Neden Mutlu Değiliz?
Bir insanın huzuru ve mutluluğu, kendi içinde bir düzen kurmasına bağlıdır. Pek çok kimse, iç dünyalarında bir nizam, bir düzen kuramadıkları için sıkıntılı, bunalımlı, stresli oluyorlar. Yunus ne güzel söylemiş: “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.” diye. Huzur, içte sağlanan bir dengenin meyvesidir. Dünya bir mukayese âlemidir, imkân yeridir. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, hayır ile şer, bu âlemde bilinir. Hayır için imkân bu âlemdedir. Ancak mutlu ve huzurlu insanlar hem kendilerine, hem etraflarına karşı hür olabilirler.
Hayvanlar, çok defa her şeye küsmüş gibi ölürler. Biz insansak eğer, insan doğmuşsak, insan gibi yaşayalım, insan gibi Hakk’a göçelim. Muhammedî aşkla mânâ âlemine ulaşmak ne güzeldir. Bütün insanları, hayvanları, bitkileri, cemâdatı kucaklayarak, tevhide ulaşarak, Resulullah’ın elinden öperek yeni hayata başlamak ne muhteşem bir olaydır. “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyenler, hayatın, yaşamanın, vâroluşun mânâsını anlayıp, insan düğümünü çözmüş ne güzel insanlardır.
Çağımız insanını, hayatın bolluğu, her an değişen olaylar, insanlar, görüntüler, malzemenin sonsuz çeşitliliği, bir nokta üzerinde durup derinleşememek, algıladıklarını özümleyememek, hep bir sinema seyircisi gibi yüzeyde kalmak, iflâs ettiriyor. Durup düşünmeden, hazmetmeden, bir yere varılamaz ki... Sevdiği yazarı tekrar tekrar okumadan, onu hayatının odak noktası yapmadan, onun içinde tekrar doğmadan ve ondan öğrendiklerini bir ömür boyu yaşamadan, onun gözüyle hayata, insanlara, doğaya, olaylara bakmadan, bir sinema seyircisi gibi olmak insana ne kazandırabilir? Hiç. Sadece okuduğunu sanacak, sadece o yazarı tanıdığını sanacak. Galiba insanın en kolay kandırdığı yine kendisi oluyor. Onun için Fikret, “İnan Haluk, ezelî bir şifadır aldanmak.” diyor. Yirmi yazarı üstünkörü okuyup geçmektense, bir yazarı alıp, onu tekrar tekrar okumak sanırım daha yararlı olur. Özümlenmedikten sonra, algılar kolayca kaybolup gider.
Bir tablodaki bütün güzelliği, inceliği, ayrıntıları bir kere görmekle kimse fark edemez. Tekrar tekrar, değişik zamanlarda, değişik ruh halleri içinde bakmak gerekir. Üzerinde durulmayan, içimize sindirilmeyen, okunduktan, dinlendikten, görüldükten sonra bizim olmayan, damarlarımızda dolaşmayan bize ait değildir. Bir defada, ne kadar dikkâtli olursanız olun, her şeyi göremez, fark edemez, özümseyemezsiniz. Meşhur Louvre Müzesi’ni yarım saatte gezdiğini söyleyen bir Amerikalı turistin acaba kazancı nedir? Louvre’u gezdim diye kendini kandırmış olmuyor mu?
