Değerli büyüğümüzle hamd ve şükür üzerine sohbet ediyoruz…
Sabri Tandoğan: Hamd, Allah’ın verdiklerine kayıtsız şartsız teslimiyetten doğan bir haldir. Verilenlere sunulan saygıdır. Her ne olursa olsun gelenlere “Eyvallah” demektir. Bu bir güzelliktir, inceliktir, edeptir. Mademki Hak’tan geliyor, o halde başımızın üstünde yeri vardır.
—Efendim, hangi durumlarda hamd edeceğiz?
Sabri Tandoğan: Rahmetli hocam, Op. Dr. Münir Derman, “Yavrum” derdi, “Sen şükürde kal, belki hamdı kaldıramazsın. Hamdda, gelen her şeye en ufak itiraz olmadan eyvallah diyerek kabullenmek vardır. Acaba gelen bir dert, gelen bir hastalık, bir sıkıntı, bir çile senin tarafından gönül hoşluğu ile kabule mazhar olacak mı? Sen bu yükü kaldırabilecek misin? İyisi mi, sen şükürde kal.” Allah’ım bu verdiğin nimetler için, iyilikler ve güzellikler için sonsuz şükürler olsun. Bunları yine devam ettir ya Rabbi diyelim. Hamdı götüremeyiz. Biz o kadar güçlü değiliz. Haddimizi bilelim. Dua edince dikkatli olalım.
—Efendim, hamd edebilmek, şükürden daha yüce bir ruh hâli içinde olmayı gerektiriyor sanırım.
Sabri Tandoğan: Hamd, şükürden daha ötededir. Gelen her şeyi gönül huzuru İle kabullenmektir. Pek tabiidir ki, bunu herkes başaramaz. “Hamdolsun” demek, her türlü tecelliye katlanırım demek. Ama acaba bir iftirayı, ağır bir hastalığı kaldırabilir miyiz? İyisi mi Münir Bey’in dediği gibi şükürde kalmaktır. Ama hamdı da başarabilenlere diyecek sözümüz yok. Onlar ne güzel insanlardır. Allah onların hepsinden razı olsun.
—Efendim, hamd, Allah’ın verdiklerine kayıtsız, şartsız teslim olmaktır buyurdunuz. Bize biraz da teslimiyetten bahseder misiniz?
Sabri Tandoğan: Teslimiyet, bizi yaratan Rabb’imize kayıtsız şartsız bağlanmak, inanmak ve güvenmektir. Beş yaşında bir çocuktum. Bir gün babaannem bir masal anlattı. Dedi ki, “Allah o kadar büyük, o kadar yücedir ki, kara gecede kara taşın üzerindeki, kara karıncanın bile rızkını unutmaz.” Bu cümle o gün beni çok sarstı, heyecanlandırdı. Ve bir ömür boyu hiç unutmadım. Bir kere bile rızk endişesi duymadım. Çünkü bir karıncanın bile rızkını veren yüce Allah, benim de rızkımı verecek. Hep o inanç ve güvenle yaşadım. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel anlatır,
“Deme neden bu böyle
Yerincedir o öyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.”
—Efendim, insanın rızkını araması, çalışması da gerekli midir?
Sabri Tandoğan: Burada ince bir nokta var. Nasıl olsa Allah rızkımızı verecek, çalışmaya ne lüzum var, gayrete ne gerek var diye düşünürsek, çok büyük hata yapmış oluruz. Biz elimizden geldiği kadar bütün gücümüzle, bütün imkânlarımızla rızkımızı arayacağız. Ona mükâfat olarak da Allah rızkımızı gönderecek. Mesele bundan ibaret…
—Efendim, şükretmeden insan manen mutlu ve huzurlu olamıyor mu?
Sabri Tandoğan: Manâ yolunun alfabesinin ilk harfi şükür duygusudur. Şükür ve hamd duyguları içine girmeyen bir insan, hayatta bir adım ilerleyemez. Acaba hangi birimiz oturduğumuz yere, yediğimiz yemeğe lâyığız? Peygamber Efendimiz, “Şükür, dinin yarısıdır.” der. Peygamberimiz’in (s.a.v) üslubu, yeryüzünde hiç bir edebiyatçıda görülmeyen bir açıklık, belagat, sarahat, güzellik, estetik ve kısalık içinde.
