İlmi Siyasiye Üzerine Sohbet
Değerli Hocama İlmi siyasiyeyi sorduk.
Fatmagül Hanım: Efendim, ilmi siyasiye nedir? Öğrenilmesi gerekli midir?
Sabri Tandoğan: İlmi siyasiye yavrum, kundak çocuğundan, yüz yaşındaki yaşlıya kadar bütün akıllı insanların başvurdukları bir yöntemdir, usuldür. O an için ne yapmak gerekiyorsa, onu bulup çıkarabilmektir. Meselâ biz ilkokuldayken bunu kitapta şöyle anlatıyorlardı: Bir adam gece meyhaneden dönüyor, yanında da emanet, fevkalâde kıymetli bir elmas var. O sırada yolda bir adam tabancasını çekiyor, “Ceplerini boşalt.’ diyor. O mücevher, zamanın çok mûteber ve zâlim devlet adamlarından birinin kızının mücevheri. Adam tabancasını çekmiş, iri yarı bir adam, mücadele edemeyecek. Ne yapıyor biliyor musun? “Boş ver ya cepleri.” diyor, “Cebimde üç beş kuruş para var, gel seninle gidelim, kafaları çekelim.” Adam şaşırıyor, “Olur’ diyor. Birlikte meyhaneye gidiyorlar. İçkilerini, mezelerini söylüyorlar. O sırada adam diyor ki, “Bana iki dakika müsaade et, çok sıkıştım, tuvalete gideceğim.” Eşkıya ne desin, “Peki.’ diyor. Adam gidiyor, eşkıyayı ihbar ediyor, yakalattırıyor.
İlmi siyasiye, yani siyasi ilim herkese lâzım. Kadın, erkek… Benim annem Rodosluydu. Şöyle anlatırdı: Vaktiyle Rodos’ta çok zengin bir Arap tüccar varmış. Aslen Mısırlıymış. Nasıl olduysa Rodos’un en zengin adamı oluyor. Zaten zenginlerin pek mazisi kurcalanmaz. Nerden böyle zengin oldun demeyeceksin. Cevap veremezler. Hiç biri veremez. Bu Mısırlı tüccar beş kere evleniyor. Beşinde de, on beş yirmi gün sonra hanımları evlerine geri yolluyor. Beşinci evlilikten sonra, Rodoslu aileler karar veriyor, “Bir daha kız isterse vermeyeceğiz.” diyorlar, “Ne oluyor böyle, evleniyor, on beş yirmi gün sonra kızlar geri geliyor.” Beşinci hanımından sonra yine evlenmek istiyor. Kimse kızını vermiyor. O sırada bir evde besleme bir kız varmış. Bu kız Mısırlı tüccarın evlenmek istediğini işitiyor. Hanımına gidiyor, “Beni bu tüccarla evlendirin.” diyor. “Kızım deli misin sen?” diyor hanımı, “On beş gün sonra geri geleceksin.” Kız, “Beni boşayacak adamı daha analar doğurmadı” diye bir büyük laf ediyor, sonra evleniyorlar. Meğerse olay şuymuş: Bu Mısırlı tüccara dedesinden çok kıymetli altı tane fincan miras kalmış. Dermiş ki hanımlarına, “Aman çok dikkatli yıka, dikkatli tut, bir şey olmasın fincanlara, yoksa boşarım seni.” Günde birkaç kez kahve içermiş. Beş hanımı da fincanları kırdıkları için boşamış. Bir tek sağlam fincan kalmış. Bu besleme kızı da uyarıyor, “Sen benimle evlenme cesaretini gösterdin, ama durum böyle. Fincan kırılırsa, gözünün yaşına bakmam.” diyor. “Merak etme, ben dikkat ederim bir şey olmaz” diyor kız. Ne hikmetse, on beş gün sonra o da kırıyor fincanı. Diyorlar ki “Bohçanı hazırla git, nasıl olsa akşam kovulacaksın.” “Yoook” diyor, “Beni kovacak erkeği daha analar doğurmadı.” “Allah Allah” diyorlar, “Bu kız neyine güveniyor böyle.” Hiç kimseye bir şey söylemiyor. Sabahleyin erkenden kalkıyor, evini siliyor, süpürüyor. Adamın sevdiği yemeklerden, kebaplardan hazırlıyor. Sevdiği salatalardan, içeceklerden sofrayı güzelce donatıyor. Ondan sonra gidiyor kendine çok şık bir kıyafet alıyor, saçlarına değişik bir model veriyor. Kocasını karşılamaya hazırlanıyor. Kocası eve gelince karşısında hanımını olağanüstü güzellikte görünce şaşırıyor, “Hayrola, düğüne mi gidiyoruz?” diye soruyor. “Seninle evliliğimizin bugün on beşinci günü, onu kutlayacağız” diyor kız. Hoşuna gidiyor tüccarın, “Olur” diyor. Güzel güzel yiyorlar içiyorlar. Adam kafayı da buluyor. Ondan sonra kız adama yaklaşıyor, işte malûm taktiklerle onu tahrik ediyor. Sonra bir ara gözlerinin kaymaya başladığını görünce diyor ki “Şekerim, haberin var mı, ben bugün senin fincanını kırdım.” Adam iyice kafayı bulmuş, gözleri dönmüş filan. “Aman boş ver.” diyor. Kadın, “Ben bohçamı hazırladım, şimdi gidiyorum.” diyor. “Bırak şimdi gitmeyi.” diyor tüccar o Mısırlı şivesiyle, “Fini, fini, finjan şarşıda şook.” diyor. Bu Rodos’ta yayılıyor ondan sonra.
Bütün mesele bu yavrum, mühim olan zamanını seçebilmek, anını seçebilmek. Yani hayatın her anında ilmi siyasi vardır. İlmi siyasiye yavrum, bekârlıkta, evlilikte, talebelikte, ticarette, hayatın her alanında gerekli. Ben ilmi siyasiyeyi liseyi bitirdiğim sene öğrendim. Liseyi hem sınıf, hem okul birincisi olarak bitirdim. O zamanki yönetmeliğe göre okul birincisi olanlar, elini kolunu sallaya sallaya istediği fakülteye gidebiliyordu. Ben de Hukuk Fakültesi’ne yazıldım. Fakültenin açılmasına daha iki ay vardı. Düşündüm, ben bu iki ay zarfında ne yapabilirim diye. Benim hayatta hiçbir ihtirasım olmadı. Bir tek, insanları daha çok tanımak… Çocukluktan itibaren, üç dört yaşından beri, tek ihtirasım bu oldu. O yaz bir tüccarın yanına gittim. Oraya tezgâhtar olarak girdim. Ankara’da bilirsiniz, eski adliyeye giderken, yeni hal vardır. Orada gıda maddeleri satan bir tüccarın yanına girdim. Bana “Ne ücret istiyorsun?” diye sordu. “Ben ücret istemem” dedim. “Yalnız, benim dükkânda yapmak istediğim yeniliklere karşı gelmeyin” dedim. Dükkâna girmezden evvel, kafamdan geçirdim, ideal bir tezgâhtar nasıl olur, ne gibi yenilikler yapmak gerekir diye. Girdim dükkâna icraata başladım. Aşağıda bodrum kat var, oraya indim. Bir sürü şişe buldum. Gece yarısına kadar o şişeleri pırıl pırıl yıkadım, sterilize ettim. Yarısına su koydum, yarısına turşu suyu koydum. O dükkânın turşuları da o zaman Ankara’da meşhurdu. Buzdolabının altında boş yer vardı, turşu ve su şişelerini oraya yerleştirdim. Meselâ bir müşteri geliyor, hanım kan ter içinde, “Bana şunu verir misin?” diyor. “Hanımefendi, bunalmışsınız” diyorum, “Bir ricam var, buyurun oturun, size isterseniz turşu suyu getireyim, isterseniz soğuk su.” “Turşu suyunu tercih ederim” diyor. İçişine bakıyorum. Aşkla, şevkle içmişse bir daha teklif ediyorum. Meselâ, bir kadın geliyor, eli kolu paket dolu. Sıcaktan bunalmış. “Hanımefendi, müsaade edin, ben onları bir pakette toplayayım” diyorum. Bir ambalaj kâğıdı alıyorum. Patronun gözleri böyle açılıyor, ambalaj kâğıtları harcanıyor diye. Paketleri topluyorum, güzel bir paket yapıyorum. Bu arada turşu suyu ikram ediyorum. Ondan sonra kadın, “Şunu da ver, bunu da ver, bundan da ver” diyor. Yeni bir paket yapacak hal kalmıyor, kamyonet tutuyorum. Aldıklarını kamyonetle götürüyoruz. Hâlbuki alacağı bir paket beyaz peynirdi.
