Fatmagül Hanım: Efendim, siz Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın mısralarında olduğu gibi,
“Ben Kâinatın altın terazisine
Ağırlığımca sevgi vermişim,
Ses edin uzak milletlerin gençleri,
Bütün antenlerimi germişim.”
diyecek kadar evrensel sevgiye ulaşmış bir insan olarak, sevgi olayını nasıl tanımlarsınız?
Sabri Tandoğan: Sevgi bir ilahi titreşimdir. Sevgi insanı yücelten, temizleyen, Allah’a ulaştıran bir olay. Nerede sevgi orda Allah, nerede sevgi orada güzellik… Sevgi, hayatın odak noktasıdır. Ben sevgisiz bir yudum su, bir lokma ekmek bile yemek istemem. Sevgiyle bakır altınlaşır. Sevgiyle hastalıklar iyileşir. Sevgi renktir, ışıktır, estetiktir. İki insanın aynı ruh asaleti, temizliği içinde birbirini sevmesi en güzel sevgidir. Bir insanda uyanan sevgiyi muhakkak ama muhakkak, saygı ile beslemek gerek. İlk gün başlayan dostluğu, sonuna kadar aynı estetikte, aynı güzellikte götürmek gerekir. Saygıyla beslenmeyen sevgi, sonunda yozlaşır. Sevgi bir gıdadır. Eğer ben sevilmeyeceksem, aranmayacaksam, beklenmeyeceksem yaşamak istemem. Parayla her şey alınmaz, hele sevgi asla! Bir insanın yüreğindeki sımsıcak sevgiyi, bağlılığı parayla alamazsınız.
Fatmagül Hanım: Efendim, bir insanda uyanan sevginin sonuna kadar aynı güzellikte devam etmesi nasıl mümkün olur?
Sabri Tandoğan: Bir sevginin uyanması ve ebediyen sürmesi için sabır lâzım. Biz kendimize sevgi, saygı duymazsak, başkasına da duyamayız. Benlik bir tarafa konulunca bütün yollar açılıyor. Huzurlu oluyoruz. Mutlu oluyoruz. Allah, ben diyenleri sevmiyor.
—Bu sevgi boyutu sizin şu mısralarınızdaki gibi mi? “Yeryüzündeki bir kum tanesinden, gökyüzündeki saman yoluna kadar, bütün kâinatı aşkla kucaklamak” mı?
Sabri Tandoğan: Evet, öyle… Evrensel sevgiye ulaşmak gerekiyor. Eşyanın da dili var, gönlü var. Hayatta cansız hiçbir şey yoktur. Her zerre Allah’ı zikrediyor. Her zerrenin zikrinin güzelleşmesi, gösterilen sevgiye bağlı. Bir zikrin gerçek bir zikir olabilmesi için, sevgi ile yapılması gerekir. Her insanın asıl ihtiyacı, ekmekten, sudan evvel sevgidir.
Ümit Yaşar bir şiirinde,
“Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar,
Ben sevilmediğimden böyle çirkinim” diyor. Yunus Emre,
“Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyor.
Fatmagül Hanım: Efendim, burada zikirden kasıt, insanın yaratılış amacına uygun yaşaması mı? Yani Yüce Allah varlıkları yaratırken ne murat etti ise o şekilde bir yaşama üslubuna ulaşmak, o varlığın zikirde olduğunu mu gösteriyor? Ve bu da ancak sevgi ile mümkün oluyor diyebilir miyiz?
Sabri Tandoğan: Evet. Tüm varlıklar sevgi özlemi içinde, sevgisiz hiçbir şey olmaz. Allah bizi sevgisinden yarattı. Sevgi bizi aşka götürür. Aşk olmadan Allah’a yakınlaşamayız. Aşk sevginin en ulu, en yüce, en ileri şeklidir. İnsan bir bitkiye, bir eşyaya da âşık olabilir. Eşyayı eşya olarak görüyorsak maç bitmiştir. Çünkü her zerreden zikreden Allah’tır.
Fatmagül Hanım: Efendim, inancın temeli de sevgiye mi dayanıyor?
Sabri Tandoğan: Bir Hadis-i Kutsi’de, “İnanmadıkça cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyruluyor. İnancın da temeli sevgiye dayanıyor, var oluşun temeli de... Kinlerden, nefretlerden, intikam duygularından arınmadıkça, insan mânâ yolunda bir adım ilerleyemez. Her şeyin temeli sevgi… Topyekûn bir sevgi…
İnsanı sevmeyen, Allah’ı da sevemez. Allah’ı sevmeye giden yol, insanları sevmekten geçer. Çünkü Allah’ın sırlarından bir kısmı insanda mevcut. Allah (c.c), “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım” buyuruyor. Ancak aşk ile Allah’a bağlananlar buna mazhar olur.
—Aşka nasıl ulaşır insan?
Sabri Tandoğan: Bazı insanlara doğuştan aşk veriliyor. Bazı insanlar ibadetle, zikirle, tefekkürle, çalışmayla aşka ulaşıyor. Hayat=Aşk. Aşkı çıkarınca geriye birtakım ritüeller kalıyor.
— Efendim, aşk, sevgiden üstün müdür?
Sabri Tandoğan: Aşk, bütün duyguların en üstünüdür, muhabbetle başlar.
— Efendim, aşk, zamanla artar veya eksilebilir mi?
Sabri Tandoğan: Mühim olan, aşkı bir ömür boyu devam ettirebilmek.
Tarafların kusuru olsa bile. Aşka güzelliğini, yüceliğini veren bu, biz bir hata yaptığımızda Allah bizi affedebiliyor. Rızkımızı vermeye devam ediyor. Goethe diyor ki, “aşk affetmektir.” Her şeye rağmen sevgiye devam etmek, her şeye rağmen onun üstüne titremek. Her sabah aşka sıfır kilometreden başlamak…
Aşk zamanla büyüyebilir de, gerileyebilir de. Hiçbir şey durağan değildir.
Kur’an-ı Kerim’de, “Her an, her şey değişim içindedir.” buyrulur. Aşkın yücelmesi için, hâle razı olmak gerekir. Biz hep itiraz içindeyiz, oysa hayatı olduğu gibi kabul etmeliyiz. Bütün ruh yücelikleri, sanat güzellikleri, hâle razı olmakla gerçekleşir. Hâle razı olunca insan sükûnete erişiyor.
— Nefret ve aşk bir arada olur mu?
Sabri Tandoğan: Nefret olmaması gereken bir duygu. Allah’a âşık olan insanda nefret olmaz. İnsanlar arasındaki ilişkilerin tatlılık, güzellik, hoşluk içinde olması sevgiye bağlıdır. İnsan-hayvan, insan-eşya ilişkileri de sevgi ile dolu olmayınca, bir diyalog kurulamıyor. O zaman hayat anlamını, güzelliğini, şiiriyetini yitiriyor.
— Efendim, insanlar neden herkesi sevemiyor?
Sabri Tandoğan: Bu, bakış açısından kaynaklanıyor. Biz kendimize göre insan arıyoruz. Bize benzeyen, bizim gibi düşünen. Bu çok büyük bir hata. Birbirinin aynı hiçbir şey bulamazsınız. Her şey, her insan farklıdır. Çocuğumuz da farklı. Bizim gibi olmasını beklememeliyiz. O da emanet, eşimiz de emanet. Yunus Emre, “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” diyor. Farklı yönlerimizi anlayışla karşılayalım. Herkesi olduğu gibi kabul edelim. Herkesi sevelim. Ama kademeli olacak… Kimini çok seveceğiz, kimini az. Çünkü herkes bu hayat denilen kompozisyonun bir parçasıdır. Yanlış yolda gördüklerimize dua edelim. Hayatta yaşamaktan maksat, her an bir artı puan kazanmaktır. Herkes görevini yapıyor. Bize düşen görev, yeryüzünde ne kadar insan, hayvan, eşya varsa, cümlesini aşkla, heyecanla kucaklamaktır.
ABD’nin beşinci cumhurbaşkanı Abraham Lincoln, düşmanlarından bahsederken çok yumuşak bir dil kullanırdı. Onun bu davranışını hoşgörü ile karşılayamayan biri, bir gün dayanamadı, başkanı uyarmaya kalkıştı. “Düşmanlarınızı yok edecek bir güce sahip olduğunuzu biliyoruz. Bu gücünüze karşı onları dostlarınızmış gibi görmenizi bir türlü anlayamıyoruz.” Lincoln, şöyle cevap verdi, “Düşmanlarımızı kendimize dost etmekle, onları yok etmiş olmuyor muyuz?”
Biz toplum olarak, sevgi göstermesini bilemiyoruz. Bizde sevgi göstermek demek şımartmak demek. Bir ailenin çocuğuna vereceği en kötü terbiye, onu şımartmaktır. Onlar ömür boyu herkesten şımartılmayı bekleyecek. Bunu bulamadığı zaman, huzursuz, sıkıntılı, bunalım içinde olacak.
Fatmagül Hanım: Efendim, bir insanda sevginin yoğunluğu, her zerreye sevgi ile saygı ile yaklaşabilmesi için, mânen epeyce yol kat etmiş olması gerekli midir?
Sabri Tandoğan: Sevginin ortaya çıkması için, nefsin aşılması gerekir.
Kâinatta hiç kimse, sevgi konusunda Peygamber Efendimiz’i geçemedi. Kötü bir insan nübüvvet nuruna bürünemez.
— Sevgiye “Nübüvvet Nuru” dediniz öyle mi?
Sabri Tandoğan: Evet, İslâm denince, sevgi, saygı, hoşgörü… İnsan sevgi, saygı, anlayış görmeden hiç iyi yetişemez. Hayat demek, sevgi, saygı, ilgi demektir. Her yaşta… Bunu iyi benimseyelim. Asıl olan sıcak, sımsıcak bir sevgidir. Sevilmeyeceksem hayatın ne kıymeti kalır. Bunlar hayatın realiteleri. Hem de ekmekten, sudan daha önemli. İnsanlara sevgi duymayan, aşk derecesinde sevgi duymayan, velî olamaz. Yeryüzünde en son gerçek velî Hakka göçtüğü zaman kıyamet kopacak. Bir kişi kalsa dahi, toprak mahsul verecek, yağmur yağacak, ağaç meyve verecek. O son velî de Hakka göçtüğü zaman, kıyamet kopacak. Şu dünyadan göçerken, kimseye ne maddeten, ne de mânen borçlu olmadan göçelim. Kimsenin kalbini kırmayalım.
İnsanın bir tebessümü bütün dünyada hissedilir. Bir kaş çatışı da hissedilir. Dünyada her şey bir irtibat halinde. Hayat boyu ölçümüz, her alanda, her konuda, orta yolda olmak. İnsanı sevdiren edebidir. Hayatı yaşanmaya değer kılan edeptir, inceliktir, zarafettir. Bir ömür boyu, incelikler içinde yaşayıp, incelikler içinde Hakk’a ulaşanlara ne mutlu…