25.09.1992
(Cuma Sabahı)
Hayırdır inşallah!
Samiha Ablamı rûyamda gördüm. Çok güzel bir tayyör, başına da aynı kumaştan bir bone giymiş. Niyaz topluyormuş. Hepimiz oradayız. Diyor ki: “Harflerle sıraya girin, herkes bütçesine göre teberrû versin.” Diyor. Benim ismim Azize olduğu için evvelâ sıraya ben girdim. Ceketimin kolundan (yeniden) 10 bin lira çıkarıp masaya koydum. Acaba az mı verdim diye üzüldüm. Bütün teberrular toplandı. Dışarıdan hesap geldi. 700 bin lira toplanmış. Samiha Abla ne kadar sevindi. Bu günün bir gecesi vardır diyor. Uyandım. Sabah olmuştu. Aynı günün gecesinde Vahit Beylerin evinde toplantı vardı. Sema Hanım beni saat 5’te aldırdı. Bana şöyle söyledi: “Bu gece kermes için biz para toplasak mı?” dedi. Ben de: “Türkân Hanıma soralım.” Dedim. Birden aklıma geldi: “Ben bu sabaha karşı bir rûya gördüm.” Dedim. Rûyamda 10 bin lira çıkarıp verdim. Sen şimdi zarf getir ben 10 bin lirayı zarfa koyayım.” Dedim. Sonrası Allah-ı Âlem…” dedim. O gece toplantı oldu ve Tayfur herkes benim o zarfı gezdirmeye başladı. Toplanan paranın hesabı geldi 730 bin lira. Sabahki rûya hakîkat oldu.
05.10.1992
Hayırdır inşallah!
Sabaha karşı. Rûyamda bütün ihvan toplanmıştı. Ben birden Sultün-ül Evliya Ahmet Rıfaî diye ilâhi okumaya başladım. Sesim o kadar güzel ve âhenkli idi ki tarif edemem. Ben şöyle okuyordum:
Seherde bir hâl var
Âşıkta her hâl var
Yalvar Hakka yalvar
Ahmet el Rifaî
Nasıl güzel bir aşk haliydi ki tarif edemem. Bir ihvandan bahsediyordum: “Benim kardeşlerim o kadar mübarek insanlar ki tarif edemem.” Diyorum. Birden uyandım. Camii’den selâ sesleri geliyordu.
Esselâtı vesselâmu ya Resulullah!
Esselâtı vesselâmu ya Aziz Allah!
03.10.1992
Hayırdır inşallah!
Nazik Hoca elime bir kitap veriyor. Al bunu oku diyor. Efendimin kitabıymış. İsimsiz kitap. Kendileri bastırmışlar. Küçük çocuklar için. Kitabı açtım. Şunlar yazılıydı:
Derdimendim ya Resulullah!
Sen devâ ol derdime
Sen şefaat etmez isen
Yalvarayım ben kime…
“Ah Tuncay; Efendim insanlara ne kadar çalışmış.” Diyorum. Yavrucukları küçükten almış iman aşılamış öyle yetiştirmiş. Tuncay diyor ki: “Allah korusun bir harp olursa bütün erkekler harbe gider yalnız kadınlar kalır.” Diyor. “Çocuklar yetişir” diyor. Ve ben kitabı göğsüme bastırdım ağladım. “Bu kitap kaç senesinde basılmış” diyorum. Hoca da bana: “1931 senesinde basılmış” diyor.
Hayırdır inşallah!
Ahmel el Rıfaî Hz. Elime bir verdi. Krem renginde ince bir kitap. Kitabın üstünde orta yerinde üstünde esîreli “Allah vardır.” Yazıyor. Başında da bir satır çinî mürekkebiyle yazılmış yeni Türkçeyle: “İnsanların îmanını takviye etmek için.” Allah vardır cümlesi eski Türkçe idi.
Hayırdır inşallah!
Yine başka bir gecede Ahmet El Rıfaî Hz. Yüzü nikaplı idi. Önüme yeşil tabaka bir kâğıt koydular. Oku bunu dediler. Bütün yazılar altın zıhla harflerin etrafı çizilmiş olarak Kur’an yazılarıyla doluydu. Sonuna kadar okudum. Uyandığım zaman “tabakanın orta yerinde” “gece nazamı şart” bu kadar hatırımda kalmış. Bu tebliği aldıktan sonra 15 gün ağladım. Samihâ Anneye gittim, naklettim. “Sana vazife verilmiş.” Dedi ve: “Bu vazifeyi de güleryüz, tatlı dil ve yumuşak sesle vereceksin!” dedi.
29.03.1995
Hayırdır inşallah!
Tuğrul’la birlikte siyah bir otomobilde gidiyoruz. Tuğrul Bey bir küçük kaset çıkardı cebinden arabada çalmaya başladı. Kaset, Kur’an-ı Kerîm harflerle güzel bir makamla okunuyordu. Tuğrul’da başladı okumaya. Argoca öyle güzel okuyordu ki ben hayretler içinde kaldım. ”Ayol! Bu adam Kur’an okumasını bilmez ki” diyorum. Fatiha Sûresini bile bilmiyordu diyorum. Bu nasıl iş Ya Rabbi! Diyorum. Kaset bitti. Tuğrul bana dönerek işte bu bizim duamız Sultanım dedi. Sultanım kemerlerimizi bağlayan şimdi âlem-i berzah’tan geçeceğiz diyor. Kemerlerimizi bağladık Arama sür’atle devam ediyor yoluna. Ben pencereden aşağı bakıyorum. Âlem-i Berzah nasıl bir yermiş diyorum. Derin bir su tabakası yağmur yağmış, yer yer biriken sular. Güzel bir caddeden geçiyoruz. Aa! Âlemî berzah bu muymuş? Diyorum. Hayırdır inşallah diyorum.
