Medeni İlişkiler Kurabilmek I
Sabri Tandoğan: Yavrum şimdi Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak herkesin rızkını tekeffül ediyor. Ama herkesin. Müslüman, kâfir... Rahmetli babaannem çok küçük yaşımdan itibaren bana derdi ki, “Yavrum, Allah kara gecede, kara taşın üzerindeki kara karıncanın bile rızkını gönderir.” Allah bizim de rızkımızı gönderecek. Üstelik Cenâb-ı Hak bunu Kendi Kitabında tekeffül ediyor. Peki, ekmeğimiz Allah tarafından garantilenmiş. Çok şükür hiçbirimiz sokakta değiliz. Başımızı sokacak bir evimiz var. Yatacak bir yatağımız var. Geriye ne kalıyor, nedir bu huzursuzluklar? Bu kavgalar, dövüşler, münakaşalar, öldürmeler, yaralamalar, ne oluyoruz böyle? Ben buna bir türlü akıl erdiremiyorum yavrum. Geldik gidiyoruz işte. Allah rızkımızı garanti etmiş. Peki, mesele nedir? Niye birbirimizle bu kadar didişiyoruz. Bu dedikodular, bu arkadan vurmalar, bu ihanetler, hainlikler, tuzaklar niçin?
Hz. Âdem’in iki oğlu oldu, Kabil Habil’i öldürdü. Buyur. Bütün mesele nedir yavrum, başımızı sokacak şöyle bir göz minicik bir yuvamız olsun. Rızkımızı da Allah veriyor. Daha ne? Bize düşen iş, Allah’ın verdiği rızkı adam gibi yemek, birbirimizle güzel ilişkiler kurmak, kalbimizi kafamızı hep sevgiyle, saygıyla, hizmet aşkıyla doldurmak. Biri Resûlullah Efendimize geliyor, “Ya Resûlullah, bir sualim var. Allah’ı en çok memnun eden ibadet nedir?” diyor. Peygamberimiz bir düşünüyor, “İnsanları sevmek ve onlara hizmet etmek.” Bu küçücük bir Hadis’te hayatın bütün özeti var. Allah’ı en çok sevindiren ibadet insanları sevmek, onlara hizmet etmek… Hizmet maddeten olur, mânen olur.
— Bir güler yüz bile bir hizmet değil mi Efendim?
Sabri Tandoğan: Gayet tabii, en güzel sadaka güler yüz, tatlı dil. Bir gün, uzun yıllar önce evde oturuyorum, telefon çaldı. Açtım, bir okul arkadaşım. Lisede beraber okuduk. Çok iyi dosttuk. “Sabri” dedi, “Çok büyük bir bunalım geçiriyorum, intihar etmek üzereyim, lütfen bana yardım et, belki son dakikalarımı yaşıyorum!” dedi. Öyle bir mesuliyet ki, yani ağzımdan çıkacak yanlış bir kelime her şeyi bitirebilir, mahvedebilir. Şimdi bu adama “Kardeşim git güzel bir kitap oku.” desen, öyle bir ruh hali içinde kitap okunmaz. İbadet et desen, “Ben neden bahsediyorum, o bana ne diyor?” der. Düşündüm, “Ya Rabbi ne diyeyim, bana yardım et!” dedim. Birden aklıma bir fikir geldi. Dedim ki, “Bak kardeşim, şimdi giyin, hemen dışarı çık. Yakın bir yerden bir kolonya al, yahut bir çiçek yaptır, en yakın hastaneye git. Oradaki nöbetçi memura dersin ki, ‘Kardeşim burada hiç ziyaretçisi olmayan bir hasta var mı?’ İşte filan katta filan numaralı hasta. Git onu ziyaret et, halini, hatırını sor, gönlünü al.” dedim. Çiçek yaptırmış, gitmiş. Kapıyı vurmuş, girmiş içeriye. Yaşlı bir hanım, güler yüzle karşılamış. “Merhaba, nasılsın, iyi misin?” falan. Biraz konuşmuşlar sohbet etmişler, sonra “Bana müsaade efendim.” demiş. “Güle güle yavrum.” demiş yaşlı hanım. “Gelecek hafta, gene gelmemi ister misiniz?” diye sormuş. Demiş ki yaşlı kadın, “Yavrum geldin, beni ziyaret ettin, ben burada aylardır yatıyorum kimsem yok. Arayanım yok, soranım yok. Çok teşekkür ederim, beni o kadar mutlu ettin ki, lütfen” demiş “gelecek hafta da başka, ziyaretçisi olmayan bir hastaya git, onu mutlu et.” “Onun üzerine, birden bire dünyam değişiverdi.” diyor arkadaşım. “Bu cevap üzerine sanki hayata yeniden gelmiş gibi oldum.” diyor. Hanımın elini öpmüş, ayrılmış. Ondan sonra gene hayatına devam etmiş. Şimdi bir müessesenin genel müdürü. Yani demek istediğim yavrum, böyle minicik şeyler insan hayatını yerine göre öyle etkiliyor ki…
— Efendim, bizim bir Kur’an-ı Kerim grubumuz var. Oradaki bazı hanımlara diyorum ki “Kur’an-ı Kerim’i okuduk, Rabbimiz bize ne diyor, anlamına bakalım.” diyorum. Bu hoşlarına gitmiyor. Bu durumda ne yapılabilir?
