Zaman zaman değerli dostlarla birlikte oluyoruz. Yine böyle bir günde, hayatı güzel yaşamak bahis konusu idi… Değerli büyüğümüz anlatıyor:
Sabri Tandoğan: Yarabbi, ne muhteşem bir dünyada yaşıyoruz. Geçen gün bir genç geldi, “Efendim, bana cenneti biraz anlatır mısınız?” dedi. “Sevgili yavrum” dedim, “biz zaten cennette yaşıyoruz. Sağına, soluna bir baksana. Kur’an-ı Kerim’de ne buyruluyor? “Ne yana bakarsan bak Allah’ın vechi oradadır.” Bize düşen görev her zerrede Hakkın varlığını müşahede edebilmek. Her zerreden zikredenin Allah olduğunun bilincine varabilmek.”
— Efendim, insan bu bilince varınca, manen de “Veli” mertebesinde olur mu?
Sabri Tandoğan: Hasan Burkay Hazretlerine soruyorlar, “Efendim, veli kimdir?” Hazret buyuruyor, “Her gördüğü zerreden en az elli beş manâ çıkarabilen kimse velidir.” Aman yavrum, dikkatli olalım. Sağımız, solumuz, yanımız, yöremiz hep mucizelerle dolu. Onların farkına varalım, algılayalım, özümleyelim.
Bir gün Danıştayda öğle tatilinde idim. Günlüğümü aldım yazıyorum. O sırada Selahattin Falay içeri girdi. “Ne yapıyorsun Sabri?” diye sordu. “Günlüğüme yazıyorum.” dedim. “Son yazdığın cümleyi okur musun?” dedi. Okudum, “Hayat, seni seviyorum.” dedim. Selahattin Bey çok heyecanlandı.
Çocukluğum çok güzel geçti. Gençliğim de öyle, orta yaşlılığım da… Şimdi yaşlandım, yine çok güzel geçiyor. Dostlarımla birlikte sohbet etmek, onlarla bir şeyler yemek, beni çok mutlu ediyor.
— Tasavvufu yaşayan bir insan olarak size “Tasavvufu” sorsak, bize nasıl tarif edersiniz?
— Sabri Tandoğan: Tasavvuf, halinden razı olmak, bütün kâinatla dost olmaktır. Hani Hacca giderken insanlar, küskün oldukları ile barışıyorlar... İşte öyle, bütün kâinatla barış, biliş içinde olacaksın. Sana “Düşmanın kim?” diye sorsalar, “Benim düşmanım yok.” diyeceksin. Hep şükür ve edep içinde olacaksın. Tasavvufta şikâyet yok.
Meselâ arabesk, insanları hayata küstürüyor. Burada hayat, insanlar kötüleniyor. Bundan kârımız ne? Kendimize zarar veriyoruz.
(Kırgınlıklardan, küskünlüklerden, bizi incitenlerden bahis açılmıştı.)
Bizim mutlu olabilmemiz, hayatta kalabilmemiz için, bütün kâinatla barış, biliş içinde olmamız lâzım. Çevremize kızıyoruz. Ama bir de çevremize bizi sorsunlar. Biz farklı mı davranıyoruz? Düşüncelerimizi temizlemedikçe hiçbir yere varamayız. Hz. İsa diyor ki, “Bir insanın kalbinde zerre kadar kin, nefret var ise o kişi tekâmül edemez.” Genel af ilan edeceğiz. Gönlümüzün hapishanesinde kimler hapis ise onlara genel af çıkartacağız.
Hiçbir şey insanları kin ve nefret kadar kirletemez. Kin, bütün güzellikleri yok ediyor. Bir insan ne kadar zulüm görse de kin, nefret beslemeyecek. Onların iyiliği için dua edecek. İshak Peygamber, “Yüklerden kurtulunuz.” diyor. Yüklerden kurtulmak, iç dünyamızdaki kinler, nefretler, intikam hislerinden kurtulmak demek. O bize yük oluyor, tekâmül etmemize engel oluyor. Bütün mesele, bu dünyada temizlenebilmek, arınabilmek…
— Efendim, herkesi olduğu gibi kabul etmemekten mi doğuyor bu kin ve nefret duyguları?
Sabri Tandoğan: Dünyada herkesin iyi tarafları da vardır, kötü huyları da vardır. İnsana Allah’ın bir mahlûkatı nazarı ile bakalım. Bugün birisini bir hareketinden dolayı ayıplıyoruz. Peki, bizim aynı hareketi yapmayacağımız ne malum?
— Tüm bunlar, manevi eğitimle kazanılacak itiyatlar herhalde... Efendim, biraz da bu konuyu ele alsak. ‘Manevi eğitim’ nedir?
Sabri Tandoğan: Eğitim demek, insanı işlemek demek. Tıpkı bir kuyumcunun elması işlemesi gibi… Eskiden bütün büyük padişahların bir manevi hocası varmış. Fatih İstanbul’u fethettiğinde gencecik bir delikanlı idi. Akşemseddin onun hocasıydı. İnsan, kendi kendinin heykeltıraşı olacak, ortaya ‘düşünen adam’ heykelini çıkarmak için, insan kendi kendini işleyecek. Bir işte, sanatta en üst düzeye çıkan bir insan, şahsiyet kazanmıştır.
