subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XI                                                                    Sabri Tandoğan

 

Sayın Sabri Tandoğan’ın Sohbetlerinden Notlar - III

(Sayın Büyüğümüz, insanın karşısına çıkan fırsatları değer­lendirebilmesinden bahsediyor ve değerli bir gönül dostu oku­yup etkilendiği bir hikâyeyi paylaşıyor):


“Vaktiyle bir genç adamın yaşantısı hiç yolunda gitmiyor­muş. Nereye elini uzatsa iyi bir sonuç alamıyor, hep hayal kırıklıkları yaşıyormuş. İyice morali bozulan genç adamın aklına bir gün vaktiyle anneannesinin ona yaptığı nasihat gelmiş. Anneannesi o zaman “Bak yavrum,” demiş, “eğer bir gün çok zor durumda kalırsan, benim uzaklarda bir evim var. O evin bahçesinde filân yerdeki ağacın altında bir şişe gömülü. Şişenin içinde de bir cin hapsolunmuş durumda. Gider, o şişeyi bulur, cini oradan çıkarırsın. O, bu iyiliğine mukabil sana yardımcı olmak ister. Sen de isteklerini söylersin.”...


Bunları hatırlayan genç hemen yola koyulmuş. Uzun bir yolculuktan sonra yolu bir ormana düşmüş ve orada bir kurtla karşılaşmış. Kurt nereye gittiğini sorunca durumu anlatmış. Kurt demiş ki: “Ben de senin gibi çok dertliyim. Bir türlü kurtlar sofrasında yerimi alamıyorum. Hep kenarda köşede kalıyorum. Benim durumumu da acaba o cine açman mümkün mü, ne yapayım ki bu gidişe bir son verebileyim?” Genç adam ona söz verip, yola devam etmiş. Ormanın içlerinde çok büyük bir sa­rayla karşılaşmış. Yiyecek bir şeyler istemek için kapıyı çalmış, güzel bir genç kız kapıyı açmış. Kız kendisine bir şeyler ikram ettikten sonra nereye gittiğini sorunca durumu anlatmış. “Biliyor musunuz,” demiş kız, “ben de bu sarayda çok mutsuzum. Aca­ba rica etsem, o cine benim de ne yapmam gerektiğini sorar mısınız?” Genç ona da söz verip, yola devam etmiş. Çok yo­rulduğu için bir ağacın altına uzandığında, dikkâtini çeken bir şey olmuş: Ağacın diğerlerininki gibi yaprakları yokmuş. Ağaç biraz sonra kendisine nereye gittiğini sorunca, ona da durumu anlatmış. Bunun üzerine ağaç, “Benim de bir derdim var.” de­miş, “bir türlü yeşil yapraklar çıkmıyor dallarımda. Oysa bütün ağaçların dalları yapraklarla dolu. Acaba bu niçin oluyor, bunun için ne yapmalıyım, o cine sorar mısın?” Adam ağaca da söz vermiş ve daha sonra iyice yaklaştığı eve doğru yola koyulmuş. Eve ulaştığında tarif edilen ağacı ve altında gömülü şişeyi bulmuş. Cini çıkarmış. Çok ferahlayan cin: “Dile benden ne di­lersen” deyince, genç halini anlatmış, yaşantısında ters giden durumlar olduğundan, zaman zaman çok bunaldığından bah­setmiş. Bunun üzerine cin “Şimdi beni iyi dinle. Eğer buradan ayrıldıktan sonra aynen geldiğin yolu takip ederek evine dö­nersen, istediğin her şey bir bir gerçekleşecek. Ama dikkât et, hangi yolu izlediysen gelirken, yine aynı yoldan döneceksin geriye. Bunu sakın unutma.” demiş. Bunları işiten genç adam büyük bir sevinçle yola koyulmuş. Dönerken konuştuğu ağaca rastlamış, olup bitenleri ona da anlatmış. Ağaç: “Peki,” demiş, “benim durumumdan da bahsettin mi cine? Ne dedi benim için?” “Bahsettim tabi” demiş genç adam, “senin köklerinin arasında çok büyük bir hazine gömülü imiş. O hazine senin yapraklarının çıkmasına engel oluyormuş. Bir gün o hazine oradan çıkarıl­dığında, senin de dalların yaprak dolacakmış.” Ağaç bunu du­yunca sevinçle haykırmış, “E, sen çıkar o zaman, hazine senin olsun, sen zengin olursun, ben de yapraklarıma kavuşurum.” “Olmaz!”, demiş genç adam, “ben bir an önce evime dönme­liyim. Orada da pekâlâ zengin olabilirim.” Ve yola devam etmiş. Bir süre sonra yemek istemek için gittiği saraya varmış, kapıyı çalmış. Kapıyı açan kıza olup bitenleri anlatınca kız “Peki,” de­miş, “benim durumumdan da bahsettin mi cine, ne dedi benim için?” Genç adam demiş ki: “Hiç bahsetmez olur muyum. Sizin için de karşısına çıkacak ilk kimseyle evlensin. O zaman birlikte çok mutlu olacaklar diyor.” Bunu duyan genç kız, “Madem öyle söylüyor, o halde, sizinle evlenelim, siz de burada, sarayda benimle kalın.” deyince genç adam “Hemen evime dönmeliyim, orada da evlenebilirim” demiş ve yine yola koyulmuş. Nihayet kurtla karşılaştığı yere gelince, kurda da başından geçenleri, geri dönerken yolda yaşadıklarını bir bir anlatmış. “Peki,” demiş kurt, “Benim için de sordun mu, bana ne tavsiye etti?” “Valla,” demiş genç adam, “Senin için de karşısına çıkacak ilk enayiyi parçalasın, böyle yaparsa ondan sonra kurtlar sofrasında lâyık olduğu yeri alacak.” diyor. Bunu duyan kurt sevinçle hemen üzerine saldırarak genci orada parçalamış.”


