subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt XI                                                                    Sabri Tandoğan

 

Gönül Kazanmak

İnsan minyatür bir kâinat... Dışarıda her şey varoldu da insan dünyaya geldi. Gelirken bir emaneti yüklendi. Son ne­fesine kadar emaneti koruması, yaşantısını ona göre tanzim etmesi gerekiyor. Kâinatın Efendisi, “Allah’ım, bana eşyanın tabiatını, aslını, özünü göster” diye dua buyururdu geceleri. Allah, “Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım” buyuruyor. Biz uykuda iken, horoz, seher vaktinde Allah’ı zikrederse, bu duruma ne denir? Akıllı insan, nefsini alçaltan, sabreden, şük­reden, kanaat eden, hem Allah’a karşı, hem insanlara karşı edep, hayâ içinde olan insandır. Ahmak, nefsine, egosuna esir olup, sonra da Allah’a karşı boş ümide kapılandır. Bildiklerini uygulamayanlar, papağan gibi birtakım iri lâkırdıları yaşamadan tekrarlıyorlar, bu şekilde görevlerini yaptıklarını sananlar, önce kendilerine karşı ihanet ettiklerinin farkındalar mı? Kıyamet gününde en şiddetli azaba uğrayacak olanlar, ilmi ile âmil olmayanlardır. Allah, “Ben seninleyken, sen kiminleydin?” dediği zaman, acaba cevap vermeye hazır mıyız? Gelenler gidiyor, doğanlar ölüyor. Farkında mıyız? Sağda, solda gördük­lerimiz, işittiklerimiz, şahit olduklarımızdan gereken dersi çıka­rabiliyor muyuz?


Gerçek sohbet, bize bizi gösterendir. Pek çok insanın en az tanıdığı kimse, kendileri oluyor. İnsanlar çok zaman, vermeden almayı, lâyık olmadan sevilmeyi istiyorlar. Nefis nice insanı kendi hayatında tutsak haline getiriyor. Serseriliğin nice halleri vardır. Sadece hava basmak, cart curt etmek için okumak, okuduklarını yaşamamak, hayata aktarmamak, ben onu bilirim, bunu bilirim diye burnu havada gezmek de serseriliğin bir türü değil midir? Bir çeşit kendinden, gerçeklerden kaçmak değil midir? Hayatta tanıştığımız her insan, en az bir yönüyle bizden üstündür. Ondan muhakkak bir şeyler öğreniriz. Kültür en kısa tarifi ile bir birikimdir. Valery, “Aslanın vücudu, yediği hay­vanlardan oluşur” der. Hayat verimli bir tarladır, insan ne ekerse onu biçer. Zerre kadar hayır ve şer, muhakkak karşılığını bulacaktır. Otuz yıl önce söylediğimiz bir söz, yaptığımız bir hareket, bakarsınız, otuz yıl sonra birden karşımıza çıkıverir. Kendisine su veren padişaha yaşlı derviş “Ben gençliğimde yaşlılara yardımcı olmasaydım, yaşlandığım zaman bir padi­şahın elinden su içebilir miydim?” demiş.


Seven sevilir, sayan sayılır. Takdir eden, takdir görür. Akıl, göz gibidir. Kalp tasfiye edilmeden ahlâk değişmez. Tasfiyenin şartı, beni hangi şey Allah’tan alıkoyuyor diye murakabe et­mektir.


Aşk ile yoğrulan yüzü, hiçbir ayna çirkin gösteremez. Kalp kıranın kısası Allah kılıcı ile yapılır. “Ah” anahtarı ile açılamayacak kapı yoktur. Gözü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. Biz bu dünyaya yontulmaya, adam olmaya geldik. Edep, insanlık, efendilik öğrenmeye geldik. Anamızdan doğduğumuz gibi ölmeye geldik. Fıtratını bozmadan Hakk’a göçenler, ne güzel insanlardır. Bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. Ârif nazarında, ezel ile ebedin farkı yoktur. Derd-i aşk ile ölmek, hazret-i insanın hayatının mânâsıdır. Allah ile konuşmak isteyen bir an ondan gafil olmamalı... Kâinatın Efendisi, “Allah’ım, beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma” buyuruyor. Şüphesiz nefis, kötülüğü emredicidir. Kendi çalışman kâfi gelmez. Allah’tan Tevfik dilen. Gönül âlemi gam ile kirlenir, tövbe ile temizlenir. Bütün güzellikler, incelikler bu âlemin cefasında gizlenmiştir. Ne güzel anlatılır bir ilâhide:


“Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi?


Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?”


Kandilin resmi ışık vermez, kandilin kendi olmak lâzımdır. Güzel sözler, petekten damla damla sızan bala benzerler; ferahlık ve lezzet verirler. Söz gümüşse, sükût altındır. Pey­gamberimiz, “Ya hayır söyle yahut sus” buyuruyor. Ya sükût etmeli, ya da sükûttan daha güzel söz söylemelidir. Tevhide boyun eğen kimsede senlik benlik kalmaz. Senlik benlik gidince rezillik de gider. Nefis zindanından çık, gönül sarayına sultan ol. Ne duruyorsun, elinden tutan mı var? Bugüne kadar hayattan, insanlardan, toplumdan hep şikâyet ettin. Peki, eline ne geçti? Neyi değiştirdin? Biraz da kendimizi değiştirsek. Fâni olanı bâki olana versek. Okuduklarımızı, öğrendiklerimizi günlük hayatı­mızda uygulasak. Bir tek güzel hareket, bin güzel sözden ha­yırlıdır. Unutmayalım ki, şikâyet etmek, mütemadiyen şikâyet etmek, nefsin tekme atmasından başka nedir? Hak söze karşı incinmek, şekavet alâmetinden başka nedir? Aşk Kabe’sinin zemzemi gözyaşıdır. Ayağına batan dikeni, akrebin iğnesi ile çıkarmaya çalışma. Allah’ı tam bilen, her şeyi O’ndan bilir. Ömrün bereketi güzel ameldedir. Kalbin devâsı kazaya rıza göstermektedir.


Fakir ile oturup kalkanın, Rabbine karşı şükrü çok olur. Hayâ öyle bir perdedir ki, ayıpları örter. Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi yine eğridir. Olduğun gibi görünmeye çalış. “Önce inan­dım de, sonra dosdoğru ol.” Kanaat öyle zenginliktir ki, hırsız çalamaz, düşmanı da bulunmaz. İyilik ve hayrı sonraya bırak­ma, yarına çıkacağına dair elinde senet mi var? Bir güzel işi yapmak için en müsait zaman, içinde bulunulan andır. “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem...” Gül açmadan renk alamaz. Amelsiz ilim gönül yüküdür. Ağırlık verir. Sözü ile değil, fiili ile öğüt verene uy. Allah’a gerçekten teslim olanı herkes sever, sayar, beğenir. Kişinin helâki kendini beğenmesindedir. Edebin başı, haddini bilmektir. İstersen bilme. Gün gelir adamın haddini bildiriverirler, burnunu sürtüverirler. Sözü yumuşak, dili tatlı olanı herkes sever. Sükût derdinden ölmek, söylemek derdinden ölmekten hayırlıdır. Sabır, hilesi olmayanın hilesidir. Aklı ile geçinen hiçbir beldede garip olmaz. Dünya ve âhiret hayırları sabırda gizlenmiştir. İnsanın en büyük hazinesi sab­rıdır. Ârif odur ki, hiçbir şey onu Allah’tan alıkoyamaz.


Bu âlemde gelip geçici bir yolcu, bir garip misafiriz. Unut­mayalım.


İnsanın benimdir diyebileceği nesi var? Hiçbir şeyi... İnsanın haberi olmadan pürüzlerini temizleyen, kirlerini gideren gönül dostları vardır. Uyanık ol. Tanımaya çalış. Şu gökkubbenin altında Allah’ın nice gizli velîleri vardır. Biraz uyuduktan sonra gece kalk, namaz kıl, zikir yap, tefekkür et. Geceleri nice ker­vanlar geçer. Agâh ol. Belli olmaz belki bir an gelir, seni de o kervana alırlar.


