Sayın Hatice Hakeri,
30.9.2006 tarihli mailinizi aldım. Efendim, sitemize hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz. Sitemize nurlar getirdiniz, güzellikler getirdiniz, ışık getirdiniz. O kadar güzel bir üslubunuz var ki insan beş kere on kere okusa doyamaz. Allah sizden razı olsun, Allah feyzinizi artırsın. Mailinize Mevlana’nın Mesnevi’nin başında yazdığı o onsekiz beyitle girmeniz beni çok heyecanlandırdı, ürpertti, Yarabbi, o ne muhteşem giriş.
Ddinle neyden kim hikayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede”
bu beyiti o kadar çok seviyorum ki, onu söylemedğim gün yok gibi. Sitemiz hakkındaki izlenimleriniz için çok teşekkür ederim. Sitemiz gönül dostlarının sitesi. Dünyevi kirlerden, pisliklerden, çirkinliklerden, nefsin azgınlıklarından, oyunlarından kurtulmak isteyenlerin tertemiz bir havayı solumak isteyenlerin sitesi. İnşallah sık sık sizi de misafir ederiz. Bu benim için ve site mensupları için doyumsuz bir zevk olacak. Siz ne güzel bir dünya kurmuşsunuz, tertemiz, bembeyaz...o yolda hergün biraz daha artan feyzinizle yürümenizi Allah nasip etsin. Önemli olan insanın kendi dünyasını kurabilmesi. İnsanlar şöyle, insanlar böyle diye yakınmanın hiçbir anlamı yok. Bütün gönül sultanlarına bakın, onların çevreleri çok mu güzeldi? Şems, Mevlana’nın gönlüne ilahi aşkı verebilmek için ta Şam’dan kalkıp geldi. Yolda sordular, “Efendim dediler, istikamet nereye?” Şems cevap verdi, “Başımı vermeye gidiyorum”. O gün Mevlana’yı yetiştirmek, O’nun kalbine ilahi aşkı bütün ihtişamıyla koymak için geldiği çevre O’nu anlayamamıştı. Bazı kimseler düşmanlıkta o kadar ileri gittiler ki o aşıklar sultanını öldürüp kuyuya attılar. Mevlana’da çevresinden az mı çekti? Yunus bir şiirinde “Bu dünya dopdolu kalleş, herbirinden bir ses gelir” diyordu. Ama o güzeller güzeli insanlar, o aşkın ve mananın sultanları, o çevrelere rağmen kendi dünyalarını kurdular, vuslata erdiler. Allah cümlemize nasib etsin. Mailinizde benim aşka çok yer verdiğimi söylüyorsunuz. Doğrudur. Ben de Fuzuli gibi diyorum ki
“Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kıy-ü kal imiş ancak”
Aşkı öyle yaşayalım, aşkla öyle dolalım ki, aşksız bir lokma ekmek yemeyelim, bir yudum su içmeyelim. Aşksız bir zerreye dokunmayalım. Gecemiz aşk, gündüzümüz aşk, gördüğümüz aşk, işittiğimiz aşk, hissettiğimiz aşk olsun. Biz de Yunus gibi “Sevdiğimi demez isem sevgi derdi boğar beni” diyelim. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyelim. “Aşk gelicek cümle eksikler biter” diyelim. Yolda bizi görenler “Ey aşk, nereye gidiyorsun” desinler. Ve son nefesimizde “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyelim.
Muhterem efendim, zahirde kalanlar için bu dünya yalan, dolan dünyası, çirkinlikler, ayıplar, rezillikler dünyası. Yunus “Gören göz değil gönüldür” diyordu. Biz de gönül gözüyle baktığımız zaman çevremizde yalnız nuru ve aşkı görelim. Bütün mesele bu patırtı, gürültü içinde kendi dünyamızı tertemiz kurabilmek, ve o dünyada hergün biraz daha aşka doğru yürüyebilmek. Sizin bunu yapacağınıza bütün kalbimle inanıyorum. Gönlümüzü öyle arıtalım, öyle temizleyelim ki orada kinin, nefretin, düşmanlığın, ihtirasın, mal mülk hırsının, mevki makam hırsının zerresi dahi kalmasın. Orada yalnız nakış nakış sevgi bulunsun. Onun her köşesi aşkın açan gülleriyle dolsun.
Efendim, yeni maillerinizi bekliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Sabri Tandoğan