—Efendim, bazı şeyleri kafasına takıp, kendini huzursuz edenler var. Çevremizde görüyoruz, hep yarın endişesi ile yaşarlar. Acaba yarın aç mı kalacağım. Acaba kıyamet nasıl kopacak? Bunun gibi takıntılarla hayatı kendine zehir edenler var.
Sabri Tandoğan: Bizim tûl-u emel besleyecek vaktimiz yok. Bazısı da, çocuğum mutlu evlilik yapmadı diye intihara kalkışıyor. Ne yapalım. Aklını kullansaydı, iyi düşünseydi. O da çeksin... Böyle düşüncelerle hayatı kendine zehir edenler var. İnsan dilerse, kendi cennetini kurabilir. “İnsan kâinatta sevdiği müddetçe yaşar.” diyor bir şairimiz. Sevginin, saygının, inceliğin olduğu her yerde, Allah vardır.
—Sınav bilinci içinde olunca, sabır, şükür, kanaat zırhına bürünmemiz kolaylaşıyor.
Sabri Tandoğan: Her düzeydeki sınav, şu veya bu şekilde, sen onu geçene dek yinelenir. Cenab-ı Hak aynı şekilde iki kere tecelli etmiyor. Herkes, her şey birbirinden farklıdır. Allah, her an yeni bir şe’ndedir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, “Şükredenin şükrünü, şikâyet edenin şikâyetini arttırırım.” buyuruyor. Münir Bey “Yan ama tütme” derdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Siz ne halde iseniz başınıza öyle yöneticiler gelir.” buyuruyor. Şikâyet çok boş ve de zararlı bir şey. Muayyen sebeplerden muayyen neticeler hâsıl olur (Determinizm).
Allah’ın yarattığı gıdaları yiyoruz. Ne kadar sebze, meyve, gıda varsa hepsinin ayrı faydaları var. Vücudumuz araba oluyor, beynimiz şoför oluyor. İnsanda düşünce mekanizması yanlış çalışınca, vücut da hastalanıyor, kafa da, kalp de hastalanıyor. Hastalıklar evvela kafada başlar. İyilikler de kafada başlar. Tefekkür olayı çok mühim. Kalbin gizli noktasında bulunan Nur-u Muhammedî’yi ortaya çıkarıp tezahür ettirmeye mecburum. Her zerre bizi tefekküre götüren bir vasıta, yeter ki biz o mekanizmayı güzel kullanalım. İnsanla hayvan arasındaki fark tefekkürdür. Eğer biz Allah’ın istediği manâda tefekkür edemiyorsak hayvanlar bizden üstündür. Hayvanda tecelli eden varlık nedir? O hayvanın da sahibi var.
—Efendim, şükür duygusunu içinde duyan insan, haddini de bilen insandır diyebilir miyiz?
Sabri Tandoğan: Huzurun, mutluluğun, güzelliğin başlangıcı şükürdür. Ne zaman başımıza bir üzüntü, sıkıntı geldiyse, kökenine inersek bir haddini bilmezlik vardır. Biz de ne zaman haddimizi bilmesek başımıza bir şey geliyor.
Allah Kur’an’da “İnsanın rızkını biz veririz. Ey insan, rızkın için niye endişe ediyorsun. Biz senin rızkını tekeffül etmedik mi?” diyor.
Allah, şükredenin şükrünü, şikâyet edenin şikâyetini artırır. Biz Allah’ın varlığına şükredince, huzur ve sükûn buluyoruz. Allah herkesi inancında da, inançsızlığında da serbest bırakmış. İnsanların cennete gitme veya cehenneme gitme özgürlüğü var. Bu dünya adam olana, aklı olana bir cennet, ama aklı olmayana cehennem… Bize düşen, dünyada misafir olduğumuz bilinci içinde, Allah’ın verdiği sonsuz nimetlere şükredip, şimdiden cennet hayatı yaşamak. Allah cümlemizi yerine göre hamd eden yerine göre şükreden kullarından eylesin.
Âmin.