Gündüz, çalışmak, ekmek parası kazanmak, işleri görmek içindir; gece, niyaz zamanıdır, aşk zamanıdır. Gaflet uykusunda kalanlar gönüllerden yükselen sedayı duyamazlar. O safânın zevkine varamazlar. İnsanı insan eden yine insandır. Şu gök­kubbenin altında seni sevecek bir göz ara. Önce o sevgiye lâyık olmaya çalış. Yargılama ki, yargılanmayasın.


İnsan, tek başına bir senfoni çalamaz. Birbirimize muhtacız. Bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır. Sevginin olduğu yerde olumlu enerjiler akar. Tek tek enerjiler akar. Tek tek enerjiler birleşir, sinerji olur. Yaptığımız, sevgiyle başladığımız işler bizi Allah’a yaklaştırır. İnancın doruğu teslimiyettir. İnsan madde âlemini aştığı zaman, hayat bambaşka görünür. Kendinden kurtulmak ne güzeldir. Sensiz bir âleme ulaştın mı hiç? Aklını kendi egosuna mandallayanlar hiçbir zaman mutlu ve huzurlu olamazlar. Mutluluk, “ben”i aşmak demektir.


Önyargılar, takıntılar çok zararlıdır. Aklını, bir insana, bir duruma, bir olaya mandallayanlar, bir süre sonra, düşünemez, idrak edemez, muhakeme ve mukayese edemez bir hale ge­lirler. Gören göz değil, ruhtur, düşüncedir. Önyargılar bizi eş­yanın gerçekliğinden uzaklaştırırlar. İnsan kendi hatalarını, baş­kalarının gözüyle görebilir. Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir? Kile sormuşlar, “Nasıl böyle güzel kokuyorsun?” Kil cevap vermiş: “Ben bir toprağım. Bir özelliğim yok. Ama, üç gün bir gül ile arkadaşlık yaptım...”


Bir insanın mânevi tekâmülünün göstergesi nedir diye so­rulduğunda, bir Allah dostu şu cevabı vermiş: Bir insan ne zaman düşmanını dost bilir, ne zaman kendisine yapılan bir kötülüğe iyilikle mukabele eder, ne zaman kendisine hasım olan, dedikodusunu yapan, ayağını kaydırmak isteyenlere karşı, “Allah’ım, bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, Sen de onları affet, Sen onları iki cihanda aziz et...” diye dua ederse, o kimse mânen tekâmül etmiş demektir.


Önemli olan, olaylar değil, o olaylar karşısında takınmış olduğumuz tavırlardır. Hayat karşısında alınacak en kötü tavır, her an herkesten, her şeyden şikâyet edenlerin tavrıdır. İnsan yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Her halükârda şikâyet ortamından uzaklaşmak gerekir. Hep hayra doğru koşmalı, içimizi güzel­liklerle doldurmalıyız. Işık gelince karanlık kendiliğinden gider. Karanlığa küfredeceğimize bir mum yaksak daha iyi olmaz mı? Sevgi, saygı, edep, incelik, sabır, şükür ve kanaatle dolan bir gönül kendiliğinden; kin, nefret, hainlik ve küçük hesaplardan uzaklaşmış olur.


