Sohbetimiz çocuk eğitiminin temel kuralları ile başlıyor.
Sabri Tandoğan: Biz annemle hep ruh tahlilleri yapardık çevremizdeki insanlar hakkında. Şu davranış doğru, bu davranış yanlış diye. Annem olaylara hep objektif bir gözle bakardı.
Dünyada en zor şey, çocuk terbiyesidir. Ben beş yaşında iken annem bana her şeyi vermiş. Ben farkında değilim. Bugünkü ben, annemin inşa ettiği benim.
— Çocuk eğitiminde bilinçli annenin rolü çok önemli demek ki…
Sabri Tandoğan: Çocuk eğitiminin başarılı olabilmesi için, önce eğiticinin iyi yetişmiş olması lâzım. İnsan kendini yetiştirmeden, belli bir olgunluk düzeyine gelmeden oğlunu veya kızını yetiştiremez.
— Çocuk eğitiminde sevgide sınır olmalı mı?
Sabri Tandoğan: Aşırı sevgi çocuğa objektif bir tavır takınılmasına engel oluyor. Anne baba çocuğunu ne kadar çok severse sevsin, ona karşı objektif bir tavır takınmak zorunda.
— Efendim, tüm alışkanlıklarımız çocuk yaşlarda kazanılıyor. Büyüklerimiz “Ağaç yaş iken eğilir.” demişler. Çocuğu eğitirken dayakla cezalandırmak doğru mu?
Sabri Tandoğan: Çocuğu dayakla cezalandırmak, onu yüz göz eder. Ne çocuk, ne eş, ne hayvan dövülmez. Çocukla çok küçük yaştan itibaren diyalog kurulacak. Bu diyalog medenice olacak. Çocuğa sevgi, saygı gösterilecek. Ama asla şımartılmayacak. Bu annemin metodu idi. Ben hayatım boyunca dayak, tokat olayını görmedim. Şimdiki anneler çocuklarıyla doğru dürüst konuşmuyorlar. Çocuk, kelimelerin telaffuzunu, diksiyonu anne babasından öğrenir.
(Genç bir arkadaşımız anlatıyor…)
— Üç dört yaşlarındayım. Bir yakınımız bize bir kristal vazo hediye etmişti. Paket açılınca ben de merakla yanaştım, dokunmak istedim. Annem elimden hızla çekti, “Bırak kıracaksın!” dedi. Sonra hemen benden kaçırarak dolabın üstüne kaldırdı benim oraya ulaşamayacağımı düşünerek. Ben de annemin işi olduğu bir saatte sandalyeye çıkarak vazoyu elime aldım. Düşürdüm ve vazo kırıldı…
(Bu öykü bizi derin derin düşündürmüştü. Hepimize çok mânidar gelmişti.)
Sabri Tandoğan: Demek ki, çocuğun elinden eşyayı kaçırmak doğru bir çözüm yolu değil. Aksine eşya ile çocuk arasında medeni ve saygıya, sevgiye dayanan bir iletişim kurulmasını sağlamak…
— Efendim, müsaade buyurursanız bu hususla alakalı bir deneyimimi anlatabilir miyim?
Sabri Tandoğan: Tabii yavrum buyur.
— Efendim, kızımın evine gitmiştim. Torunum bir buçuk yaşındaydı. Bir iş için dışarı çıkmıştım. Dönerken bir kitapçıya uğradım. Bir iki kitap aldım. Sonra eve döndüm. Kitapları sehpanın üzerine bıraktım. Kızım dedi ki, “Anne kitapları sehpaya bırakmasaydın, Doruk görürse, alır yırtar.” Ben de “Yok canım, neden yırtsın ki?” dedim. O sırada Doruk kitaplara doğru hızla, heyecanla koşmaya başladı. Ben de kitaplardan birini sehpadan aldım, ona uzattım. “Bak yavrum bu kitap, gel dokun.” Ben öyle deyince sakinleşti. Dikkat kesildi. Kitaba elini dokundurdum, okşattırdım. Kitabın üzerindeki yazıları ona okudum, resimleri gösterdim. “Şimdi ben bu kitabı okuyacağım. Sen de dinlemek istersen gel yanıma otur.” dedim. Usulca geldi yanıma oturdu. O sırada ben gözlüğümü aldım. Gözlüğe baktı, elini uzattı. “Yavrum bu da benim gözlüğüm.” dedim bunu takmadan okuyamıyorum. Gözlüğe dokunmasına, incelemesine izin verdim. Merakı geçti. Ve okumaya başladık. Tam on dakika büyük bir dikkatle beni dinledi efendim. Kızım hayret etti.
Sabri Tandoğan: Yavrum bu harikulade önemli bir olay… Psikoloji kitaplarına geçecek kadar önemli. Senin çocuğa yaklaşımın, onun eşyayla temasını sağlaman ne kadar güzel… Çocuklar o yaşlarda çevrelerinde gördükleri her şeyi tanımak isterler. Senin kitabı kaçırmadan ona okşattırman, tanıtman ondaki bu merak duygusunu giderdi. Çocuğun eşyayla temasında insanca bir yaklaşım sergilemişsin… İşte yavrum çocukla böyle diyalog kurulur. Biz çocuğu sözden anlamaz diye itham ediyoruz, onunla insanca, medenice bir ilişki kuramıyoruz. Anlar, vallahi anlar, billahi anlar. Fatmagül’ün yaklaşımı gibi yaklaşırsan her çocuk sözden de anlar. Eşyaya saygı duymasını da öğrenir. Anne babasına saygı duymasını da öğrenir. Ben daima anneme, babama saygı duydum. Hiçbir zaman aramızda laubalilik olmadı. Daha ben, üç dört yaşlarında iken bile bir büyük adama hitap eder gibi bana hitap ederlerdi.
