Efendim hayirli aksamlar, bu gece gunbatimi cok guzeldi , onu seyrederken dokuluverdi asagidaki satirlar, sizlerle de paylasayim istedim..
Rabbime emanet olun. Dua ile..
Tam gün batımı , güneş kızıl sarı ısınları ile boyamış yeryüzünü.. Denizin mavisı, gökyüzü, çatılar, göğe doğru yükselen camla kaplı binaların yüzleri hep turuncu ışın hüzmeleri ile kaplanmış. Yangın yeri …
Hafif bir serinlik çökmüş ortalığa, gündüzün nemi sıcağında nefes alamayanlar sokaklara dokulmuş.. Akşam ezanı yankılanıyor minarelerden… Bir gün daha sona eriyor… Akşamın alacakaranlığı çökerken yavaş yavaş insanın gönlüne de bir hüzün , bir ürperti düşüyor. Gecenin sessizliğinde kendini daha mı iyi dinliyor insan… Ondan mıdır bu ürperti… kendiyle başbaşa kalması zordur aslında… Kendine dönüp vicdan aynasından bakabiliyorsa insan, en değerli vakitlerdir bunlar..
Yedi küsur milyar insanın yaşamını sürdürdüğü bir dünyadayız. Nefes alıp veriyoruz. Öyle ya da böyle bir topluluğun içindeyiz, sosyal ilişkilerimiz, bir çevremiz var. Yiyip içiyor, temel ihtiyaçlarımızı, hatta fazlasini karşılıyor, kimi etrafımızdakilerle anlaşıp mutlu oluyor, bazen seviyoruz onları ve de sevildiğimizi düşünüyoruz kimi zaman… Bazen mutlu bazen üzgün hissediyoruz kendimizi… Kirildiğimiz gücendiğimiz anlar da oluyor, hatta öfke , kıskançlık, pişmanlık gibi duyguları bile barındırıyoruz içimizde…
Sabahları uyanıyoruz ya yeni güne… Selamlıyoruz ya bütün mahlukatı, insanları ve doğayı.. Demek ki yaşamamız gereken anlar var daha… Yoksa her ne kadar düşünmek istemesek de bu yaşamın bir sonu olduğunu, dünya hayatının geçiciliğini hatta ne zaman konup göçeceğimizin de belirsiz olduğunu çok iyi biliyoruz… Biliyoruz da hatırlamak istemiyoruz. O kadar çok iş var ki yapacak zahirde görünen.. Gidilecek yerler, alınacak mallar, görüşülecek insanlar, sevilecek insanlar, kızılacak, kırılacak insanlar, görülecek hesaplar… Çok meşguluz çok…
Oysa alınan her nefes bize bir armağan öylesi bir armağan ki altın değerinde, asla boşa harcanılmaması gereken.. İnsan olabilme yolunda bir iğne ucu çaba sarfedeceğimiz, kullukta bulunabilmek için bir fırsat her alınan nefes, yaşanan her an… Yoksa terket dünyayı emri ilahisi geldiğinde diğer kaygıların, meşgalelerin, duyguların ne önemi ola ki…
İnsan olabilmek dedik ya; ne kadar düşünüyoruz nasıl insan olunur diye.. Ya da insan olabilmek nedir diye… Herkesin kendi yaşamı , kendi düşünceleri , kendi alışkanlıkları ve içinde bulunduğu toplumun adetleri hoş gelmez mı nefsine?
Nasıl dönüp bakabilecek ki kendine doğru bir insan modeliyim diye,; neyle kıyaslayacak ki kendini, nasıl ulaşacak mükemmeliyete, kemalata… Eğer bu dünya yaşamı bir imtihan ise nerede bu imtihanın cevap anahtarı diye sormaz mı insan..
Aslında çok karmaşık değil bunun cevabı öyle imkansızlıklarda , karmaşık felsefelerde aramaya da gerek yok. Ne demiş sevgili Rasulumuz “En mükemmel iman çölde yaşayan bir yaşlı kadının imanıdır “ O kadar yalın, o kadar sade, o kadar katışıksız… kim tahmin eder ki en kompleks olanın en sadenin perdesi arkasında beklediğini... Sonsuzluğun, hıçliğin gözünden gülümsediğini...