− İşte, hayatta da hep böyle oluyor yavrum. Herkesin kar­şısına çok büyük fırsatlar çıkıyor ama onları değerlendirebilenler çok az oluyor.


− Efendim, bir fırsatı değerlendirebilmek için her şeyden önce onun bir fırsat olduğunu farketmek gerekir değil mi?


− Öyle tabi. Kimisi diyor ki bu işin geliri az, kimi diyor çok uzak, kimi diyor şu şu da olsaydı ne iyi olurdu... Ama bilmiyor ki belki o küçük gördüğü iş sayesinde başka insanlarla karşı­laşacak, o insanlar sayesinde başka başka fırsatlar açılacak önüne... İşte bazan küçük, önemsiz, basit bulup, burun kıvır­dığımız şeyler aslında bizim için bir nimet, bir fırsat oluyor.


− Peki bu farkındalık nasıl kazanılır, fırsatları farketme ve vaktinde değerlendirebilme noktasında?


− Bu daha çok mânevi görüşle mümkün. Mânen yüksel­dikçe, insan karşısına çıkan fırsatları görmeye, anlamaya baş­lar.


− Efendim, bir anekdot vardı: Bir kimse hep Hızır (A.S) ile görüşmek istermiş. Bunun için çok dua etmişse de, isteğine bir türlü vâsıl olamayınca, üzüntüsünü Hızır (A.S) ile zaman zaman görüştüğünü bildiği bir velî dostuna açmış. Dostu: “Doğrusunu istersen bir gün senin de karşına Hızır (A.S) çıktı… Ama sen bunu anlayamadın. Karşına çıkması için dua etmiştin, bir gün çıktı ama bu defa da onunla karşılaştığını bilemedin.” demiş.


− Yavrum, işte bu Hızırlar hepimizin karşısına çıkıyor. İs­tisnasız hepimizin. Ama çok az kimse o Hızırların kıymetini biliyor, farkına varıyor.


− O halde hiç kimse “Yarabbi, bana filân konuda imkân veya şans vermedin” diyemeyecek?


− Öyle. Ama bu fırsatlar insanın karşısına bir kere çıkıyor. Talih kuşu insanın kapısına bir kere konar. Zamanında değer­lendirebilirse ne âlâ.


− Peki, siz bu fırsatları gereğince değerlendirebildiniz mi hayatınızda efendim?


− Evet, sanırım. Eğer öyle olmasaydı, şimdi bu durumumda olmazdım.


− Efendim, Kur’an-ı Kerim’de meâlen “Göklerde ve yerde nice âyetler (ibretler) var ki, onların yanından yüzlerini çevirerek geçip giderler.” (Yusuf Sûresi-105. Âyet) buyruluyor. Biz meselâ nelerin yanından geçip gidiyoruz farkında bile olmadan?