Meselâ, akıl baliğ oldum. Annem beni karşısına aldı, “Bak oğlum” dedi “Çevre kızlarla dolu, onlara kardeşten farklı bir gözle bakarsan sana hakkımı helâl etmem. Onlar senin kız kardeşin. Onlara başka gözle bakmayacaksın.” dedi. Bu sözler, bütün hayatımı kuşattı benim. Bir kere bile bir kız arkadaşıma, kardeşten başka türlü bakmadım.
Çocuklarımıza güzel şeyler öğretmek zorundayız. Her şeyi, annem bana büyük bir insana söyler gibi söylerdi ve bir kere söylerdi. Ben aklıma gelen her soruyu anneme sorardım. Annem bana açık açık anlatırdı. Eğitim ailede başlar. Çocuk doğduğu anda terbiye edilmeli. Çocuk küçük yaşta eğitilirse, eğitiliyor. Aksi halde, çevremizde örneklerini gördüğümüz firavunlar yetişiyor.
— Aileler tarafından bu şekilde firavunlaştırılmış çocukların ileri yaşlarda eğitilmesi mümkün mü?
Sabri Tandoğan: Çok zor… Öncelikle, ailenin bu bilince varmış olması lâzım. Yani şımarttıkları çocuklarının hem kendilerinin hem de çevresindekilerin başına bela olacağını anlamaları lâzım. En büyük zararı kendi çocuklarına verdiklerinin bilincine varmış olmaları lâzım. Kesin ve ciddi tavırlar alınarak, çocuk normal hale gelebilir, iyinin, güzelin, doğrunun yolunda dengeli bir hayata adım atabilir.
Meselâ ben ailesi tarafından şımartılmış birkaç çocuğa şok tedavisi uygulayarak onları tedavi ettim. Çoğunda, aileler ne yapmak istediğimi bildikleri ve bana destek verdikleri zaman Allahın izni ile çocukları o halden kurtardık. Fakat bazı anne ve babalardan da çok tepki aldım. Benim çocuğuma ne hakla bağırırsın diye karşı çıkanlar oldu. Yarın o çocuklar anne veya babalarının katili olursa hiç şaşırmam.
Genelde eğitim bilincinden yoksun bir toplum olduk. Allah sonunu hayır getirsin. Son nefese kadar, anne babanın vazifesi bitmiyor. Örnek olacak çocuklarına. Son nefeste bile iman ile çene kapayıp, örnek olacak.
— Efendim, bir yakınım çocukları ve eşi üzerinde etkili olamadığını, bu yüzden çok üzüldüğünü, sonunda onları kendi haline bıraktığını söylüyor. Ona bu hususta neler tavsiye edersiniz?
Sabri Tandoğan: Çocuklarımızla, eşimizle güzel diyalog içinde olalım. Biz kendi halimizle, yaşantımızla onlara örnek olalım. Annem bana bir kere bile nutuk atmadı. Ama hep yaşantısı ile örnek oldu. Edebiyat öğretmeni idi, çok dindardı. Çok modern bir hanımdı ama aynı zamanda çok dindardı. Namazını bir gün bile kazaya bırakmazdı. Sözlerle hareketler birbirini tamamlamazsa etkili olunmuyor. Mühim olan örnek olabilmek… İnançlar yaşanmadıkça hiçbir şey ifade etmez.
Biz niye Hz. Muhammed (s.a.v.)’i aşkla seviyoruz? Çünkü O’nun sözleri ile yaşantısı arasında hiçbir çelişki yok. Ne demişse onu yaşamış.
Mesele insanı işleyebilmekte… Miss Sullivan olmasaydı, Helen Keller olamazdı. Ona aşk verdi, yaşama sevinci verdi. Helen Keller kör, sağır, dilsiz olduğu halde, iç dünyasının güzelliklerini yansıtan kitaplar yazdı. Bütün mesele insanın içinde o aşkın uyandırılması.
Anasından deha doğan hiç kimse yok. Mühim olan insanın içindeki dehayı uyandırmak… Allah her insana doğuştan farklı kabiliyetler veriyor. Ama bunu işleyecek anne baba lâzım. Onu işleyecek öğretmen lâzım. Onu işleyecek komşu lâzım. Onu işleyecek toplum lâzım.
Annem bana çok küçük yaşlarda sorumluluk duygusunu kazandırdı. Üç yaşındaydım. Beni bakkala gönderdi. Oğlum git Çapa marka karabiber al dedi. Gittim “Bakkal amca bana karabiber ver.” dedim, “Ama Çapa marka olacak.” Karabiberi aldım. Eve bir gidişim var. Büyük bir iş başarmış, kendine güveni artmış, bir imparator edasıyla eve geldim.
Üç buçuk yaşında annem beni manava gönderdi. “Oğlum git bir kilo domates al.” dedi. Gittim aldım. Annem aldı domatesleri. Manav ne kadar çürük çarık domates varsa doldurmuş. Annem hiçbir şey demedi, içlerinde bir tane sağlam domates buldu. Onu güzelce yıkadı, bir tabağa koydu. Aferin oğlum dedi. Bundan sonra alacağın domatesler böyle güzel olsun. Sonra komşu teyzelere gösterdi, “Bakın oğlum ne güzel domates almış.” dedi.
Mühim olan çocuğu hayata hazırlamak…