Madem alabildiğimiz her nefes bir armağan bize insan olabilme yolunda bir fırsat daha; bakalım imtahınımızın cevap anahtarı olan Yüce Kur’anımız nasıl tanımlamış insani.. Sevgili Peygamberimiz nasıl ahlaklanmış Kur’an ahlaki ile. Nasıl örnek olmuş bizlere… Bu yaşamda yaşadığımız ve yaşıyacağımız bütün zorluklar, meşakkatler, darbeler, haksızlıklar, iftiralar, kayıplar, kırgınlıklar, sevgiler, sevgisizlikler, aldatılmalar, aşağılanmalar …. Hepsini yaşamış Sevgili Peygamberimiz ve nasıl yaşamış, nasıl karşılamış bütün bunları.. Neden yaşamış … İşte sır burada… Rabbi onu bütün insanlara insan olmayı örneklesin diye imtihan etmiş her biriyle…
Öyleyse dönüp bakalım kendimize.. Çareyi nerelerde arıyoruz… Kişiliğimizi geliştirirken, olaylara sevinirken, tepki verirken nerden alıyoruz desteği, dersi, aklı… Oysa ne kadar açık ne kadar kolay… Şifre bile yok. Cevap anahtarımız elimizin altında bu imtihanda, bakmak , görmek, tefekkür etmek de serbest… hala nasıl bu kadar kör olabiliyoruz ki?
Bir insan ne kadar ağır bir musibete, belaya, diğer insanlardan gelen iftira yada benzeri olaylara maruz kalırsa kalsın ona aynı şekilde kötülük ile karşılık vermemeli, tövbe ve istiğfara devam ederek, sabır ve tahammülle çalışmalı, başına gelen olaylardan ibret ve ders çıkarmaya çalışmalıdır, değil mi? … Kendisine bunu reva görenlerle aynı şekilde, onların seviyesine inerek uğraşmamak kemalatın özelliklerindendir ve ancak veliler, enbiyalar ahlaki ile ahlaklanmaktır.
Kendi nefsini daima kötülemek, kendi küçük kusurlarını büyük görmek, başkalarının büyük kusurlarını küçük görmek çok yüksek bir fazilettir. Takvada doğrulukta, edep ve ahlakta kendisi iyi ve mükemmel olmaya çalışmak, başkalarının ne yaptığı ile uğraşmamak ya da onlara ikaz ve hatırlatmalarda yumuşak bir üslup kullanmak gerçekten din kardeşlerine hizmet adına büyük bir adımdır.
İnsan beşerdir, şaşabilir. Dış etkilerle yada nefsinin esiri olup hata yaptığında , gördüğümüz bu kusuru ona ama sadece ona söylemeliyiz. Bu davranış şekli ruh, kalb , akıl ve ferasetin eseridir . Yoksa ona fayda verir diye ayıp kusurlarını başkalarına anlatmak; fayda vermek niyetiyle aslında zarar vermektir . Kişi bir dönüp kendine bakmalı; herkes için bir kusur buluyorum acaba kusursuz bir ben mı kaldım diye kendini sorgulamalı . İyi olmak istiyorsak öncelikle kötü yönlerimizi bulup çıkarmali, kendi kusurlarımızı görmeliyiz. Asıl insan olan başkasına nasihat edilirken bundan kendine pay çıkarıp ibret alan değil midir? Kendini ıslaha ve derse muhtaç görmeyen, bilmeyen gafletten uyanmalıdır.. Başkalarını ıslah için önce kendimizi ıslah etmemiz gerekir. Yoksa herkesin bir kusurunu bulup kendi kusurlarını görmeyen, dostlarını terkeden, terk edilir. Bizi bize methedenlere aldanmayacağız. Dost acı söyler, Yanlışlarımızı açık yüreklilikle bize söyleyenler hakiki dostlarımızdır. Acı nasihat , faydalı şerbet hükmündedir çünkü..
Allah yumuşak huylu , insanlara sefkat ve merhamet eden kulu sever. Başkalarını sık sık affedelim ama kendimizi ve nefsimizi asla.. Rifk ve merhametten mahrum olan , bütün hayırlardan iyiliklerden mahrum olur.. Merhamet tohumunu eken muhakkak ki huzur ve saadet harmanını biçer..
Bir hadisi kutside denilği gibi “Hiddete getirilince kızmayıp hilm ve sabır gösteren kimse, Allah’in sevgisine mazhar olur.”
Terbiyenin en makbul olanı önce kendimizi terbiye etmektir. İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan ancak onlara göre bir insandır. Zihindeki olumsuz dusunceleri cikarip atmak bedendeki urlari cikarmaktan daha onemlidir. Yeknesak dünyevi meşguliyetler, insanın sahib olduğu ülvi melekeleri köreltir. Kabiliyetleri de verimsiz kalir, gelişemez. Yüksek bir amaç üzerine fikirlerimizi odaklandırırsak ancak hedefe varabiliriz.
Rabbim bizi once dusunup sonra soyleyenlerden , insanlara Rifk ile muammele edenlerden ve once kendini terbiye etmeye ugrasanlardan , Ya hayir soyle ya sus hadisi serifi uzerine olanlardan eylesin..
Amin..
Ozden GULEN CICEK