subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XI                                                                    Sabri Tandoğan

 

Yeme İçme Âdâbı

Kur’an-ı Kerim’de (el-A’raf, 31) “Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyruluyor. Her hususta olduğu gibi, yeme içme konusunda da orta yolu izleyip, aşırılık ve israftan kaçınmak gerektiği anlaşılmaktadır. İslâmî anlamda yiyip içmenin hayatı sürdürüp ölmeyecek kadar olanı farz, çalışmaya, kulluğa kuvvet kazandıracak ölçüde olanı müstehab, kilo alıp şişmanlamak ve yağlanmak için olan mekruh, doyduktan sonra, mideyi zorlayacak derecede bulunanı ise haramdır. Resûlullah Efendimiz bir hadisi şeriflerinde “İn­sanın doldurduğu kapların en fenası, kendi midesidir. Âdem oğluna belini doğrultacak kadar yemek yeterlidir. Eğer bu kadarla yetinemiyorsa midesini üçe bölmeli, üçte birini yemek, üçte birini su için ayırmalı, geri kalan üçte birini de teneffüs için boş bırakmalıdır.” buyuruyor. İran’dan müslüman hastaları tedavi için gelen ve birkaç yıl Medine’de kaldığı halde, kendisine müracaat eden hasta olmadığını söy­leyen doktora karşı, Kâinatın Efendisi’nin sözleri ne kadar düşündürücüdür. “Benim ashabım karınları acıkmadıkça ye­mek yemezler. Yedikleri zaman da iştahları olduğu halde doymadan sofradan kalkarlar. Bu yüzden de mide ra­hatsızlığı ve dolayısiyle hastalık görmezler.”


Yemenin ölçüsü herkesin bünyesine ve yaptığı işe göre değişir. Değişmeyen bir husus varsa o da herkesin eriteme­yeceği ve kendisine yük olacak tarzda yemekten sakınmasıdır. Böyleleri Kur’an-ı Kerim’de (Muhammed, 12) “Zevk ve safâ için davarlar gibi yiyenler” diye kınanmaktadır. Helâl bile olsa mideyi tıka basa doldurmak hiç de hoş karşılanmamaktadır. İnsanın az yemeğe alışkanlık kazanması iştihasını kontrol et­mekle sağlanabilir. Bunun yolu da her gün yemeği azaltarak mideyi küçültmektir. Az yemek ve oruçla insan şeytanın kö­tülüklerinden de korunmuş olur. Çok yiyen tembellik ve gev­şeklikten kurtulamaz. Az yiyip midesini doldurmayan insanın kalbi yumuşak, gönlü uyanık, dikkati ve zekâsı parlak ve vücudu sağlıklı olur. Az yemeğe dikkat gösterende kulluk neşesi, iba­detten tad alma duygusu artar. Açlık halinde tokluğun verdiği taşkınlık ve şımarıklığın yerini, gönül kırıklığı ve tevâzu alır. Can boğazdan gelir diye bir söz vardır. Ama canın yine boğazdan çıkacağı unutulmamalıdır. İlke, yemek için yaşamak değil, ya­şamak için yemek olmalıdır. Az yemenin sağladığı faydalardan biri de insan zihnini ve kalbini meşgul eden vesveselerin kay­bolmasıdır. Cinnet getirmiş delilerin bile aç bırakıldığında akıl­larının başlarına geldiği görülmüştür. Açlık ibret tarlası ve hik­met pınarıdır. Az yemekle şeytanın yolları daralmış olur. İbadet öyle bir sanattır ki, onun dükkânı halvet, âleti açlıktır. Tokluk organlara gevşeklik vererek, ibadete perde olur. Akılları fikirleri yemekte olan kimseler ibadetten lezzet alamazlar. Lokman Hekim diyor ki “Mideni doldurursan düşünme kabiliyetini kaybedersin, hikmet ve kavrayışın azalır, ibadetten uzak­laşırsın.” Melekler çok yemeğe müptela olana merhamet­lerinden ağlar. Yemek hırsına kapılan obur kimse, şehvet ateşi ile yanar. Karınları her zaman yemekle dolu olanlar, şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamazlar. Resûlullah Efendimiz bir ha­disi şeriflerinde “Peygamberlerinden sonra bu ümmete ârız olacak ilk belâ, çok yemek ve tokluktur. Milletin karnı doyduğu zaman bedenleri yağIanır. Çok yiyenlerin kalp­lerine zayıflık gelir, şehevî duyguları ise, gemi azıya alır.” buyurmuştur. Midesine kul olanın akıl, idrak, göz ve kulak gibi organlarının hepsi şehvetin kulu olur. Mide dolunca insan vü­cudundaki kanın büyük bir kısmı diğer azalardan çekilerek karın nahiyesine pompalanır, mide ve kalp civarındaki damarlarda kan yoğunlaşır. İnsana bir gevşeklik ve uyku hâli ârız olur. Bu halde insan ne dinlediğini ve okuduğunu anlayabilir, ne de yaptığından zevk alabilir.


Yemesini içmesini azaltarak şehvet ve isteklerini kontrol imkânını bulanlar dünya lezzetlerine karşı da hırs ve tamahlarını eksiltirler. Yemek üstüne yemek her türlü derdin başıdır. Pey­gamberimiz “Allah tok karınla tekrar yemek yiyene buğz eder.” buyuruyor. Yenilen yemek hazmolmadan ikinciyi yemek kişiyi mide fesadına uğratır. Bu hususta ölçü iyice acıkmadan yememek ve doymadan geri çekilmektir. Az yiyen seherin fa­ziletine ve güzelliklerine mâlik olur. Seher vakitlerinde afv ve mağfiret dileyenler ne güzel insanlardır. Çok yemekle başlayan israf hayatın her alanına yayılıyor, istek ve ihtiyaçları artırıyor, ekonomik bakımdan birtakım sıkıntılar meydana getiriyor. Fuzulî ve fantazi şeyler onların gözüne ihtiyaç gibi görünüyor. Az yemeği alışkanlık haline getiren kimse, az ile geçinebilir, mü­tevazı yaşamaktan hoşlanır ve kanaat ehli olur. Kanaat ise gönül zenginliğidir, tükenmez bir hazinedir. Gerçek zenginlik servet çokluğu değil, gönül zenginliğidir. Az yemenin sağladığı geçim kolaylığı insan gönlünü mânâ zenginliklerine götürür. İnsanları helâke götüren şeylerin başında dünya hırsı, midesine ve şehvetine düşkünlüğü gelir.


Bir gün Resûlullah Efendimize bir misafir gelir. Misafire süt ikram edilir. Misafir koyundan sağılıp getirilen sütü zevkle içer. Sonra ikinci üçüncü derken, adam yedi koyunun sütünü mide­sine indirir. Sabah olur, adam müslüman olur. Peygamberimiz, yine süt sağılıp kendisine ikram edilmesini emir buyururlar. Yeni müslüman olan zat bu sefer ikram edilen sütün ilkini içer, ondan sonrakileri içemez. Bunun üzerine· Resûlullah Efendimiz şöyle buyururlar: “Mü’min bir kap içer, kâfir ise yedi kap.”


Bir gün bir Hak yolcusu gönül sultanlarından birine gider, “Efendim bana mârifet yolunu gösterir misiniz?” der. O zat da bu tâlibin yeme içmeğe aşırı düşkünlüğünü keşfederek evlâdım der, sen önce git yeme içmenin hududunu öğren, ondan sonra mârifete tâlip ol.


Mideyi bozan ve israfa sebep olan aşırı doygunluk kadar vücudu takatten kesecek ve ibadet ve taatten geri bırakacak derecede az yemek de doğru değildir. Eskiden bizim toplu­mumuzda günde iki kere yemek yenirdi. Sonraları Avrupa’nın tesiri ile bu iki öğün üçe çıktı. Bununla beraber çeşitli hastalıklar da başgösterdi.


Mide, kalp, karaciğer, safra, pankreas hastalıkları alabil­diğine arttı. Hastaneler tıklım tıklım doldu. Özel doktorlardan randevu almak bir mesele haline geldi. Şimdi soruyorum, sünneti Resûl üzere hareket etseydik, İslâmî bir edep, incelik içinde yemek yeseydik bunlar başımıza gelir miydi? Düşünün ve kararı siz verin.


Bir doktor arkadaşım aşırı kilolu idi. Yıllarca çeşitli rejimler yaptı. Zayıflatıcı ilaçlar aldı. Akupunktura gitti. Sonuç değişmi­yordu. Verilen kilolar süratle alınıyordu. Bir gün sohbet edi­yorduk. Doktor Bey yine kilolarından şikâyet etti ve Sabri Bey dedi ne yapacağımı şaşırdım, neyi yiyip neyi yemeyeceğime artık karar veremiyorum. Bana ne tavsiye edersin? Cevap verdim. Özel bir rejime gerek yok, şimdiye kadar ne yiyorsan onları yarı yarıya azalt, bak göreceksin nasıl sonuç alacaksın. Şimdi, şükürler olsun, arkadaşım istediği kiloya indi. Nefsi yavaş yavaş, ürkütmeden ve zorlamadan az yemeğe alıştıracak bir yol da bu. İsteyen deneyebilir. Sahâbilerden Semüre b. Cündeb, karnını tıka basa doyurduğundan dolayı hasta olan oğluna “Eğer bu hastalıktan ölseydin cenaze namazını kılmazdım.” demiştir. İnsan az yemeğe alışıncaya kadar kendini hasta kabul etmeli ve bu hastalığından şifa bulmak için, yeme içme ve şehvetini iyice kontrol etmelidir. Açlık sadece midenin aç olması değildir, mânevi açlıklar da vardır. Aslında bütün aşırılıkların nedeni araştırılırsa, sonunda ortaya çıkacak olan mânevi aç­lıktır. Tok gözlü, kanaatkâr, sabırlı ve şükür sahibi bir insan olmak için mânevi doygunluk halini yaşamak gerekir. Çağımız insanının maddeye, lükse, israfa, zevke ve eğlenceye bir türlü doymayan, tatmin olamayan halini, tarafsız bir gözle incele­yecek olursak, aynı sonuca varırız. Ancak mânevi güzellikleri yaşayanlar “Sen ondan razı, o senden razı olarak gir cennetime” sırrının mazharı olanlardır. Allah cümlemize nasip etsin. Âmin...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]