Sanat sanıldığından çok daha ciddi bir iştir. Bir mısra bütün bir kâinattır. İnsan tecrübesi sanatkârda şeklini bulur. Sanatın başladığı yerde her şey susar. Edep, huşu ve saygı ile başlar, eğilir. Bizzat hayatın akışında bir mânâ yoktur. Olup bittiler ve bunların birbirlerine eklenmeleri vardır. Hayata mânâyı biz veriyoruz bakış açımıza, ruh tecrübelerimize göre. Hayatı eğer kötü ve çirkin görüyorsak kabahat bizdedir. Eğer gözlüğümüzün camları tozlu, kirli, çamurlu ise, gördüklerimiz, algıladıklarımız da öyle olur. Aslında temiz olan, güzel olan, ince ve zarif olan o zaman bize kirli görünür. Eğer hayatta mutlu olamıyorsak, huzurlu olamıyorsak kabahat bizdedir. Hayattan, insanlardan, doğadan, toplumdan mütemadiyen şikâyetçi olmak, bir kaçış mekanizmasından başka nedir? Suçu çevreye, başkalarına atarken, acaba bir de kendimizde arama yoluna gidiyor muyuz? Önyargılardan arınıyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Bunun bilincine varan Fikret, bir şiirinde, “Yazık bize ey hayat, sen saf ve mübeccelsin.” der. Hiçbir şey, göründüğü gibi değildir. Bazen, en güzel meyvenin içinde gizlenir kurt. Bir sözle ya da davranışla gündeme gelmiş olan, acaba ardında hangi etkenleri saklar? Bir söz, bir davranış, bir görüntü belki de etkisini yıllarca sürdürüp rol almıştır sonuçta. Küçük izler birikir, zamanı gelince her şeyi etkileyen bir olay çıkar ortaya... Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bazen sakin gibi görünen bir havanın arkasından, fırtınalar çıkar. En uzun yolculuğa bile bir adımla başlanır. İyiye, güzele, doğruya doğru atılan tek bir adım, bazen muhteşem olayların başlangıcı olur. Vehbi Koç’a sormuşlar: “Bu kadar servete nasıl ulaştınız?” diye. Gülmüş, “İlk bir lirayı kazanmakla” demiş.
Sürekli olarak içimizde zıtların uçurumunu yaşıyoruz. Tevhidî görüşten uzak olduğumuz için şâd olamıyoruz. Suçu ona buna atmakla büsbütün gerçeklerden uzaklaşıyoruz. Hayatımız yamalarla dolu. Birbirinden uzak, birbirine yabancı yamalar. Aslında biz birbirimizle konuşmayı bile unuttuk. Oysa, öyle muhtacız ki... Milyonlarla dolu şehirlerde yaşıyoruz, sevgi susuzluğu içindeyiz. Yunus, “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyordu. Bizim aşkımız olmadığı için eksiklerimiz devam ediyor. İnsanoğlu bir yığın imkân ve bir de atâlet yekûnu... Nefs tabakasını kıramadığımız için kendimize de, birbirimize de yabancıyız. Kendimizi yenileyemiyoruz. Onun için hayat bizi boğuyor. Sıkılıyoruz, bunalıyoruz, kendimizi sigaraya, içkiye, uyuşturucuya, sekse, kumara, dedikoduya kaptırıyoruz. Önümüzde pınarlar var, dudaklarımız susuzluktan çatlıyor. On Hadis-i Şerif alsak, günlük hayatımız içinde yaşasak, aile hayatımızda, sosyal hayatımızda, iş hayatımızda bütün nüanslarıyla uygulasak, bizi huzurun ve mutluluğun zirvesine götürür. Beş Âyet-i Kerime’nin yaşandığı takdirde bizi velâyete kadar götüreceğine inanıyorum. Başlamak, iyiye, güzel ve doğruya doğru bir adım atabilmek. Bütün mesele burada.
“Bal bal demekle ağız tatlanmaz” diye bir söz vardır. Din, tasavvuf gibi mânevi değerler, yaşanmayıp, uygulanmayıp, günlük hayata geçirilmeyip, sadece edebiyatı yapıldıkça, huzur da, mutluluk da fersah fersah bizden uzak kalacak... Hayret edecek ne var?
“Dünya bir bazardır, herkes metaın arzeder” diyor Fuzulî. Hicretin en faziletlisi, Allah’ın sevmediği şeyi terk etmektir. İnsanların en şerlisi, kendini insanların en iyisi sanandır. En ahmak insan, kendisini insanların en akıllısı sanandır. İnsanların değerlerini anlamak için de değerli olmak gerektir. Güzele gönül ver ki, sen de güzel olasın. Firavun’un huzuruna çıksan bile, saygılı, edepli ol, yumuşak ve tatlı söyle.