Hayırdır inşallah!
Aynı gece Tuncay bana diyor ki: “Anneciğim sen bir rûya görmüştün, bize öğretmiştin. Rûyamızda efendimiz Kenan Rıfaî Hz. Elinde bir küçük terazi vardı 40cm genişliğinde ve tunçtan bir teraziydi. Camiide haykırıyordu: İşte terazi-i mizan! “Doğruluk istiyorum, doğruluk istiyorum. Doğru olan evlâtlarım!” Birden bir sadâ işittik efendim doğru beklediğiniz doğdu dediler. Bir hanımın kucağında yeni doğmuş bir bebek getirdiler. Paçavralara sarılmıştı. Kenan Rıfaî Hz.’nin kucağına verdiler. Bebek çok dikkatli Kenan Rıfaî Hz.’nin yüzüne bakıyordu. Ben dedim ki: “Ah efendim bu bebek konuşacak size ne kadar dikkatle bakıyor!” dedim. Efendim. “İşte Hz. İsa doğdu. “Tabii konuşak” dedi. Ben titreyerek uyandım. Hayırdır inşallah!
Hayırdır inşallah!
Rûyamda Oya’yı gördüm. Ameliyat olmazdan evvel Oya’nın elinde iğne iplik vardı. Bedeninin sol tarafını bana göstererek: “dikişi de sen dik anne.” Dedi. Ve iğneyle ipliği elime verdi. Ben başladım benenini dikmeye. Oya diyorum ipliği kısa geçirdinse yarı yolda kalırız diyorum o da Anne ben ipliği uzun geçirdim diyor. Aferin sana dedim uyandım. Ve ameliyatı çok güzel neticelendi. Hayırdır inşallah!
Mevlâna Yollarında
Ulu sultan el eyledi gel dedi
Nasibini kana kana al dedi
Alma sakın nakıslardan el dedi
Kâmillerin huzurunda hal dedi
Ulu sultan ara dedi bul dedi
Rahmet sana ey günahkar kul dedi
Eymeyesin altınını pul dedi
İnci getir denizlere dal dedi.
Ulu Sultan nazar etti ol dedi
Buradan geçer vara vara yol dedi
Kalbi arıt marifetle dol dedi
Petek nedir bulunmazsa bal dedi
Ulu Sultan ara dedi aradım
O an geldi ben yürüdüm tek adım
Himmet bitti doldu kolum kanadım
Benliğini enginlere sal dedi
Ulu sultan kuvvet verdi var dedi
Can kuşuna ten kafesi dar dedi.
İstek değil istememek ar dedi
Gayra gitme hak kapıyı çal dedi
Ebubekir gülşeninde gül sultan
Muhammedin ateşiyle gür sultan
Aç kolunu nûr içinde kaldır.
KEMAL EDİP KÜRKÇÜOĞLU
Bir şâh-ı felek-mertebedir Hazret-i Ken’ân
Dünyâyı tutar velvele-i devlet-i Ken’ân
“Tallâhi lekad âserek ‘Allâhu aleynâ”
Furkan’da tilâvet kılınan âyet-i Ken’ân
Mehdî dese az, mürşid-i kâmil dese nâkıs
Ta’rifine sığmaz kalemin hâlet-i Ken’ân
Hayru’l-halef-i emced-i sultân-ı Rıfâî
Itlâkı olur lâyık-ı kutbiyyet-i Ken’ân
Bilsin bunu burhân arayan yerde semâda
Münkirleri ilzâma yeter hücceti Ken’ân
Bî-hadd ü tenâhî kerem-i mahz-i ilâhî
A’yânda kemâhî görünür satvet-i Ken’ân
Bin kerre yener Sâm’ı da bir abd-i zaîfi
Te’yîid edecek olsa eğer kuvvet-i Ken’ân
Tefsîr-i hakîmânesidir sûre-i Nûr’un
Aşk u nazar erbâbı için sîret-i Ken’ân
Pür-şevk ilâhileri var câna safâ bahş
Hepsinde ayadır nüket-i hikmet-i Ken’ân
Vâdî-i tahayyürde koyar tâir-i aklı
Eb’âd-ı berendâz-ı ufuk rü’yet-i Ken’ân
Kalmıştır erenlerden el almak yolu ancak
Âşıklar için vâcibedir bîat-i Ken’ân
Rü’yâda el öptürdü kirâren buna hazret
Hakkımızda zuhûr etti demek himmet-i Ken’ân
Her lâhza KEMÂL et onu Kur’ân ile tizkâr
Bildinse nedir lâzime-i hürmet-i Ken’ân
23 Muharremü’l-harâm 1377 / 20. Ağt.1957
Kemâl Edîb Kürkçüoğlu