22.07.1995
Cumartesi Sabahı
Hacı Hasibe Hanımın Rûyası:
Hayırdır inşallah!
Bu gece rûyamda Efendi Hazretleri, Samiha Anne ve Azize Anne ile ile beraberdik. Önce misafir olduğumuz evde bizlere hitaben: “namaz ve kıbleyi bir lâhza şaşmayacaksınız!” buyurdular ve kendileri namaza durdular. Arkalarında ben vardım. Sağ yanlarında da Azize Annem vardı. Daha sonra namazı bitirip oturdular. Sâmiha anne: “eteklerin biraz uzun olmasına dikkat edin.” Buyurdular. Sonra içeriye Efendi Hazretleri teşrif ettiler. Kendilerine şeker ve meyva sundum. Birer tane de benim ağzıma koydular. Yere diz çöküp gözyaşı ve mahcubiyetle iki ellerini öptüm. Elleri pamuk gibi yumuşacıktı. Sonra Kur-an’dan bir âyet açıkladılar. Misafirler arasında Efendi Hazretleri söz vermeden konuşan beye: “Bunlar boş ve bâtıl şeyler.” Dedi ve hiç o tarafa bakmadı. Sonra konuşulan bir kelâm için ihvandan bir genç hanım: “bu bir âyettir” dedi. Azize Annem o âyetten cevap almak için muallî olan Kur’an-ı Kerîm’i istediler. Sâmiha Anne: “Ben Efendi Hazretlerinin önüne diz çökünce Aziz kardeşim çocukcağız mahcubiyetten kıpkırmızı oldu” dediler. Sonra bir yere gitmek için hazırlanmaya başladık. Ablam: Biz sonra gitsek olmaz mı?” dedi. Ben: “Sâmiha Anne bizi lütfen yanında taşıyor iki elimiz kanda olsa da gideriz” dedim. Abdest almak için banyoya girdim.
Dünyaya gelmekten murad kişi nefsini bilmekmiş
Nefsini bilmekten murad evliyasını bulmakmış
Bulmak değilmiş bilmek, bilmek değilmiş bulmak
Evliyaya gönül verip rengine boyanmakmış.
04.1961
“Kazı, kazı da kul ol, köle ol, köpek ol!” dediler. Manâsı: Sadakat
Samiha Ayverdi’nin kelâmı:
İmana refakât eden akıl ne hoş bir ahenk vücuda getirir. Taşkınlık ve coşkunluklar ise önüne geleni deviren seller gibi tehlikelidir. Onun için Cenab-ı Hak’tan temkin ve selâbette muhabbeti ile beraber istemelidir.
Muhiddin Arabî Hazretlerinin Vahdet-i Vücud kitabından:
“Hüdây-ı men” Benim Allahım demek olmayıp benim mâlik ve sahibim yani efendim, mürşidim demek olduğu meydandadır. Ve burada Hüdâ kelimesinin Allah manâsına alınmasına karîne-i manâ vardır. Çünki Cenab-ı Pîr senden yani senin yüzünden hakka eriştim demekle Şemsi Tebrizî’nin Hakka vuslata vasıta olduğu tasri etmiştir. Eğer ona Allah deseydi senin yüzünden Hakka vasıl oldum demeyyüp sana vasıl oldum demesi lâzım gelirdi. Bu halde manâyı sahih benim şeyhim, efendim ömrüm gibi aziz mürşüdim mertebei bekayete vasıta-i vusulim senden yani senin vesayetinle Cenab-ı Hakka eriştim. Ey benim Hakka müeddî olan ehli hak destekirim demek olduğundan şüphe yoktur. Bütün fikrini hayal ve bütün faaliyetini nefsanî infial teşkil etmiş olan bir kimse için bekâ yoktur. Hasılı bir cümle eşyada Cenab-ı Allah’ın “cevheri la yetenahisini” müşahade derecesine irtika eden kimse ölümden kurtulur.
‘Velâ hafhüm aleyhim Velâhüm yahsemun”
27.12.1993
Hayırdır inşallah!
Dr. Türkân Hanımla yürüyorum. Ben Türkancığım diyorum bana bu gece rûyamda: “Sen seyrancısın seyranın eyle!” dediler. Bu hitap yalnız bana değil bütün insanlara söylenmiş bir hitap değil mi? Yine seninle beraber yürüyoruz. Türkancığım bana öyle şeyler oluyor ki kime söyleyeceğimi bilemiyorum. Şimdi ihvanın biri geliyor biri gidiyor. Şimdi de Tülin gelmeye başlıyor. Bu söyleneni Aydın’a versemde bir levha yaptırsam diyorum. Çünki bu söylenenler öbür âlemden.
14.12.1989
Hayırdır inşallah!