Her şeye, ama her şeye, en ufak bir ayrıntıya bile dikkât et, saygı göster. Büyük, küçük, önemli, önemsiz, fark gözetme. Gözlemci ol. Bil ki her zerreden zikreden Allah’tır. O bize şah damarımızdan daha yakındır. Nerede ararsan Allah orada vardır. Önemli olan her zaman, her yerde, her an Allah’la beraber olmaktır. Yürürken, otururken, çarşı pazarda alışveriş yaparken, yemek yerken, su içerken, ibadet ederken Allah’la beraber olanlar ne güzel insanlardır. Tasavvufta buna “namaz-ı daimun” denir. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler bir mutluluk çağrısıdır bütün insanlar için. Sonsuz bir teslimiyet içinde hep Allah’la beraber olanlar için dünya hayatı da, âhiret hayatı da cennetten başka nedir? Her an sevgilisiyle beraber olandan daha mutlu kim vardır? Allah’ı en çok sevenler, onu en çok zikredenlerdir. Gören göz, işiten kulak, hisseden bir kalp için her olay bizi Hakk’a götüren bir vasıtadır.
Yunus, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” der. Dilimiz neyi söylüyorsa, içimizde o vardır. İster istemez içimizden olan dışımıza yansır. Hayır düşünen hayrı, şer düşünen şerri söyler. Hep hayırlı şeyler düşünelim ki söylediklerimiz de hep hayır olsun. Kur’an-ı Kerim’de “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” buyruluyor. Bu dünya bilmeyene ateşten bir gömlek, bilene düğün dernektir.
Sabreden, kanaat eden, şükreden, hamdeden, edep, sevgi, saygı ve zarâfet içinde yaşayan, huzurun ve mutluluğun çiçeklerini devşirir. Bu dünya bir sınavlar âlemidir. Hepimiz, her an sınav içindeyiz. Önemli olan, her zaman o bilinç, dikkât ve uyanıklık içinde olmaktır. Bu âlemde bir garip misafir olduğumuzu unutmayalım. Gözü yerde olanın, gönlü âsumana çıkar. Bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. İçini güzelleştirenin dışı da güzel olur. Hz. Ali ne güzel buyurmuş: “Sen kendini küçük bir cisim gibi görüyorsun. Oysa, en büyük âlemler senin içinde saklıdır.”
“Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen.” diyor Şeyh Galip. Kişi yüzeysel değil, derinlemesine kendi zihninin içine dalmalı, günlük yaşamındaki büyük enerji kaybına sebep olan sürtüşmelerin, çelişkilerin farkına varmalıdır. Gerçeğe varmak için berrak bir zihne ihtiyacımız vardır. Bulanık, karmakarışık, stresli bir zihinle bir yere varılamaz. Şüphesiz nefis, kötülüğü emredicidir. Zihin nefsaniyetten uzaklaştığı oranda güzelliği sezebilir, gerçeği anlayabilir, iyiyi keşfedebilir. Mevlânâ, “Bir insanda gurur ve kibir ağzını açtığı andan itibaren, sarımsak gibi kokmaya başlar.” der. Önemli olan “ben”i aşabilmek, egosuz bir âleme yükselebilmektir. Eteklerimiz “ben”de kaldığı sürece, yerde sürünmeye mahkûmuz. Gönlü taş gibi sert ve katı olanlar için Yunus, “Taş gönülden ne biter?” der.
En büyük meziyetlerden biri, haddini bilmektir. Haddini bilecek olursan, her zerre sana hizmet eder. Haddini aşacak olursan, her faydalı şey, senin için zararlı olur. En şaşkın insan, ömrünü boş yere harcayandır. İlmin anahtarı sormaktır. İnsan Allah’a yaklaştıkça bütün üzüntülerinden kurtulur. Büyük mutasavvıf Kenan Rifai, “Sen seyrancısın, seyranına bak.” diyor. Deniz suyu içmek susuzluğu gidermez. Aksine daha fazla artırır.
Âlemde susamış kişilerin su aradığı gibi, su da, susamış kişileri arar. Doğuştan gelen sevgi duygusu insanda yön bulamayınca sorunlar başlar. Günümüzde sevgisizlik egemen. Her gün gördüğümüz, tanığı olduğumuz sıkıntılar, bunalımlar, stresler, huzursuzluklar, saldırganlıklar, sabırsızlıklar, kabalıklar, sevgi azlığının göstergesi değil midir? Mevlânâ, “Sevgiden bakır altınlaşır.” diyor. Günümüzün çağdaş Neronları, Nemrutları, Firavunları trafikte yarım dakika bekleyince çılgına dönüyorlar. Deli gibi kornalarına basarak etrafa dehşet saçıyorlar. Kalbinde zerre kadar sevgi olan insanlar hiç bunu yaparlar mı? Sessizliğin bile sesi vardır. Geceleri kervanlar geçer. Mânâ yolunun kervanları... Geceleri yapılan ibadet, zikir, tefekkür, geceleri okunan kitap, yazılan yazı, bir başka olur... İnsan daha arınır, temizlenir, güzelleşir. Gece sohbetleri bir başka olur. O sohbetten amaç, bir hâli, bir edebi, incelik, güzellik ve zarâfeti, bir gönülden başka bir gönüle aktarabilmektir. Öylesine büyük, yüce, temiz, asil ruh halleri vardır ki, orada söz durur, kelimeler susar. Hâl konuşur. Orada insan, “Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel.” der.
