Sayın Aysel Atik,
10.3.2009 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, duygu dolu mektubun okurken beni ürperttti. Sana çok teşekkür ederim.
Değerli yavrum, bizim görevimiz yaşadığımız her anı Muhammedi bir aşkla değerlendirmek. Her anın ayrı bir önemi ve kıymeti var. Japonlar der ki “Hayatta küçük, basit, önemsiz hiçbir şey yoktur. Her zerre değerlidir.” O nedenle birçok insanın basit ve değersiz gördüğü en küçük bir hareket bile hayati önemi haizdir. Acaba biz selam vermesini biliyor muyuz, hatır sormasını, bir insanı teselli etmesini ve bir güzelliği yaşamasını biliyor muyuz? Bir resim sergisinde bir tabloya bakmasını biliyor muyuz? Acaba kaç insan kış günü yolda gördüğümüz ağaçların kuru dallarına aşkla, heyecanla, ürpererek bakabiliyor? O kuru dallarda öyle inanılmaz bir güzellik, armoni, estetik var ki. Telefon çaldığı zaman acaba tatlı, yumuşak bir ses tonuyla “buyurun efendim” diyebiliyor muyuz? Hayatın her anı akıl almaz, inanılmaz incelikler, güzelliklerle dolu...Geçenlerde vefat eden Bandırmalı Ali Efendi Hazretleri dükkanında çalışırken telefon çalar. Hazret, telefonu Besmeleyle açar, “buyurun efendim,” der. Karşıdaki kimse “Bana bir taksi gönderin” der. Her ne hal ise bu kimse taksi durağı yerine efendinin telefonunu çalmıştır. Hazret “Yanlış” deyip onu üzmemek için ”Hay hay efendim” der, “lütfen adresinizi verin, emrinizi yerine getirelim.” Çıkar bir taksi bulur, adresi verir, ücretini vererek “bu zatı istediği yere götürün” der. Bunu işittiğim zaman gözlerim doldu. Rahmetlinin her anı böyle inceliklerle doluydu. Her hareketi bizim için bir örnekti. Nur içinde yatsın. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun.
Rahmetli eşim Rana Hanım, o kadar ince, o kadar hassas bir insandı ki kırk dört yıllık evliliğimizde ne bir tabak, ne bir bardak, ne bir fincan kırmadı. Bulaşık yıkayacağı zaman Besmeleyle alır, onu sabunla okşayarak ovar, sonra öper gibi durular, sonra Besmeleyle kuruma kabına koyardı. Misafir geldiği zaman bile bulaşık makinasını açmazdı. Çünkü bulaşık makinası dostlardan işittiğimize göre hep bardaklarda çok çirkin çizikler yapıyordu, hem tabakların desenini siliyor, o canım çiçekler, o harikulade desenler yavaş yavaş bozuluyor, yok oluyordu. Senelerce evvel Bosch marka bir bulaşık makinası almıştık. Ne kadar yorgun olursak olalım bir kere bile kullanmadık. Geldiği gibi duruyor. Ben şu kanaatteyim. Eşya ile ilişkisini aşkla, edeple, saygıyla kuramayan insan Allah’a yükselemez. Şu anda giydiğim elbise 25 yıllık. Görenler “Güle güle giyin” diyor. Ceketim de pantolonum da terziden yeni alınmış gibi. Çünkü onu giyerken de çıkarırken de sevgiyle, saygıyla, büyük bir dikkatle hareket eder, zaman zaman gardırobumu açar elbiselerimi, kazaklarımı, kravatlarımı öper, okşarım. Onların hatırını sorarım. Madem ki “Her zerreden zikreden Allah”, o halde... Rahmetli Azize Annenin en sevdiği söz, “Varolan Hak’tır, Gayrısı yoktur” idi. Hep “Kelamı Allah’dan alın” derdi. “Her sesin, her sözün dikkat edilirse ayrı bir manası vardır.” diye konuşurdu. Bir