subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                   Sabri Tandoğan

 

İstanbul’da Bir Yaz Günü

Efendim, İstanbul yine varlığınızla aydınlanıyor, ışıyor. Fenerbahçe’de TCDD tesislerinde büyük çınar ağacının altında çok tatlı esen rüzgâr, denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi gözlerimize, kulaklarımıza, ruhlarımıza hitap eden güzellikler içinde, sizin nağme dolu tatlı sohbetlerinizi çok şükür dinliyoruz. Rabbim idrakimizi artırsın.


Küçük bir kardeşimiz soruyor.


Allah’ın varlığını çok merak ediyorum, bir türlü anlayamıyorum. Ama sürekli kafamı kurcalıyor.


Sabri Tandoğan: Yavrum, sen ömür boyu düşünsen yine de anlayamazsın. Ama sonunda fıttırırsın. Bazı şeyleri idrak edemeyeceğimizi anlamamız lâzım. Bir Hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki, “Allah’ın zatını tefekkür etmeyin, sıfatlarını düşünün. Çünkü dayanamazsınız.” Meselâ şu kırmızı sardunyaya bakın, kırmızı çiçekler, yeşil yaprakları ile nasıl bir uyum içinde... Arıları, karıncaları düşünün. Karınca kendi ağırlığının otuz altı misli ağırlık taşıyor. Allah’ın yarattığı güzelliklere hayranlık duyun, fakat zatını düşünmeyin. Ziya Paşa diyor ki,


 “İdraki meâli bu küçük akla gerekmez


Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”


Kim ki İlm-i Kelâm’da ileri gitmiştir, o fıttırmıştır. Çünkü Kelâm ilmi Allah’ın zatına  götürür.  Niye Allah,  dünyayı yuvarlak yarattı da dört köşe yaratmadı? Niye şeytan Havva’yı kandırdı da, Cennet’ten kovuldu. Onu biz bilemeyiz ve kaldıramayız. Her kim ki böyle saçma sapan suallere başlarsa, fıttırma da başlar. Peygamberimiz bir Hadis’inde, “Allah’ım faydasız ilimden Sana sığınırım.” buyuruyor.


Hüsnü Ağa’nın bildiği, 3 İhlâs, 1 Fatiha idi. Tertemiz yaşadı. Son nefesinde Peygamber Efendimiz onu yolcu etti.


Nasıl güzel namaz kılabiliriz? Namaza duruyoruz, aklımıza bin bir türlü şeyler geliyor. Bunu nasıl aşabiliriz?


Sabri Tandoğan: Hayat bir bütündür. Bir insan hangi işi yapıyorsa onu en güzel şekilde yapmalı, dikiş dikiyorsa onu mükemmel dikmeli, lavabo ovuyorsa onu her seferinde daha temiz ovmaya çalışmalı. Örneğin, ben her telefon konuşmamda nasıl daha güzel hitap edebilirim diye düşünürüm. Her seferinde ses tonumu daha güzel kullanmaya gayret ederim. Bazen sırf sesimi duymak için beni arayanlar olur. Hayatın her alanında aynı edep, dikkat içinde olduğumuz zaman, her an Hakk’la beraber oluyoruz. O zaman namazımız da güzel oluyor.


 (Kızı evlenemediği için üzülen bir hanımın sorusu üzerine hocamızın verdiği cevap)


Allah nasip ederse, her şey olur. Bizim istemememiz gerekir. Allah, benim evlenmemi nasip ettiyse, karşıma bir çıkartır. Hz. İsa da evlenmedi. Bazen de evlenmemekte fayda vardır. Kimi insan da, terfi etmedim diye karalar bağlar. Ben kâtip olarak girdiysem bir işyerine, işimi en iyi şekilde yapacağım. Herkese saygılı olacağım. Arkadaşlarımla güzel geçineceğim. İmkânlarıma göre tertemiz giyineceğim. Üslere yağcılık yapıp da, odacılara karşı kaba, çirkin hitaplarda bulunmak çok çirkin bir davranış. Efendi insan herkese karşı saygılıdır. Nasipte varsa, terfi de ederiz, evleniriz de, ev sahibi de oluruz... Nasipte yoksa can sağlığı...


 (Bazı insanlar şikâyeti yaşama üslubu haline getirir)


Lütfen şu şikâyeti bırakalım. Yan, ama tütme. Yanıyorsak, yanalım. Ama şikâyet etmeyelim. İslâmda münakaşa yoktur.


 (Rızk endişesi üzerine sorulan bir soruya hocamızın cevabı)


Âşık insan, Allah’a aşkla bağlı insan, rızkı için endişe etmez. Ya yarın kalırsam, ya yarın dolar yükselirse, ya şöyle olursa, ya böyle olursa demek inançsızlığın göstergesidir.


