subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt X                                                                    Sabri Tandoğan

 

Hayatı Edep ve İncelik İçinde Yaşamak

Japon dilinde küçük, basit, önemsiz, sıradan, alelâde gibi kelimeler yer almıyor. Çünkü onlara göre her şey önemli, hem de son derece önemli. Konuşan bir insanı dinlemek bile hayatî öneme haiz. Dinlemek sanatı üzerine yazılan kitaplar, konuşma sanatı üzerine yazılanlardan on misli daha fazla. Onlar bütün hayatı, son derece ince ilmiklerle hazırlanan bir halı gibi görüyorlar. “Minicik bir ilmikteki aksaklık, zamanla bütün halıyı berbat eder.” diyorlar. Hayatı son derece ciddi yaşıyorlar. Kül­türü, yetişmeyi, dikkatle özdeş görüyorlar. Görevinde ihmali olan, işini üstünkörü yapan insanı sevmiyorlar. Ona bir nevi Japonya’nın kalkınmasında, büyümesinde hainlik yapar gözüyle bakıyorlar.


Bir arkadaşım anlatmıştı: Bilimsel incelemeler yapmak için Japonya’ya gidiyorlar. Bir otele yerleşiyorlar. Arkadaşım o gün­kü çalışmalarını bitirdikten sonra otele gidiyor. Resepsiyona yaklaşıyor. Odasının anahtarını alacak. Birden görevli memur, yerinden fırlıyor. Saygı ile selâm veriyor. “Buyurun efendim” diyor. İsmiyle soyadıyla hitap ederek, anahtarı uzatıyor. Arka­daşım hayretler içerisindedir. Odasına çıkınca otel müdürüne telefon ediyor ve “Efendim,” diyor, “siz resepsiyondaki görevliye fazla para mı veriyorsunuz? Ben kendi halinde bir öğretim üyesiyim. Politikacı değilim. Sanatçı değilim. Bana nasıl is­mimle, soyadımla hitap etme inceliğini gösteriyor?” Müdür ce­vap veriyor: “Efendim, fazla para vermek söz konusu değil. Herkes ne alıyorsa o da onu alıyor. Yalnız, biz Japonların bir özelliği vardır. Küçük yaştan itibaren çocuklarımıza şunu aşı­larız. Hayatta ne yaparsan yap, hangi işi tutarsan tut, onu en güzel sen yapmalısın. Her görev kutsaldır. Yeter ki o, aşk ile, şevk ile, heyecan ile yapılsın. İnsan yaptığı işe kendi gön­lünden, öz benliğinden bir şeyler katmalı. O arkadaşımız da herhalde düşünmüş, taşınmış, ben bu işi nasıl en iyi yapabilirim diye, öyle hareket etmiş.”


Japonlar, sanat, zenaat ayrımını kabul etmiyorlar. “İnsanın gönlünü koyduğu her şey sanat eseridir.” diyorlar. “İnsan hayatını o kadar ciddi, dikkatli, güzel yaşamalı ki, kendi hayatı bir sanat eseri olmalı.” diyorlar. Lokantadaki bulaşıkları yıkayan bir kimse de, o işyerinin baş aşçısı kadar lokantanın gidişinden sorumludur. Tabakları temiz yıkanmamış bir yerde yemek ye­mek herhalde büyük bir işkence olur. Bir gazete, fevkalâde iyi niyetle, çalışanlarının olağanüstü gayretiyle çıkabilir. Ama ikide birde tashih hatasıyla karşılaşırsanız, işin tadı kaçar, güzelliği kalmaz. Hatta onu zamanında yetiştirebilmek için aç, susuz, uykusuz kalan güzelim insanların da emekleri boşa gitmiş olur. Her taş yerinde ağırdır. Gerçekten de hayatta, basit, küçük, önemsiz hiçbir şey yoktur. Her olay zincirleme birbirine bağlıdır. Biri diğerine tohum oluyor. İçten içe oluşarak tohumlar mey­velerini veriyorlar. Her şey çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle birbirine bağlı. Onları göremiyor, sezemiyoruz, sonra da tesadüf deyip, işin içinden sıyrılıyoruz. Hayatta bir tek tesadüf var: O da sözlüklerdeki tesadüf kelimesi.


