Sabri
Tandoğan 1934 yılında Ankara’da doğdu. Tahsilini Ankara’da
tamamladı. 1957 yılında Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Staj ve
yedek subaylık döneminden sonra sınavla Danıştay’a girdi. 1982
yılında seçildiği Danıştay üyeliğini sürdürmektedir.
Çınar- İnsan hayatında
gençlik yıllarının ifade ettiği anlamı nasıl
değerlendirebiliriz?
Tandoğan- Efendim,
ben gençliği hayatın bir dönemi ya da yaş olarak
algılamıyorum. 59 yaşındayım ama kendimi sizlerden farklı
görmüyorum. İnsan sabahleyin yatağından kalkarken yepyeni
umutlar, taze heyecanlar, bilmek, öğrenmek, hayatı ve
insanları tanımak, yaşamanın sırlarını öğrenebilmek için bir
aşk duyduğu sürece gençtir. Velevki 80 yaşında bile olsa.
İnsan hayat karşısında pasif, neşesiz, isteksiz olduğu sürece
20 yaşında bile olsa yaşlıdır. İçinde yaşadığımız hayat
sonsuz güzellikleri, değerleri ve sırları ile her gün bizden
yeni keşifler bekleyen muhteşem bir olaydır. Önemli olan,
yaşımız ne olursa olsun, içimizde bitip tükenmeyen cıvıl
cıvıl aşkı, heyecanı yakalayabilmek ve onu sürdürebilmektir.
Cahit Sıtkı Tarancı
“Sevmek devam eden en güzel huyumdur” diyor. Ne olur
biz de Yunus gibi olabilsek. Bir karınca yuvasının karşısında
Yunus gibi “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”
diyebilsek. Bir özsu gibi hayatın güzelliklerini yudum yudum
içebilsek...
Çınar- Ülkemiz gençliğinin
durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tandoğan- Bugün
Türkiye’de gençliğin durumu Türkiye gibidir diyeceğim. Bir
tarafta kendini zevke, eğlenceye, içkiye, sigaraya,
uyuşturucuya, adına televizyon denilen aptal kutusuna teslim
eden nice zavallı memleket çocukları ve öbür tarafta bütün bu
pisliğin, rezilliğin dışına çıkarak yiğitçe, insanca, efendice
bir tavır alarak “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak”
diyebilen her türlü takdirin, tebrikin, hayranlığın üstünde
pırıl pırıl yetişen, sade alnından değil elinden öpülecek
değerli gençler. Bütün bu olumsuzlukların üstüne çıkarak bir
kültür ve haysiyet mücadelesi veren, yenilmeyen, yıkılmayan,
devrilmeyen bu pırlanta gençlerimizle ne kadar iftihar etsek
azdır. Onlar ışığımız, umudumuz, güvencemiz. Onlar yarınki
Türkiye’yi inşa edecek büyük, asil, yüce insanlar...
Çınar- Gençlerimiz için
millî kültürün önemi nedir sizce?
Tandoğan- Bugün
gençlik belki de tarihinin en güzel, en şerefli savaşını
veriyor. Kendi öz kültürünü, millî benliğini boğmak, yok
etmek, öldürmek isteyen iç ve dış düşmanlara karşı tarihte
misli görülmemiş bir mücadelenin örneğini veriyor. Öyle bir
mücadele ki, benim nazarımda bu insanların Bedir’den
Çanakkale’ye kadar, Dumlupınar’dan Sakarya’ya kadar canları
pahasına savaşan insanlardan hiçbir farkları yok. Şartlar
öylesine olumsuz ki ve onların direnci öylesine yüce, öyle
muhteşem ki anıtsal bir destan yazıyorlar. Uygarlık tarihine
altın harflerle geçecek. Onları seviyor, onlara saygı
duyuyor, onları bağrıma basıyorum. Allah hepsinden razı
olsun.
Çınar- Gençlikte sorumluluk
duygusu ve vatan bilincinin oluşması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tandoğan- Vatan
bilinci ve sorumluluk duygusu kavramları, aslında birbirini
bütünleyen, tamamlayan, paranın yazısı turası gibi kavramlar.
Ancak sorumluluk duygusu olan insanlar bugün bu olumsuz
etkenler karşısında vatan bilincine yükselebilirler. Ancak
sorumluluk duygusunu yüreklerinde hissedenler kendilerine,
ailelerine, vatanlarına ve bütün insanlık âlemine faydalı
olabilirler. Bugün çok zor bir çağda, ülke şartlarının çok zor
olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Attığımız her adımın bilincinde
olmamız gerekiyor. Her taraf maddî mânevî tuzaklarla öylesine
sarılmış ki, bu gibi dönemlerde sorumluluk duygusu olmayan
insanlar kesinlikle ne kendilerine ne de başkalarına faydalı
olabilirler. Bütün kanallarında her gece cinayet ve dehşet
filmleri gösterilen bu ülkenin televizyonunu idare edenler,
acaba şu güzelim Anadolu insanının ve onun pırıl pırıl yetişen
çocuklarının ne kadar farkındalar?
Çınar- Gençliğin
yetişmesinde en önemli etkenler nelerdir sizce?
Tandoğan- Bence en
önemli etken, yetişmeyi aşkla, şevkle, gönülden
isteyebilmektir. Bu aşkı bütün boyutları ile içinde
duymayanlar sadece diploma alarak kendilerini aldatırlar. Her
gün, her saat, her dakika, bu yetişme aşkını bütün
hücrelerimizde duymamız, yaşamamız gerekir.
İkinci önemli etkense, zamanı
iyi kullanabilmektir. Ivır zıvırla geçirilecek bir günümüz
dahi yoktur. Kaliteli kitaplar okuyarak her gün kültür
dağarcığımıza yeni bir şeyler katabilmeliyiz. Zaten insan bu
aşkı bir kere içinde duyunca, ömür boyu onun etkisinde yaşar.
Hayat bizden her gün yeni bir fetih bekler. Hayatın bu
ihtişamını unutarak kahve köşelerinde iskambil kağıtları ile
sigara dumanları ile dedikodu ile vakit geçirmek, insanın
kendisine yapacağı en büyük ihânet değil midir? Madem dünyaya
geldik, testimizi iyiden, güzelden, yüce ve asil olandan
dolduralım.
Madem ki en büyük insan, iki
günü birbirine eşit olan ziyandadır diyor, neden ziyanda
olalım?