kimsenin telefonda bir alo demesiyle onun şahsiyet yapısı, duyguları, inanç dünyası, güzelliklerden haberdar olup olmadığı, incelik veya kabalık derecesi, insana saygısının olup olmadığı ve daha nice özellikleri ortaya çıkar. Bugün itiraf edelim hasta bir toplumda yaşıyoruz. Kabalık, hoyratlık hep ön planda. Televizyonda nice büyük mevkilerde bulunan insanların birbirlerine ne kadar çirkin bir şekilde hakaret ettiklerini görüyoruz. Recep İvedik isimli bir itin küfürlerini, hakaretlerini, kabalıklarını görmek için bir haftada dört milyon insan sinemalara hücum ediyor. Çalımından, cakasından yanına yaklaşılmayan Uğur Dündar, bu it herifle hem de ana haber saatinde uzun uzun röpörtaj yapıyor. Ona iltifatlar yağdırıyor. En az yirmi yıldır televizyonlarda konuşmalar yapıyorum. Bir kuruş ücret almadım. Geliş gidiş yol paralarımı emekli maaşımdan veriyorum. Tek amacım bir kişiye dahi olsa iyinin, güzelin, asil ve temiz olanın, büyük ve yüce olanın sesini duyurabilmek. Ama kimse benimle röpörtaj yapmadı, kimse benimle ilgilenmedi. Bunu beklediğim için mi yazıyorum. Allah bilir ki hayır. Ama ortada bir gerçek var. Bir kimse çıkıyor. Yerine göre ateşler içinde hasta yatağında yatarken Allah rızası içi canını dişine takıp televizyona koşuyor. Ama tek meziyeti göbeğini ve kıçını göstermek olan bir Belçikalı kadını, İngilizce şarkı söyleyerek haysiyetimizi ayaklar altına alan kimseyi TRT milyarlar vererek baştacı ediyor. Allahın günü bize onun göbeğini ve kıçını seyrettiriyor.
İşte böyle yavrum. Hayatın hangi aşamasında olursak olalım tek düşüncemiz insanlara, hayvanlara, bitkilere, eşya ve cemadata karşı son derece saygılı olmak, onları Muhammedi bir aşkla kucaklamak olmalı. Geçenlerde Dost Tv’den beni çağırdılar. Bir konuşma yaptım. Sanırım ne Dost TV’de, ne diğer televizyonlarda bu kadar güzel, bu kadar derli toplu İslamın inceliklerini bu kadar özetleyen bir konuşmayı yapmak kimseye nasibolmadı. Gerek yurt içinden, gerek yurt dışından bazı kimseler tebriklerini, teşekkürlerini sunmak için DOST TV’deki işletme müdürünü arıyorlar, aldığı emir üzerine telefondaki hanım bu güzel insanları işletme müdürüne bağlamaya tenezzül etmiyor. İşte yavrum, hayat böyle. Acaba DOST TV kurulduğundan bu yana Türkçeyi bu kadar güzel kullanan, hayatın ve İslamın inceliklerini bu kadar güzel anlatan ikinci bir kimse oldu mu? Ama ben buna da kırılıp üzülmedim.
Kıymetli yavrum, şartlar ne olursa olsun insanlardan ne kadar zulüm ve kabalık, hoyratlık görürsek görelim, bizim görevimiz son nefsimize kadar insanları sevmek ve onlara hizmet etmek olacak. Resulullah Efendimize soruyorlar, “Allah’ı en çok memnun eden ibadet hangisidir?” Kainatın Efendisi cevap veriyor, “İnsanları sevmek ve onlara hizmet etmek.” Mesele burada yavrum. Biz, insanları sevelim, sayalım. Allah rızası için onlara hizmet edelim. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne düşünürlerse düşünsünler. Yarın Allah’ın huzurunda hesabını kendileri verecekler.
Yeni maillerini bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan