subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XIV                                                                   Sabri Tandoğan

 

İnsan İlişkilerinde Samimiyetin Ölçüsü

İnsanlarla ilişkilerimizi nasıl ayarlayacağımızı çoğu zaman bilemiyoruz. Ya samimiyetin dozunu kaçırıyor, tatsız olaylara sebebiyet veriyor, ya da çok uzaklaşıyor, ilişkileri koparıyoruz. Bir türlü bu konuda orta yolu bulamıyoruz. Yakınlığın sınırını çizemeyince, ister istemez ilişkiler laubalileşiyor, uzaklaşınca da insanın en doğal ihtiyacı olan ünsiyetten mahrum kalınıyor. Tıpkı değerli şair Özdemir Asaf’ın mısralarındaki gibi,


“Bana yakın geldin dedi vurdu,


 Bana uzak kaldın dedi vurdu,


Adlarını sordum, insan dediler.”


Değerli büyüğümüz, bizi bu hususta da aydınlatıyor.


          Fatmagül Hanım: Efendim, insanlar arasındaki samimiyetin, yakınlığın da bir ölçüsü olmalı mı? Bunu nasıl ayarlayacağız, lütfeder misiniz?


Sabri Tandoğan: Fransız Kültür Merkezi’nde bir film seyretmiştim. Resim tahsili yapan bir genç kız ve erkek tanışıyorlar. Samimiyetleri ilerliyor. Evleniyorlar. Bir akşam, “Birbirimize yaşadığımız bütün ilişkileri anlatalım, gizli saklı hiçbir şeyimiz kalmasın.” diyorlar. Başlıyorlar anlatmaya… Önce erkek anlatıyor her şeyi, sonra kadına geliyor sıra. O da yaşadığı bütün maceraları, ayrıntılarına varana dek anlatıyor. Bu, sabaha dek sürüyor. Sonra kız kalkıyor, bütün eşyalarını topluyor, “Biz artık birbirimizin yüzüne bakamayız.” diyor. Perde iniyor. Film bitiyor.


Hayatta bu kadar samimi olmak, bir ilişkiyi sona erdirebiliyor. Her gün hayat yeniden başlamalı. Dünü unutalım. Gülten Akın bir şiirinde,


“Bu hava yalnız bu akşamüstünündür.


 Bu dal bir kere böylesine çıplak,


Bir dost elinizi aynı sıcaklıkla,


        Yeniden, yeniden tutmayacak.


               Falan günün filan saatinde,


Bir çocuk görürsünüz resim gibi,


Görürsünüz, tutar öpersiniz,


Bir daha mümkün mü bir daha,


Bitti… Kaybettiniz…”


          Hiçbir şeye takılmamak lâzım, kendi geçmişimden bile, bana ne diyeceksin. Bazı şeyleri insan kendi kendine bile konuşmamalı. Kendi dünyamızı karartmaya ne hakkımız var. Ben yepyeni güzellikler yaşamak istiyorum. Ben mazi ile hesaplaşmak istemiyorum. Hata yaptıysam, bitti. İyilik yaptıysam, o da bitti. Her yeni doğan gün, bir şanstır. Geçmişte yaşadığımız bir üzüntüye takılıp kalmak, o günkü enerjimizi alır götürür.


Fatmagül Hanım: Her an farklı ve değişik. Her anın kendine has ve bir daha ele geçirilemeyecek olan özellikleri ve güzellikleri ne güzel anlatılmış bu şiirde. Efendim, çok konuşmak, gevezelik etmek insan ilişkilerini zedeler mi?


Sabri Tandoğan: Hiç şüphen olmasın yavrum. İki insan arasında anlaşma dille değil, gönülle olur. Bir şeyleri anladığımızı sanıyoruz. Önemli olan, gönül diliyle konuşmaktır. Gülten Akın, bir şiirinde,


“Gönülce söyle bana, dilinden bilmem.


Suç bende mi, bende mi?


Anlat, değişen ne, değiştiren nedir?


Ki dosttur, kardeştir, sevgilidir...


Ki her sefer bir başka yerde samimi


Anlat değişen ne, değiştiren nedir?”


Birçok Avrupa ülkelerini dolaştım. Yabancı dil bilmem. Ama gittiğim hiçbir yerde dil sorunum olmadı. Çünkü ben gönül diliyle konuştum. Önemli olan, bir şeye sevgi ile, saygı ile, aşk ile yaklaşmak.


Fatmagül Hanım: Efendim, çok konuşmak, nefsaniyetten mi kaynaklanıyor? Kimse bir başkasını dinlemek istemiyor.


Sabri Tandoğan: Evet yavrum. İnsanlar kendi egolarıyla, nefsleriyle öyle dolular ki, istiyorlar ki yalnız onlar konuşsun. Başkaları onları dinlesin. Dün, bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Onun bir gençlik arkadaşı geldi. Adamcağız gırtlağına kadar kendisiyle dolu acıdım. Mütemadiyen konuştu, konuştu, saçmaladı. Üzerime fenalık geldi, az daha bayılacaktım. Zavallı insan. Bu bir nevi nefsin firavunlaşması değil mi? Bir z söyle, biz de ibretle dinleyelim. Yoksa kurulmuş bir saat gibi herkesin kafasını şişirmeye, çevreyi bayıltacak hale getirmeye kimin ne hakkı var? Eve sarhoş gibi geldim. Eskiler insanın iki kulağı, bir dili olmasını çok anlamlı bulurlardı. İki dinle, bir konuş diye yorumunu yaparlardı. Şimdiki insanlar hep sen konuş, hiç kimseyi dinleme diyorlar. Aman Yarabbi, Allah cümleyi de, o kardeşimizi de bu durumdan kurtarsın.


Japonlar çok değerli bir insanı anlatırlarken o derler, dinlemesini herkesten iyi biliyor. Bir gün matematik profesörü olan bir okul arkadaşım Japonya’ya gidecekti. Telefon etti, “Sabri” dedi, “Sen Japonları çok seversin, oradan sana ne getireyim?” dedim ki, “Lütfen bir kitapçıya git, sor, sizde konuşma sanatı üzerine kaç kitap var, dinleme sanatı üzerine kaç kitap? Lütfen küçük bir kâğıda not al, gelince bana getir.” sonra döndü. Verdiği rakamlar beni ürküttü. Tokyo’da Ginza Caddesi’ndeki en büyük kitabevine girer, soruyu sorar. Aldığı cevap müthiş, güzel konuşma üzerine iki kitap, dinleme sanatı üzerine yirmi sekiz kitap varmış. Aman Yarabbi, ürperdim, Japonlara olan saygım daha çok arttı.


Rahmetli annem vefatından bir l önce, yaz tatilini Boğaz’da geçirmek istediğini söylemişti. Ben de annemin bu isteğini nasıl yerine getirebilirim diye düşünürken, bir arkadaşla karşılaştık. “Ne o Sabri ne düşünüyorsun?” dedi. Ben de anlattım. “Kolayı var Sabriciğim, benim bir yakınımın Boğaz’da oteli var. Uygun bir fiyata size yer ayırtalım. dedi. Çok sevindim. Allah’ın yardımıyla annemin isteği oluyordu. Otele gittik. Kaldığımız yer iki odası, salonu ve balkonu olan küçük bir daireydi. Akşam yemekten sonra, balkonda oturuyorduk. Bizim karşımızdaki dairede bir İngiliz aile kalıyordu. Balkonlarımız karşılıklı idi. Rahatça balkondan onları görebiliyorduk. Akşam yemeğinden sonra, balkona çıkıyorlardı. Karı, koca birde yedi yaşlarında çocukları vardı. Hanımın resim şövalesi balkonda dururdu. Hemen fırçasını alır, resim çalışırdı. Beyefendi koltuğa oturur, kitabını okur, çocuk da bir kenarda yapboz oyuncakları ile oynardı. Kimse kimseyi rahatsız  etmiyor,  hiç  konuşmuyorlardı.  Çok  dikkatimi çekmişti, hiç unutamadım.