Sabri Tandoğan: Yavrum onun hayata bakış açısı, kültürü, görgüsü, bilgisi o kadar. Ona, “Böyle cahillik olmaz.” demekle hiçbir sonuç alamazsın yavrum. Bir düşman kazanırsın o kadar. Hâlbuki diyeceksin ki, “Gel kardeşim, bizde bir bulgur pilavı yiyelim.”, farz-ı muhal. “Ben sana güzel bir tatlı yapayım. Ben sana bir biber dolma yapayım.” diyeceksin. Şunu unutma yavrum, en güzel anlaşmalar yemekte oluyormuş. Amerika’da yemeksiz hiçbir toplantı olmuyor. Meselâ dev şirketler, birleşecekler farz-ı muhal, yeni bir fabrika kuracaklar, yeni bir iş alanına el atacaklar, hemen lokantada birleşiyorlar. Bu yemekte ne varsa?
— Efendim, bunun sırrı nedir?
Sabri Tandoğan: Yavrum yemek yenince insanlar yumuşuyor, rahatlıyor, gevşiyor. Daha rahat düşünüyor. Önyargılarından kurtuluyor. İdefikslerinden kurtuluyor. Daha objektif düşünmeye başlıyor. Onun için sen bu işi önce sofrada yap yavrum. Yediniz, içtiniz. Sonra yavaş yavaş konuyu açacaksın. Bazı İslâmın büyük düşünürlerinden bahsedeceksin. Meselâ Mehmet Akif diyeceksin, meselâ Elmalılı Hamdi Yazır diyeceksin, önce Kur’an-ı Kerim’i okuyacaksınız, sonra, “Acaba Allah bize ne diyor, Allah’ın bizden istediği nedir, beklediği nedir? Hani biz böyle kör hafız gibi okumakla elimize ne geçer? Böylesi anca mezarlıkta olur. Ama biz, gelin, Mehmet Akif’in dediği gibi, Elmalılı Hamdi Yazır’ın dediği gibi, Hasan Basri Çantay’ın dediği gibi, ‘Acaba Cenab-ı Hak bize ne diyor, bizden bekledikleri nedir?’ diyelim. Biz bunu nereden öğreneceğiz? Kur’an-ı Kerim’den öğreneceğiz.” Böyle bir başlangıç yapacağız. Sakın yavrum, sen sen ol, hiç kimseye hayatta, “Kardeşim sen yanlış düşünüyorsun.” deme yavrum. O sana düşman olur ve hiçbir zaman istediğin neticeyi alamazsın. Daima “Senin dediğin de doğru, senin dediğinde de büyük hakikat payı var, ama işin şurası da var…” gibi. Meselâ Danıştayda, hatta Danıştay tarihinde, en çok muhalif kalan üye bendim. Ama hiç kimseyle münakaşa etmedim. Hiç kimseye küsmedim, darılmadım. Nasıl yapardım bu işi? Herkesi saygıyla dinlerdim, edeple dinlerdim, dinlerdim. Herkesin konuşması bitince, el kaldırırdım, “Sayın başkanım, müsaade ederseniz benim de bir çift sözüm var.” derdim. “Buyurun Sabri Bey” derdi, başlardım. “Arkadaşlarım çok güzel fikirler ileri sürdüler, hepsini saygıyla dinledim, acaba olaya şöyle de yaklaşılabilir mi?” Girişe bak! (Gülüşmeler) Kim buna hayır diyebilir? Şu girişteki yumuşaklığa bak. Demin getirdikleri Laz böreği gibi, yumuşacık böyle… (Gülüşmeler) Ondan sonra çok saygılı, edepli bir dille