subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XI                                                                    Sabri Tandoğan

 

Denge ve Sentez

Bazen düşünürüm. Bütün dünyayı bir insan olarak tasavvur ederim. Asya kıt’asını onun kalbi, Avrupa’yı beyni olarak al­gılarım. Mübârek Anadolu toprağı Asya ile Avrupa arasında bir köprü, işte bütün mesele burada başlıyor. Sağlıklı, güzel, ay­dınlık bir insanı düşünelim. Onda yüreğin de beynin de fonk­siyonları sağlıklıdır, tamdır, normaldir. Birinden biri aksarsa o insanda çeşitli hastalık belirtileri başlar. Bugün bakıyoruz, Batı’da bilim ileri, teknik ileri... Madde uygarlığı zirvede. Her gün insan hayatına kolaylıkları getiren maddî hayatı güzelleştiren buluşlar, icatlar, onların tekniğe uygulanması ile ortaya çıkan nice faydalı durumlar. Bu paranın bir yüzü; iyi, güzel, pekâlâ... Ama bir de bu turanın yazısı var. Çılgınca bir alkol tüketimi. Uyuşturucu gün geçtikçe yayılıyor. Buna ilâveten sokaklara, parklara taşan fuhuş, çeşitli sapıklıklar. Ruhsal dengesini kay­betmiş, ne yapacağını, nereye gideceğini bilmeyen şaşkın, za­vallı insanlar. Bomboş bakışlar. Şaşırıyorsunuz. Bilimde, tek­nikte bunca ilerlemenin, bunca aşamaların yanında iç dün­yalarında bu kadar perişan, yıkılmış, zavallı insanlar. Niçin? Dengi yok da ondan. Huzur, mutluluk, güzellik bir dengenin, bir muvazenenin sonucu. Madde ile mânâ, ruh ile vücut, iç ile dış, zâhir ile bâtın arasındaki bir dengenin, bir uyumun, bir an­laşmanın sonunda ortaya çıkıyor. Neş’e, huzur, cıvıl cıvıl bir yaşama sevinci. Kolay değil. Sadece bilimde, sadece maddî alanda ilerlemek insana ışığın, aydınlığın yollarını açmaya yetmiyor. Büyük Yunus, “İlim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” diyor. Aynı dengesizliği As­ya’da buluyoruz. Aşk var Asya’da da, sevgi var, muhabbet var, gönlün derinliklerine inen nice güzel insan var; ama tek yönlü ilim, teknik, sistemli, metotlu çalışma, plan, hesap, kitap... Yok. Yok olduğu için de ne huzur var, ne mutluluk. Her işte karşımıza aynı gerçek çıkıyor. Hem ruh, hem vücut; hem madde, hem mânâ, hem iç, hem dış, hem zâhir, hem bâtın... Ve bunların çağa göre, zamana, mekâna göre en güzel sentezi... Pilin artı veya eksi kutupları beraber olunca, birlikte olunca radyomuz çalışıyor. Aksi takdirde pilin iki ucu da artı veya eksi olunca netice sıfır. Radyoda ses yok. İşte efendim, hayat da böyle. Biz kuşu tek kanadıyla uçurtmaya çalıştığımız sürece, yalnız madde veya yalnız mânâ dediğimizde sonuç aynı olacak, hep hüsranla karşılaşacağız, bunu Asya yapamıyor, Avrupa yapamıyor. Peki kim yapacak? Önümüze bir dünya haritası alıp bakalım. Bir yanda Avrupa, bir yanda Asya, ortada Anadolu tıpkı bir köprü gibi, iki yakayı birleştiriyor. İşte diyorum ki, Anadolu’dan yeti­şecek gerçek aydınlar bu sentezi yapacaklar. İki ucu bir sen­tezle birleştirecekler. Tevhidin ışığında, ilâhi vahyin rehber­liğinde iki dünya arasında bir uygarlık ışığı yakalayacaklar. Vak­tiyle Yunus’un, Mevlânâ’nın, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, İznikli Eşrefoğlu Rûmi’nin, Malatyalı Niyazi’nin, Ankaralı Hacı Bayram’ın yaptığı gibi bir muhteşem sentezle madde ile mâ­nâyı, dış ile içi, zâhir ile bâtını birleştirecekler. Bugün nereye gidersek gidelim, ister Asya’ya, ister Avrupa’ya şunu göreceğiz; insanoğlu yalnız, insanoğlu garip, kimsesiz. Elinden tutacak el, dilinden anlayacak insan bulamıyor. Derdini kimselere aça­mıyor. Huzurdan uzak, mutluluktan uzak, ışıktan uzak. Bugün bütün dünya hasta. Hastalığının nedenini bilmiyor. Susuz ama susuzluğunu neyle kandırabileceğini bilmiyor. Vaktiyle olduğu gibi bugün de o ilaç Anadolu’dan yükselecek gerçek gönül er­lerinin elinde, dilinde, gönlünde...


Kâinat çapında bir görev bekliyor bizi. Önce kendimizi, kendi insanımızı, sonra da bütün insanlığı vahyin ışığında iyiye, güzele, doğruya, temiz, asil, büyük ve yüce olana, tevhide ulaştırmak. Mümkün mü diyeceksiniz. Evet, mümkün. Benim hiç şüphem yok. Şu anda ortalığı toz duman bürümüş. Her kafadan bir ses çıkıyor; karmakarışık, darmadağın. Kim atlı, kim yayan belli değil. Ama içimizde öyle güzel, öyle değerli insanlar var ki. Ve genç nesilden öyle kıymetli pırlantalar yetişiyor ki, onlar yarınların ruh mimarları olacaklar. Mânevi susuzluktan şahrem şahrem yarılmış insan gönüllerine aşkın, güzelliğin, iyinin, doğrunun ışıklarını, vahyin ışığında götürecekler. “Yunus bir haber verir, işidenler şâd olur” diyecekler. “Sevmek devam eden en güzel huyum” diyecekler. “Hepsinden iyisi bir gönüle girmektir” diyecekler... O günleri görür gibi oluyorum ve onları sevgiyle, saygıyla, edeple selâmlıyorum...


Allah’ın selâmı üzerinize olsun...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]