Bazen, otuz yıl, kırk yıl önce söylediğimiz bir sözün, yap­tığımız bir hareketin karşılığını, aradan bunca yıl geçtikten sonra karşımızda görüveriyoruz. Her şey çok ince, çok derin nedenlerle birbirine bağlı. Göremiyorsak kabahat bizim. Âşık Veysel, “Yumma gözün kör gibi.” der. Mesele, her şeyin yerini, değerini, rolünü doğru kavramada. Görevini iyi yapan, aşkla yapan her insan büyüktür, saygıya değerdir. Huzur, içte sağlanan dengenin meyvesidir. Bu denge üzerinde büyür, yü­celir ruh. Damlayan sular, bazen mermeri bile deler. “Bir damla suyun denize faydası vardır.” der Mevlânâ. Bazen bir damla su kayanın içine girer. Donar. Kayayı çatlatır. Buhara dönüşür, en güçlü motorları çalıştırır.


Her şey küçük başlangıçlarla olur. Dağ diye gördüğümüz birleşen atomlardır. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, tedavi edecek insanların kendileri de tedaviye muhtaç. Bir Allah dostuna sormuşlar, “Efendim, insanın başına gelecek en büyük felâket nedir?” Cevabı şu olmuş, “Gözleri olduğu halde görmemek.” Çünkü gözlerimiz çirkinlikleri değil, güzellikleri görmek için yaratıldı. Unutmayalım, ancak sevgiyle, saygıyla, edeple bakan gözler güzelliği bulabilir. Sevgi, temiz ruhların içinde, çiçeğin üstündeki bir çiğ damlası gibidir. O sevgiye ulaşabilmek için, pek çok şeye tahammül etmeyi bilmek lâzımdır. Yusuf’un ku­yusunda çile çekmeyenler Mısır’a sultan olamazlar. Nefsine ağır gelen durumlara katlanamayanlar hiçbir zaman tekâmül ede­mezler. Hz. Ali, “Ben Rabbimi arzularımın olmaması ile bildim.” buyuruyor. Bugün bizi üzen bazı durumların yarın bize huzur, mutluluk getirmeyeceği ne malûm? Şüphesiz Allah, in­sanlara hiçbir surette zulmetmez. Fakat, insanlar kendi ken­dilerine zulmederler. Hiç kimsenin hayatı, tek bir çizgi üzerinde gitmez. Sevinçler paylaşılınca çoğalır. Acılar paylaşılınca azalır. Varlığınız ile çevrenizdeki insanlar da varlıklı olsun. Bir se­lâmınız, bir hatır sormanız bile onların içinde güller açtırsın. İnsan kalbinin kapısı dışarıdan değil, ancak içeriden açılabilir. Sevgi sevgiyi, kin kini doğurur. Gerçekten seven, Muhammedî aşkla dolan insan, her an ayrı bir sevincin içindedir. Bir şey yakaladım zannıyla ağzı köpük içinde ona buna saldıranlar ne kadar zavallı insanlardır. Mecelle’de “Zan ile yakîn hasıl olmaz.” deniliyor. Yüce Peygamberimiz, İslâm’ın nurunu gö­türmek için gittiği Taif’te, hakaretle, kinle, nefretle, taşlarla kar­şılandı. Biri, “Efendim, beddua edin.” deyince, insanların en büyüğü, en güzeli mübârek ellerini açtı. “Allah’ım bu zavallı insanlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen onların gönlünü yumuşat, onları bağışla, onların İslâm’la şereflenmelerini sen nasibeyle.” buyurdu. Nitekim kısa bir zaman sonra Taif halkı Müslüman oldu. Sabır acıdır ama meyvesi güzeldir. Za­rafet insanı karşı konulmaz yapar. Bir kimseye şer olarak bir Müslüman kardeşini küçümsemesi yeter. Pay edemediğiniz ne? Bu kısa yolculukta yol arkadaşıyız hepimiz. Gerçeği, insanların ölçüsü ile değil, insanları gerçeğin ölçüsü ile tanımalıyız. Kini kin ile değil, sevgi ile temizleyelim. İnsanların çoğu şükretmenin sadece zannı içinde yaşarlar. Gerçekten şükretmesini bilenler, huzur ve sükûn içindedirler. O ne güzel bir haldir. Yunus sesleniyor asırlar ötesinden:


“Gelin tanış olalım


İşi kolay kılalım


Sevelim, sevilelim


Dünya kimseye kalmaz.”


Allah’ın selâmı üzerinize olsun…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]