Tam iki ay içinde, böyle böyle ciro yüzde yüz arttı. İki de evlenme teklifi aldım. O zamanın Ankarasının iki meşhur tüccarı dediler ki, “Sana kızımızı verelim, damadımız ol, malımızı, mülkümüzü sana emanet edelim.” “Efendim” dedim, “İlginize çok teşekkür ederim, ama ben okuyacağım, şimdi evlenmek istemiyorum.” Sonra fakülte açılmıştı. Dükkân sahibiyle helâlleştim, ayrıldım.
Fatmagül Hanım: Efendim, verdiğiniz çarpıcı örneklerden anlaşıldığı gibi hayatta başarılı olmanın, çevre tarafından sevilip, sayılmanın sırrı da ilmi siyasiyeyi başarılı bir şekilde uygulamakta saklı.
Sabri Tandoğan: Yavrum, gerçekten sorduğun soru son derece önemli. Düşün, bir Hürrem Sultan çıkıyor, asıl adı Roksana, kimsesiz. Saraya cariye olarak giriyor. Elinden tutanı yok. Malı mülkü yok. Parası pulu yok. Sadece zekâsı ve ilmi siyasiye ile kâinatın en muhteşem hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’ı avucunun içine alıyor. Ona her dediğini yaptırıyor. Kanuni bir şiir yazıyor. Hürrem’e sırıl sıklam âşık. Şiirinde ‘Ey Hürrem’ diyor, “Senin ayaklarının altında paspas olmak, kâinat hükümdarı olmaktan daha iyidir.” Neyle oluyor bu? Sadece ilmi siyasiye ile. Hürrem, kadınlık sanatını en ince noktalarına kadar bilen öyle zeki bir kimse ki aynı saç tuvaletiyle Kanuni’nin önüne iki kere çıkmıyor. “Hükümdar sıkıntılıysa, dertliyse, kederliyse saçlarımı topuz yapardım; neşeliyse, sevinçliyse saçlarımı dağıtırdım” diyor. Yarabbi, bu ne incelik, bu ne taktik!
Değerli yavrum, önemli olan her durumda, her konumda ayrı bir taktik uygulamak, bu da ancak müthiş bir zekâ ile, incelikle, dikkatle oluyor. Kadın erkek kim olursa olsun ilmi siyasiyeyi bilen, hayatta başarılı olur. Sevilir, sayılır, el üstünde tutulur.
Fatmagül Hanım: Çok teşekkür ederim efendim. Allah ömrünüze bereket versin. Bize sunulan yaşama şansını en iyi, en doğru şekilde kullanmak için, elimizden geleni yapalım İnşallah. Herkes kendini düzeltirse, bütün toplum düzelir.
Sabri Tandoğan: İnşallah yavrum. Bugün herkesin kafası başkaları ile dolu.
Filanca şunu yapmış, falanca böyle giyinmiş, filanca şöyle içmiş, şu rüşvet almış, biri şöyle rezalet içinde yaşıyor vs. İyi ama bunlardan bize ne? Biz kendimiz dürüst, temiz, nezih, efendice, insanca, medenice yaşayabiliyor muyuz? Kötülük, bizim sınırımıza geldiği zaman, orada duruyor mu? Biz buna bakalım. Biz âlemi irşada memur değiliz ki. Sadece kendi küçük, basit, mütevazı hayatımızı efendice yaşayalım bu yeter.
|