(Bir soru üzerine sohbetimiz ‘şüphe’ üzerine yoğunlaşıyor.)
— Şüphe, aklın zelzelesidir. Peygamber Efendimiz, “Şüphelendiğiniz şeylere yaklaşmayın.” buyuruyor. Her konuda… Gıda maddesi aldık, kalbinize bir şüphe geldi ise, onu çöpe atın. “Şüphelendiğiniz anda yanaşmayın.” diyor Peygamberimiz.
— Bazen de tereddütlerimiz oluyor. O zaman da o işten uzaklaşalım mı?
Sabri Tandoğan: Tereddüt girince bir işten hayır gelmez. Bir konuda tereddüt ettiğiniz zaman ondan uzak durun. Rakı içen bir adam, içtiği rakıyı inanarak içiyor. Bu bana şifa verecek diye içince, o rakı ona gerçekten şifa veriyor. Ama zemzem suyunu içerken, “Acaba bunda koli basili var mı?” diye düşününce, o zemzem suyu insanı hasta eder.
— Sevgide ve dinde şüphe, tereddüt olur mu?
Sabri Tandoğan: Aşkta ve dinde şüphe olmaz. İnançta da öyle… Şartlı sevgi olmaz, olduğu gibi kabul edeceksin. Tereddüt insanları mahveder. Yöneliş tam olmalı. O zaman kalb-i selim ortaya çıkar. “Önce inandım de, sonra dosdoğru ol”. Niyet sağlam olunca, amel de sağlam oluyor. Düşüncemize, duygumuzu karıştırmayalım.
— Kararsızlık da olmamalı mı?
Sabri Tandoğan: Hayatta en büyük hastalık, kararsızlıktır. “Ben acaba onu mu seviyorum, bunu mu seviyorum?” diyen adam, ikisini de sevmiyordur. Aynı şey din için de geçerli…İslâmın bazı emirlerini anlamayabiliriz. Ama araştırma yapmadan, öğrenmeden itiraz etmeyelim. İslâmda aksama olmaz. Acaba çağda mı var aksama?
(Karar verme sanatını öğrenmemiz gerekiyor.)
— Karar vermek sanatını öğrenmezsek, hayatta sürekli kayıp içinde oluruz. Her şey an meselesi. Minicik olaylar çok büyük hadiseleri doğurabiliyor. Anında karar verebilmek, yerinde karar verebilmek çok önemli. Araya nefsaniyetimizi, egomuzu koymadan meselelere objektif olarak bakabilmeliyiz. Biz olaylara kendimizin dışında bakabilirsek, ancak o zaman doğruyu görebiliyoruz. Objektifi yakalayabiliyoruz. Onun dışında duygusallıktan kurtulamıyoruz. Duygunun yeri ayrı, düşüncenin yeri ayrı. Şekspir, ‘Venedik Taciri’ adlı eserinde, “Duygunuzla düşüncenizin arasına fesat sokmayınız.” der.
— Başkalarının manevi meselelerine karışmak doğru mu?
Sabri Tandoğan: İnsanların manevi meseleleri o kadar ince işler ki... Bize tavsiye edilenler, bir başkasına iyi gelmeyebilir. Size manen vazife verilinceye kadar böyle işlere karışmamak gerekir. Aşk ve din kişiseldir. Nasıl bir insan bir başkasının adına âşık olamazsa, bir insan kendi başına da kendisine görev verilinceye kadar böyle işlere karışmamalı. Bir doktor bir hastaya bir ilaç tavsiye eder. O da bir başkasına bu ilacı verirse onu hasta edebilir. Manevi konular o kadar hassas, o kadar ince konular ki... Kültür olayı olarak işe bakmak çok yanlış. İyi niyetle de olsa karışmayın. Birisi için faydalı olan, diğeri için zararlı olabilir. Sen ders verecek belirli bir kıvama geldiğin zaman, o vazife verilir. İstesen de verilir, istemesen de.
Daima edepli olalım.
Sabri Tandoğan: Dikkat edelim, uluorta konuşmayalım. Saygılı olalım. Kimseyi hor, hakir görmeyelim. Nice ayyaş, nice fahişe vardır, evliyalığa yükselmiştir. Bir Hadis-i Şerif’te, “Konuştuklarınızı senede dayandırın.” diyor. Senediniz yalnız Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerif olsun. Annem bana, “Oğlum, Allah’ın ve Peygamber’in inan dediklerinden başkasına inanma.” derdi. “Bana göre” demek çok yanlış. Biz üç ayakla seken topal köpek bile değiliz. Konuştuklarımızı senede dayandırmak gerekir. Senedimiz, Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler. Kur’an’ın en güzel yorumu Peygamber Efendimizin Hadisleridir. Bir kimse günde üç Hadis okursa ona yeter. Ama onlar üzerinde tefekkür edip, onları yaşamalı. O zaman hayatta en büyük beş on âlimden bir tanesi olur.
Değerli büyüğümüzle, güzel bir sohbetimizin daha sonuna geldik. Yeni sohbetlerle tekrar bir arada olacağız inşallah…