İnsanlar binlerce yıl nefislerini öldürmek için çaba harcadılar. Ellerine ne geçti? Hiç... Nefis ölmez. Bir başka yerden, bir başka şekilde başkaldırır. Önemli olan, onu ıslah etmek, Müs­lüman yapmaktır. Yüce Peygamberimiz, “Nefsin senin binek hayvanındır, ona rıfk ile, yumuşaklıkla muamele et” buyu­ruyor. Ancak nefsini Müslüman edenler, huzur ve sükûna ka­vuşurlar,


“Ben sanırdım halk içinde hiç bana yar kalmamış,


Ben beni terk eyledim, gördüm ki ağyar kalmamış.”


diyebilirler. Kötü insan yoktur. İçindeki güzellikleri, iyilikleri, er­demleri ortaya, gün ışığına çıkaramamış insan vardır. İçindeki güzellikler, değerler, meziyetler gizli, saklı, örtülü kalmış in­sanlar vardır. Bir insana yapılacak en büyük yardım, onun içindeki Nur-u Muhammedî’nin ortaya çıkması için gereken ortamı hazırlamaktır. Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzeredir. İyiye, güzele, doğruya açıktır. Müsait ortam bulamazsa, içindeki hazine ortaya çıkamaz. Kâmil insan, şükür ve sabırda kendi kendisiyle yarışan, kimseyi kırmayan ve incitmeyen, ama kim­seden de kırılmayan ve incinmeyen insandır.


İnsan mânâ ve güzellik yolunda ilerledikçe, olumsuz dü­şünceler kendiliğinden azalır, yüklerden kurtulur, bütün kâinatla bir ve beraber olur. Mânâ yolunda ilerlerken, sohbet, son derece önemli bir eğitim yoludur. Sohbetle insanın içindeki gizli gü­zellikler, birer birer gün ışığına çıkmaya başlar.


Gerçek sohbette kâl’den hâl’e geçilir, şekilden öze inilir. İlkbaharda, müsait şartlarda kupkuru dallardan o inanılmaz güzellikte bahar çiçeklerinin açması gibi, sohbet de, insan gönüllerinden nice yedi veren güllerin zuhuruna neden olur. Sohbetle kapılar açılır, düğümler çözülür. Ukdeler yok olur. İnsanı yıllarca rahatsız eden, tedirgin eden durumlar, fikri sabitler, önyargılar bazen bir hak sohbeti sonunda yerlerini cıvıl cıvıl bir ruh haline bırakır. Neş’e, huzur ve mutluluk sarar insanın dört yanını... Sohbet sırasında bazen bir kelime, bir bakış, bir tebessüm, bir ses tonu, bir sükût alır götürür insanı güzellikler âlemine... Ve bilincine varır ki, insan için tek dost Allah’tır. Allah ile beraber olanın başka neye ihtiyacı olur ki... Bir kimse Allah ile beraber olursa, Allah da onunla olur. Allah dostları için korku ve hüzün yoktur. Tövbe, isyandan Hakk’a dönüştür. Kalbinizi Allah sevgisiyle doldurunuz. Hak’la ünsiyeti olan garip olur mu?


− Allah’ım dedim, ne zaman şükreden bir kul olabilirim?


− Ne zaman ki kendinden fazla nimet verilmiş kimse gör­mezsen…


Yüzünü yalnız Allah’a döndür. Hakiki kıble odur. Kendinden kurtulduğun zaman O’nu bulursun.


Farkına varılamayan, bizim için yok demektir. Balık denizde yaşar, ama ne denizi, ne kendini bilir. Kullar Allah’tan uzak­laştıkları nisbette insanlıktan da uzaklaşmış olurlar. Fazıl Hüsnü Dağlarca,


“Çocuğum dua et geceleri


İnsan uzaklaşabilir Allah’tan”


der. Her insan kendisinde bütün insanlık ve kâinatın sırlarını taşır. Kendi kendini tahlil insanı derin gerçeklere götürebilir. İnsan kendini tanıyorsa, başkalarını daha iyi tanıyabilir. Yunus’un insanları kendi kendini tahlile ve müşahedeye davet eden şu mısraları ne kadar anlamlı, ne kadar derindir:


“Bir siz dahi sizde görün, benim bende gördüğümü…”


Dikkâtle bakarsak, toplumu, kâinatın sırrını, her şeyi ken­dimizde bulabiliriz. Naili, bu durumu ne güzel anlatmış:


“Mestâne nukuş-u suver-i âleme baktık


Her birini bir özge temaşa ile geçtik…”