fikirlerimi anlatırdım, başkan oya sunardı, bazan herkes benim tarafıma dönerdi. Olay bu. Maksat bağcı dövmek değil, üzüm yemek. Ben de fikrimi böyle yumuşacık kabul ettirirdim. Oldubitti. Hayatın inceliği bu… Sen sen ol, kimseye, “Kardeşim sen yanlış düşünüyorsun.” deme. Düşman olur sana ve ondan sonra da söylediğin hiçbir sözü kabul etmez o. Çünkü bir kere sen onun egosunu ayağa kaldırdın, “Sen bilmiyorsun.” dedin, “Sen cahilsin.” dedin.
Bilmiyorum içinizde hiç dinleyen var mı? National Geographic kanalında, ‘Köpeklere Fısıldayan Adam’ adlı bir program var. Amerika’da, köpek psikologu. Diyeceksin ki köpeğin psikologu mu olur? Oluyor. Ve müthiş para kazanıyor bu işten. Köpeğini terbiye edemeyen, köpeği ile başa çıkamayan herkes, bu adama telefon ediyor, yardım istiyor. Bu da geliyor yardım ediyor, böyle çantayla para kaldırıyor. Ben bu adamın birkaç programını dinledim. Ya Rabbi, tüylerim ürperdi. O kadar kendini köpeklerin incelemesine vermiş ki bu adam. “Önce, işe köpeğe saygı ile başlayın.” diyor. “Siz, köpeğinize saygı göstermediğiniz sürece, kat’iyen onu yola getiremezsiniz.” diyor. İlk iş köpeklere saygı göstermek… Müsaade et de adam köpeklere saygı gösteriyor, biz de insanlara saygı gösterelim yani. (Gülüşmeler)
Bu iş böyle yavrum. İnsanlara saygı göstereceğiz yavrum. Hangi insanlara? Bütün insanlara, yedi milyar insana. İstisna? İstisna yok. Ya düşmanlarımız? Bizim düşmanlarımız yok ki yavrum. Biz herkese dostuz. Herkes bizim kardeşimiz. Bizim düşmanımız yok yavrum.
“Düşmanımız kindir.” diyor Yunus Emre. Biz O’ndan iyi mi bileceğiz?
— Efendim, heyette muhalefeti nasıl yapıyordunuz bir daha söyleyebilir misiniz?
Sabri Tandoğan: Diyordum ki, “Muhtelif arkadaşlarımız çok güzel fikirlerini ileri sürdüler. Onları zevkle, saygıyla, edeple dinledim. Benim de şöyle bir düşüncem var, acaba müsaade ederseniz arz edebilir miyim?” Evvela onlara bir yağ var, bal var yaptık yavrum. (Gülüşmeler) Hayat böyle yavrum… Böyle burnunun dikine gitmekle, “Sen bana düşmansın, ben seni sevmiyorum.” demek eşekçe bir şeydir yavrum. Hiçbir şey kazandırmaz insana. Hz. Ömer diyor ki, “Farz et ki bir insanın sana on birim düşmanlığı var, sen bunu sekize indirebiliyor musun, işte asıl başarı budur.” diyor. Yani biz düşmanımızı bile imkân nispetinde yavaş yavaş dost etmeye çalışacağız yavrum. Düşman diye bir kavram yok. Başkaları bize düşmanlık besleyebilir. Onların bileceği iş. Ama biz herkesin dostuyuz. Herkes bizim canımız, kardeşimiz. Mesele, karşımızdaki insanı yanımıza almakta…
|