sorgulayan insanlardan çıkmıştır. Hayatı, insanları sorgulamamız çok doğal. Düşünmek hayatın en önemli fonksiyonudur. Ama vıdı vıdı haline dönüşmemeli. Marazi, psikolojik bir hal almamalı. Herkesten her an şüphe duyarsak, sonunda marazi bir hal alır ve insanı hasta eder.


Efendim, manen temizlenmiş insanlar bir takım güçlere sahip olabiliyor mu?


Sabri Tandoğan: Evet. Biz kendimizdeki gücü kullanamıyoruz. Bir kimse isterse ve o ruh temizliğine ulaşmışsa, o, Peygamber yakınlığına ulaşmışsa, tayy-i mekân da yapabilir.


  Pişmanlık duyacağımız davranışlardan kendimizi nasıl sakınalım?


Sabri Tandoğan: Daima manevi hayatla irtibat halinde olmalıyız. “Bu kuş niye yaratılmış, niye bu ağaç böyle, ben bunlardan ne hikmetler bulabilirim?” diye düşünmelidir. Gün içinde kendini sürekli Allah’ın huzurunda hisseden insan pişman olmaz. Sürekli olarak, bugün neler öğrenebilirim, hangi zararlı huyumdan vazgeçebilirim, yararlı neler yapabilirim diye düşünmelidir.


İnsanın tekâmülü çok yönlü olacak. Sadece ekmek parası kazanmakla olmaz. Biz her geçen gün daha güzel konuşmaya, daha güzel giyinmeye, daha edepli olmaya çalışacağız.


Beş yaşındaki bir çocuğa da, bir hamala da bir şeyler öğrenmek için bakabiliyor muyuz? Mesele buradadır. Bir Veli zata soruyorlar, “mürşidin kimdir?”diye. “Bir kedi” diyor. “Bir kedi, fare deliğinden bir fare başı uzandığını görünce, orada bütün gün sabırla, dikkat kesilerek, bekledi, vazgeçmedi. Bu yönüyle beni irşad etti.” diyor.


İnsan, cansız varlıklardan da bir şeyler öğrenebilir. Onlara da bu gözle bakmalıdır. Meselâ bir bardak bize hizmet edebilmek için bekliyor, bazen yıllarca bekliyor. Bazen bir tohumdan, orman meydana geliyor. Onun için çok dikkatli olalım. Her zerreye, saygı, sevgi, ilgi gösterelim. Daima bu dikkat ve uyanıklık içinde olursak, gün gelir Yunus gibi, biz de, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diyebiliriz İnşallah…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]