− Biz meselâ Rânâ Hanım’la birlikte her hafta sonu Eskişehir’e giderdik. Niye? Orada bizim için sadece Münir Bey vardı. Ondan bir cümle de olsa bir şeyler öğrenebilmek için gidiyorduk. Ben daha giderken yolda ona soracağım soruları hazırlardım. Sular akarken testilerinizi doldurun diye bir söz vardır. Bir gün gelecek, benden başka sorularınızı soracak bir başka kimse bulamayacaksınız. Bugün yetmişüç milyonun için­de benden daha çok insan ruhundan anlayan kaç kişi var? Kültür konusunda on dakikadan fazla konuşabilecek kaç kişi var? Profesörler var diyeceksiniz. Bana öyle hastalar geldi ki, profesörler asla iyileşmez demişlerdi. Ama Allah’ın izniyle ben onları iyileştirdim. Bana soruyorlar, “Sabri Bey, niye politikaya girmediniz, bu bilgilerinizle hizmet ederdiniz.” diyorlar. Ben grup kararı filân anlamam. Doğrular neyse ölüm bahasına da olsa, çıkar Meclis kürsüsünden söylerim. Böyle bir insanı hangi parti ister? Bu nedenle siyasete girmedim.


(Başka bir sohbetten)


− Telgraf çekilirken hani alıcıya sadece tık tık şeklinde sesler gelir ama aslında o sesler bir şifredir ve çözüldüğü zaman birçok bilgiler içerir, telgraf mesajını ortaya çıkarır. Hayatta da böyle. Bir insanı ilk gördüğünüzde, hakkında hemen bir karar vermeniz gerektiğinde, size onunla ilgili bilgiler veren birçok işaretler vardır. Ve eğer bir kimse bu işaretleri algılar ve doğru değerlendirebilirse, ilk görüşte bile doğru hükümler verebilir. Bütün mesele o işaretleri alıp çözümleyebilmekte.


Hayatta her şeyden önce önemli olan, bir insanın kendi dünyasını kurabilmesidir. Bir gün İstanbul’dan doktor bir hayranı Âşık Veysel’e haber gönderiyor, “Sizi,” diyor, “vasıta gönderip aldırayım, İstanbul’da ameliyat ettireyim, her türlü masrafınızı ben ödeyeyim. Sonra yine köyünüze dönersiniz.” Âşık Veysel, bunun üzerine “Ah efendim,” diyor, “gözlerim açılacak da ne olacak. Benim zaten öyle renkli bir dünyam var ki, ben orada huzurlu ve mutluyum. Sizin dünyanızda ise kıskançlıklar, nef­retler, hasetler yok mu? Ben bunları ne yapayım?” Ve kabul etmiyor adamın teklifini.


“Gelme, gelme üstüme


Bir şifâ vermeyeceksen eğer”


                                                                               Fazıl Hüsnü Dağlarca


(Başka bir sohbetten)


− Efendim, insanlar yeni bir yılın girdiği ânı büyük bir sevinçle kutluyorlar. İnsan her an bir değişimi yaşamıyor mu aslında?


− İnsan için her an yeni bir başlangıç, her an yeni bir yılbaşıdır. Allah, her an yeni bir şe’n üzeredir çünkü.


(Başka bir sohbetten)


− Efendim, siz, size sorulan bazı soruları cevaplandırmadan geçiyorsunuz.


− En büyük fitne sebeplerinden birisi de her soruya cevap vermektir. Bazen susmak da en güzel bir cevaptır.


− Efendim, Münir Derman Hazretleri de “Allah dostlarına bir soru sorduğunuz zaman söylenenleri uygulamayacaksınız hiç sormamanız hakkınızda daha hayırlı olur.” demişler bir soh­betlerinde.


− Öyle yavrum.


(Başka bir sohbetten)


− Efendim, Münir Derman Hazretleri Allah dostlarından bahsederken, bir kendisine dost olarak Allah’ı seçen kimse vardır, bir de Allah’ın kendisini dost olarak seçtiği kimseler. Bu dost, o dostun ayaklarının altını öper, diye anlatıyorlar. Bu konuyu nasıl anlamalıyız?


− İnsan kendisini öyle yetiştirir, öyle yetiştirir ki, Allah’a öyle yaklaşır ki, Allah’la dost olur. Ama meselâ bir de Abdülkadir Geylani Hz. gibi bazı kimseleri de Allah kendisine dost olarak seçmiştir. Abdülkadir Geylani Hz.: “Benim ayağım, bütün evli­yaullahın omuzları üstündedir.” diyor. Böyle bir kimsenin ayak­larının altı öpülse azdır tabi.


Allah, “Benim bazı dostlarım vardır ki, onları benden başka hiç kimse bilmez.” buyuruyor. Biz herkese karşı hüsnü zan içinde olacağız. Kimde ne olduğunu bilemeyiz.


“Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz”


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                          Yunus Emre

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]