 (Hayatımızı son anımıza kadar daha iyiye, güzele götürmek üzerine hocamızın tavsiyeleri)


Her gün daha iyiye gitmek için, ‘Hazreti İnsan’ olabilmek için, mücadele edeceğiz. Her şey öyle çaba ister, sabır ister. Elektriği bulmak için Edison iki yüz bin deney yaptı. Sabır olmadan bu olur mu? Ama o, “İnsanlara faydalı olacağım, benim ışığım altında hastanelerde ameliyatlar yapılacak, üniversitelerde öğrenciler okuyacak…” diye düşüne düşüne iki yüz bin deney yapmış. Ya bulamasaydın?” diye sormuşlar. “O zaman yine denemeye devam ederdim, üç yüz bin deney daha yapardım.” demiş...


 (Hocamızın sohbetine katılan misafirlerden birisi soruyor)


Bu kadar çok çalışmak insanı yıpratmaz mı?


Sabri Tandoğan: Bunu, yani sabrı, yıpranma diye düşünmeyin. Peygamberimiz (s.a.v.), “Allah’a kasem ederim ki benim kadar kimse sıkıntı çekmedi, ıstırap çekmedi.” buyuruyorlar. Yıprandı mı? Hayır... Allah yolunda mücadele etti.


Bütün hayat, faaliyet üzerine kurulmuş. Hayatta her şey hareket halinde. Biz kafa, ruh, beden tembelliği yapınca, hayatın dışına çıkmış oluyoruz. Fizyolojide bir kanun var, “İşlemeyen uzuv dumura uğrar.”


Beyin hücreleri çok hassasmış. Devamlı çalışmak istermiş. Bunlar olmayınca, beyin hücreleri ölmeye başlıyor. Onun için fikren, bedenen, ruhen, devamlı çalışmak gerekir. Daimi bir hareket içinde olalım. Son nefese kadar...


Ne ile meşgulsen, bütün detaylarıyla, nüanslarıyla o işe sarıldığında, Allah ile birlikte olacaksın.


 (Hocamız illa konuşmak gerekmediğini, sükût ile de çok şey anlatılabileceğini bize sık sık hatırlatır)


Sükûtla da bazen kelâm söylenir. Bir insan, hiç ağzını açmadan bir topluluk içinde o kadar zarif, kibar, asil bir şekilde oturur, o kadar zarif, kibar, incelikle dinleyebilir ki... Aradan yirmi yıl, otuz yıl geçer, o toplantıda bulunan herkes unutulur, o toplantıda söylenen bütün sözler unutulur, ama o insanın edebi, zarafeti, inceliği ebediyen unutulmaz. En kudretli kelam, sükûttur. Ama öyle heyheyleri üstünde bir sükût değil. Kelâmda sihirli bir güç var. Kelâm çok tehlikeli. Yunus, der ki,


 “Söz ola kese savaşı,


Söz ola kestire başı,


Söz ola ağulu aşı,


Yağ ile bal ide bir söz...”


Bütün mesele, kelâmın inceliğine ulaşana dek sükût etmek. Tasavvufta bir kural var. Derler ki, “Söylenen söz, vücut bulur.”


Biz nefsle dolu iken konuşursak, bu sadece insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Kelâmın gücünü elde etmeden mütemadiyen konuşmak, hem insanı yıpratır, hem karşı tarafı uzaklaştırır.


—Kelâmın gücü nasıl elde edilir?


Sabri Tandoğan: Yavrum, hepimiz her an, her yerde imtihan içindeyiz. Önemli olan bu imtihanlardan yüzümüzün akıyla çıkabilmek. Bunun için de son derece dikkatli, uyanık olmak zorundayız. Her tecellide ayrı bir hikmet, ayrı bir güzellik var.  “Görenedir  görene,  köre  nedir, köre ne?” Yunus Emre bir karıncaya bakar bakar da ürperir, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” der. Bizler de hayattaki her zerreye, her tecelliye, her oluşa Yunus Emre’nin aşkı, şevki ve heyecanı içinde bakalım. Unutmayalım ki insana ders vermeyecek, ibret olmayacak, insanı ürpertmeyecek hiçbir olay yoktur. Yeter ki görmesini bilelim. Âşık Veysel bir şiirinde, Yumma gözün kör gibi.” der. Biz de gözlerimizi dört açalım. Hayat sandığımız kadar uzun değil. İşte geldik gidiyoruz. Bir gün gelecek karşımızda Azrail a.s.’ı göreceğiz. Ondan sonra artık yapılacak hiçbir şey yok. Eskiler derlerdi ki, “Ne verirsen elinle, o gider seninle.” Hepimiz her anımızı değerlendirelim, bir hayır yapalım, bir dertlinin derdini paylaşalım, mustarip bir insana dost olalım, arkadaş olalım. Bu fırsatları değerlendirebilenler ne güzel insanlardır. Allah, onlardan razı olsun. Yarın sırat köprüsünden nasıl geçeceğiz? Bunun hazırlığını yapmayanlar ne kadar pişman olacaklardır. Ama son pişmanlık fayda getirmeyecektir.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]