Kur’an-ı Kerim “Oku” diye başlıyor; Mesnevi, “Dinle” diye... Hiçbir kitap görmedim ki “Konuş” diye başlasın. Keşke o kardeşimiz şu sözü bir kâğıda yazsa ve günde kırk kere okusa. Bir veli zat diyor ki, ‘Hayatta sevilmek, sayılmak istiyorsanız ya sükût edin, ya da sükûttan daha güzel bir söz söyleyin.”


(Sohbetimizin devamında her anın o kendine has güzelliğini, şiiriyetini yaşayabilmenin sırlarını hocamızdan öğrenmek istedik.)


Fatmagül Hanım: Efendim, Kur’an-ı Kerim’de “Allah her an yeni bir şe’n üzeredir.” buyruluyor. Bu güzelliği yaşamak insanlar için de mümkün mü? Hayat olayları karşısında nasıl bir tavır alalım ki, biz de her an yeni oluşumları, yeni güzellikleri yaşayalım?


Sabri Tandoğan: Anımızı yaşayarak… Dünün muhasebesini yapalım derken, bugünün güzelliğini kaçırıyoruz. Zamanın çocuğu olmaktır önemli olan. Tasavvufta buna ibn-ül vakt deniyor. Hayatın en önemli olayı zamandır. Ve o zamanı değerlendirebilmektir. Namazlarını zamanında kılan insanların her işi düzenlidir. Hayatta büyük işler yapanlara bakıyoruz. Dar zamanda o kadar büyük işler yapıyorlar ki… Her gün kendi kendimizi geçmeye çalışalım. Gerçek insan, gece yatarken, sabah kahvaltısında ne yiyeceğini düşünür. Bardağını hazırlar.


Her an yeni bir tabiat kanununu yakalayacakmış gibi dikkat içinde olunca, her an bir güzellik içinde oluruz.


Fatmagül Hanım: Efendim, çoğu insan, kendini ya sırf ibadete veriyor, ya öğrenmeye, ya işine, ya çocuklarına, eşine… Hepsine zaman yetmiyor veya ilgi tek yönde oluyor. İdeal olan nedir?


Sabri Tandoğan: Zaman içinde zaman, mekân içinde mekân vardır. Her şeye zaman ayıracağız. Namazı zamanında kılmanın faydalarından biri de, hayatımızın her anını disiplin altına almaktır. İnsan hayatında dinin de yeri olacak, güzel sanatların da, ilmin de yeri olacak, esprinin, şakanın da yeri olacak, yakınlarıyla ilgilenmenin, onların dertlerine koşmanın da yeri olacak.


Fatmagül Hanım: Efendim, insanlarla ilişkilerimizde hoş olmayan durumların ortaya çıkmaması için, bize neler tavsiye edersiniz?


Sabri Tandoğan: Yavrum beşeri münasebetler, bizden her an, estetik bir duyarlık ve incelik bekler. Bütün güzellikler estetik duygusunun kapsamı içinde. Ve tüm güzel insanların ortak noktası, zarafet, incelik, uyum, ahenk m bunlar estetik bir güzellik duygusu veriyor insana.


İslâm kültürü, bu güzelliklerin hepsini içine alır. Gerçek bir Müslüman, “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.” Hadis-i Şerif’inin gereğini yerine getiren, her an daha iyiye, daha güzele, daha doğruya ulaşmanın aşkını yüreğinde hissedendir.


Garaudy, “Kafamdaki sorulara yalnız İslâm cevap verdi.” diyor. Kültürlü bir adam ve özümlenmiş bir kültür…


Ahmet Hamdi Akseki’nin Yavrularımıza Din Dersleri”


kitabını okuyalım. Sıfırdan İslâm’a başlayalım.


Fatmagül Hanım: İnşallah efendim…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]