Dünyada kötü insan yoktur. İçindeki güzelliği, yüceliği ortaya çıkaracak ortamı bulamamış insan vardır. Hiç zemheride bahar çiçekleri açar mı? İnsan, dışıyla karşılanır, içiyle uğurlanır. Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir? Her an uyanık, dikkâtli, edepli, zarif ve ince olabilmek yaşamak sanatıdır.
Günümüzde çok insanda bulunan yaygın bir hastalık var. Herkesi kendi gibi sanmak... Ne büyük yanılgı. Oysa her insan, ayrı, apayrı bir varlık. Kendine özgü, hiç kimseye benzemeyen. Ama biz insanları ille istediğimiz, sandığımız gibi görmek istiyoruz. Bunun için de üzülüyor, hayal kırıklığına uğruyoruz. Halil Cibran ne güzel söylüyor; “Seviniz, seviliniz, ama bir olduğunuzu unutmayınız.” Yunus, büyük Yunus: “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz.” diyordu. “Beni bende demen, bu ben değilim, bir ben vardır bende, benden içeri.” diyordu.
Kalp aydınlanmadıktan sonra, bilgi ne işe yarar? Mevlânâ’ya sormuşlar: “Aşk nedir?” “Ben ol da bil.” demiş. Bir kaya kovuğunda kalan bir böcek, bütün hayatı, yerleri ve gökleri bu delikten ibaret sanır. Ne olur biz de böyle olmayalım. Olaylara bakış açımız, o daracık, o bencil, o nefsanî perspektiflerden kurtulsun. Amerika’da bazı yapıların, iş merkezlerinin üstünde, büyük harflerle yazılmış çok ilginç bir yazı var: “Amerikalı! Büyük düşün.”
Aşkta varmak değil, yolda olmak, aramak esastır. Çağımızın en büyük psikoloğu E. Fromm, günümüz hastalıklarına koyduğu teşhisi ne güzel özetlemiş: “İnsanın varoluş probleminin cevabı aşktır.” Hiç acı çekmemiş olanlar düşüncesiz olurlar. Cahile en güzel cevap susmaktır. Hayatınızdan memnun değilseniz, sıkıntı ve bunalım içinde çırpınıyorsanız, düşüncelerinizi değiştirin. Düşüncelerini değiştirmeyenler yalnız aptallar ve ölülerdir. Kendi ayıbını görenler, ne güzel insanlardır.
Mütemadiyen insanları yargılayanlar, ne yaptıklarının farkındalar mı? Bir gün kendilerinin de acımasızca yargılanacaklarını biliyorlar mı? Mümin, ayıplamaz, kınamaz, kötü söz söylemez.
Bir şeyi sevmeden onu anlayamayız. Mutlu olmanın en kolay yolu, başkalarına mutluluk vermektir. Mesnevî “Dinle” diye başlar. Dinlemesini bilen bir insan için, her zerre, her an, yepyeni mesajlar vermektedir. Ahmet Rifai Hz. “Ben sessizlikle emrolundum.” buyuruyor. Yalnızlık hâlâ insanların en insanca yönü. Bütün büyük düşünceler yalnızlık ve sessizlikle şekil alırlar. Bir güzellik, bir yücelik, ancak sessizlik ve yalnızlıkta algılanabilir, özümlenebilir. Kartallar yalnız uçarlar, kargalar sürü halinde. Yunus “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı.” der. Lotüs, bataklıkta yetişen bir bitki türü. Lotüs, çevresindeki bütün kötü kokuları, nefis bir kokuya dönüştürüyor.
Neden biz de Lotüs gibi olmayalım? Mümkün mü? Neden olmasın…
|