Rûyamda bir hanım bana kendi rûyasında öldüğünü söyledi. Ben de üzülerek o hanıma diyorum ki “ölmek dirilmek demektir” kardeşim diyorum. Sonra Samiha Anneyi gördüm rûyamda aynı rûyayı ona naklettim. Ve kendileri bana tabii aziz kardeşim bu âlemden öbür âleme açılmak ancak ölmek ile kabil olur buyurdular. İşte buna “mutu kalbe ente mutu sırrı” diyoruz dediler ve ellerini öptüm. Parmaklarında güzel bir pırlanta yüzük vardı. Elleri yumuşacıktı. Sonra tekrar beni Samiha Ablaya sordular: Azize Hanım sizi hiç üzdü mü efendim dediklerinde hem şifayı hem yazıyla diyor kendileri “Hayır, hayır, hayır!” buyurdular 3 defa. “O şimdi kendi sualine kendi âleminden cevap alır yoluna devam eder” buyurdular.
16.11.1989
Hayırdır inşallah!
Perşembe sabahı, sabah namazından sonra yatmıştım. Abdülbâkî Gölpınarlı’dan telefon aldım. Annem telefonu açtı ahizeyi bana uzattı. Telefon sana Azize dedi. Ve Bâkî hocayla konuşmaya başladım. Alo! Alo! Kimsiniz dedim. Bir erkek ağlıyordu hıçkırıklar arasında ağlıyarak bana: “Sen bana hiç okumuyorsun!” dedi. Ben de özür dilerim efendim bundan sonra okurum dedim. Bakî Hoca şunları söyledi. Ben neredeyim biliyor musun dedi. Bilmiyorum efendim dedim. “Ben şimdi Sadrettin-i Konevî ile Selâhattin-i Zerkubi’nin bana hazırladıkları odanın içindeyim.” Dedi. Çok hayret ettim. Kendilerini tebrik ettik ve şimdi hocaya müteveccih olarak ben de zaten efendimin himmeti ve Hz. Mevlânâ’nın himmetiyle yaşıyorum dedim. “Ve inşallah öbür âlemede kabul ediliriz dedim ve ağlamaya başladım. Telefon halâ elimdeydi. Allahaısmarladık efendim dedim ve kapadım. İkimiz de ağlaşıyorduk.
23.06.1989
Hayırdır inşallah!
Rûyamda Celâl’le konuşuyorum. Celâl’ciğim nefsine sakın yenilme Nefsine yenilirsen Allah’ı bulamazsın diyorum. Celâl bana soru soruyor. Şimdi için sana ne söylüyor diyor. Daima doğruyu söylüyor Celâlciğim diyorum. Hareketlerimi içim tayin ediyor diyorum. Bütün büyük zâtlar hep nefis terbiyesinden geçmişler ve sonunda muvaffak olmuşlar. Bu âlemde Râb tecellisi insanları olgunlaştırırmış. Yoksa kendimizi kontrolsüz bırakırsak hatadan hataya düşer ömrümüzü hebâ ederiz diyorum.
“Eğer seni birden fazla kişi seviyorsa yaşadığına şükret”
Azize Emrem
Efendimin kapısındaki dokuz numara benim hayatımı düzeltti. Dokuz rakkamı benim şiarım oldu. Sultanım sen benim sahibimsin, soyumsun, nefesimsin, aşımsın, bestemsin, sevgimsin, nalânımsın, âyanımsın, müştehadımsın, şenşakrak zevkânımsın, dalımsın, yaprağımsın, seni gördüm, seni buldum, senin rengine boyandım senden bir ses istedim. Sen de bana seslendin “Aleynâ” dedin “Azizem” dedin.
Azize Emrem
25 Ekim 1982
Hayırdır inşallah!
Rûyamda Nezihe Araz’ı görüyorum ona sarılıyorum. Biz çok eskiyiz değil mi Neziheciğim diyorum. O da bana sarılıyor ve elime bir defter veriyor “oku” diyor. Defteri açıyorum bir eski yazıyla yazılmış bir şiir buluyorum. Defterin içinde Ken’an Rıfaî Hz.’nin resmi var. Resmi göğsüme bastırdım ve şiiri okumaya başladım. “Bu şiiri oku, oku, oku” diyorlar. Şiirde kendi şiirlerinin îzahı var. Okumaya başlıyorum. Şiirde öyle bir bakış var ki resimde öyle bir bakış var ki bütün dünyanın gözleri birleşse böyle bakamaz. Bu bakışta hem evvel… hem ahîr var. Sanki âlem sana gözbebeği kâinat bir bakışta yaratılmış insanlara verilmiş ruhun özü ruhun temeli seyret ki göresin kendini tıpkı bir aynaya bakar gibi işte bu nazarın içindeyim. “Oku, oku, oku” tekrar Nezihe’ye sarılıyorum. Bana yemeğe kal diyor. O kadar doydum ki bana yemekten bahsetme diyorum. Celâle uzatıyorum sen de oku Resmin altını oku. Bu şiirin adı “bakış” imiş diyorum.
Bana bir akşam şöyle buyurdular:
Gel bizim aşk bağımıza gir de aşk bülbüllerinin ilâhisini dinle dediler. O bizim sesimize âşık biz onun sesini dinliyoruz.
(Not: Azize Anne'nin Günlüğünden Notlar bu bölümle tamamlanmıştır.)