Önemli olan, konuşmanın da, yazının da daha ötesine geçebilmektir. Çünkü, bazen bütün bunlar, bizi doğrudan doğ­ruya varlıkla temastan alıkoyuyor, aramıza bir perde çekiyor. Şems, Mevlânâ ile görüşürken bunun için kitapları havuza atıyordu. Andre Gide’in “Nathanel; bütün kitapları yak, onların da ötesine geç” sözünün anlamı da bu değil midir? Peygam­berimizin, “Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” Hadis-i Şerifini her gün yeniden düşünmemiz gerekmiyor mu? Eşyayı hiçbir kelime söylemeden el ile yoklamak, görmek, hayran hayran seyretmek, sırrını araştırmak, hayret duygusunun bütün nüansları ile bakmak ne muhteşem bir olaydır. Su ile su, rüzgâr ile rüzgâr, dağ ile dağ, ağaç ile ağaç olmak, bir kelime ile varlıkla kaynaşmak... Yunus’taki o ulu nazar ile bakabilmek, görebilmek, ürperebilmek, ne kadar dinlendirici, zevkli ve gü­zeldir.


“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diyen Yunus’u, hayretten açılmış gözlerle bir karıncayı seyrederken görür gibi oluyorum. Kaç insan çevremizin gürültü patırtısı içinde bir gülü, bir karıncayı “ulu nazarla” seyrediyor?


Varlık binbir sırla dolu. Akıl ve gönül, bu sırları çözmek için verilmiş... Yaradılışın, varoluşun bir mânâsı olsa gerek. İnsanın asıl ödevi, bu mânâyı araştırmak ve bulmak.


Her an yeni bir güzellik içindeyiz. Değişim içindeyiz. İnsan, gözdür. Gerisi etten, deriden başka bir şey değil. Gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır insanın. Göz, dostu görüyorsa, ona göz denir. İnsan hem kendisini, hem kâinatı anlamaya çalışan bir varlıktır. Yunus, “Bu gözümden gören nedir?” diye sorar. Gören göz değil, düşüncedir. Kur’an-ı Kerim’i düşünmek Kur’an’a en büyük hizmettir.


Kur’an-ı Kerim anlaşılmak için indirilmiştir. Düşüncenin en büyük davetçisidir. Onu her gün yeniden anlamak, her yeni olayda Ona dönmek zorundayız. Kur’an bütün uygarlıkların anahtarıdır. Onu anlamadan hayatı, toplumu, insanı anlamak imkânsızdır. İnsanı anlamadan mutlu ve huzurlu olunamaz. İnsanın ve kâinatın sırlarını ifşa eden kitap olarak Kur’an bütün insanlık için son derece önemlidir; yerine hiçbir şeyin geçe­meyeceği bir kitaptır.


İnsanın ufku yine insandır. Başkalarını kötüleyen kendini unutur. Beş yaşında bir çocukla bile konuşsak ondan bir şeyler öğrenmeye çalışalım. “Söyleyene bakma, söyletene bak!” sözü, ne kadar anlamlıdır. Hiçbir açıklama, yorum bizzat eser kadar etkili, öğretici, ufuk açıcı olamaz. Bir eser üzerine yazılmış on eser okuyacağımıza, o eseri birkaç kere, dura dura, sindire sindire okumak daha faydalıdır.


Allah bir kimsenin ayıbını yüzüne vurmak isterse, ona, başkalarının ayıbını söyletir. Allah’ın her kulunda bir meziyet tecelli etmiştir. Onu görmeye çalışsak gıybete zaman kalmaz. Bugün insanlar başkalarıyla didişirken kendilerini unutuyorlar. Her düğümü çözdüklerini sanıyor, kendilerine yabancı kalıyor­lar. Ne acı... Biz bir aynayız. Her bakan kendini görüyor. İnsan, gözbebeği demektir. Her şeyin tohumu, kendi meyvesidir.


En büyük iş, bir insan kalbini kazanabilmektir. Yunus, “Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” der.


Ne mutlu gönüller kazanan o güzel insanlara…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]