Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 6/8/2009 2:39:39 PM



 


 


 


Çok Kıymetli Büyüğüm ve Sevgili Dostlar,


Hepinize yeniden Merhaba...


 


Sevgili büyüğüm, bugün sitemizde yer alan maillerde  çok değerli gönül dostlarının işaret ettiği toplumsal bazı gerçeklerimize, yıllar önce yazılmış ama hala geçerliliğini koruyan hatta daha bir anlam kazanan gazete yazınızın bir başka güzel  cevap ve çözüm yolu olduğunu gördük. İlginç bir şekilde birkaç gün önce yayına hazırlamak kısmet olan ve bugün medyada benzerlerine hasret kaldığımız bu gazete yazınızı hayırlara vesile olması dileğiyle paylaşırken hepinize yeniden selam ve sevgilerimi sunuyorum...


 


İyi günler, esenlikler dilekleriyle hoşçakalın...


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


HALİMİZ VE ÇAREMİZ (1)


“Bıçak soksan gölgeme, sıcacık kanım damlar


Gir de bir bak ülkeme, başsız başsız adamlar


Ağlayın su yükselsin, belki kurtulur gemi


Anne seccaden gelsin, bize dua et emi.”


 


Necip Fazıl Kısakürek


 


Sorokin, çağımız için “bunalım çağı” deyimini kullanmakta, manevi büyükler çoğu zaman “ahir zaman” olarak adlandırılmaktalar. İçinde yaşadığımız toplumun bugünkü hali için ne denilir, onu sizin lügatçenize bırakıyorum. Herhalde en önemli sorun, belirli bir yaşa geldikten sonra, akıl ve ruh sağlığını devam ettirebilmek… Çevremize baktığımızda, mevki, makam, mal, mülk sahibi, serveti ve şöhreti göklere çıkan nice insan görmekteyiz. Ancak içlerinde gerçekten dengeli, itidâl sahibi, uygar, efendi, edep ve kemâl sahibi olanlar oldukça azınlıkta. Uzaydan gelmedik. Hepimiz bu toplumun çocuklarıyız. Bu topraklarda doğduk. Bu toplumun okullarında okuduk. Bu toplumun televizyonlarını izliyor, gazetelerini okuyoruz. Her gün haber niyetine adı büyüğe çıkmış bir takım kimselerin nutuklarını dinliyor, ipe sapa gelmez saçmalıklarla bir nevi muhasara altına alınıyoruz.


İstatistiklere bakın, acı bir gerçek var. Sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı inanılmaz boyutlara ulaşmış. Ne yazık ki üniversitelerin, liselerin, ortaokulların önüne kadar girmiş durumda. Alkolik kadınlar için kurulmuş hastaneler var. Tanıdık bakkallara, süpermarket sahiplerine soruyoruz. Bir çok kadının akşam evine giderken, ekmek, peynir, yumurta alır gibi rakısını alarak dükkandan çıktığını öğreniyoruz. Toplum büyük sancılar içinde. Sarsıntılar içinde. Her gün gözümüzün görmediği, kulağımızın işitmediği nice yıkılışlar var. Sadece içe akıtılan nice gözyaşları var. Bu gerçekler karşısında takınacağımız tavır ne olmalıdır?


Konuyu sadece teşhis yetmiyor. Tedavi de gerekli. Bütün bu olan bitenler karşısında, insanlığımızı, efendiliğimizi, inancımızı, asaletimizi nasıl koruyabiliriz? Toplumun büyük kesiminde önyargılar hakim. Düşünülmeden, muhakeme edilmeden, mukayese, araştırma, inceleme yapılmadan kabul edilen, papağan gibi tekrarlanan bir takım değer yargıları... Bunlardan biri de çağdaşlık. Çağdaşlık aşağı, çağdaşlık yukarı. Bir kimse övüleceği zaman çağdaş insan deniliyor. Sorbon’da bir felsefe profesörü, çağdaşlık üzerine bir kitap hazırlamış, okudum: “Bu çağda yaşadığım için utanç duyuyorum” diyor. İnsanın insanı istismarının, tarihin hiçbir döneminde bu kadar olmadığını, insanın hiçbir dönemde bu kadar aşağılanıp, ezilmediğini, hor-hakir görülmediğini söylüyor. Alçaklığın en üst boyutunun bu çağda yaşandığını vurguluyor. Kitabı okurken düşündüm. Daha iki yıl önce Bosna’da hanımlara tecavüz eden Sırp canavarlarına hoşgörü, uygarlık üzerine on binlerce kitap yazan Batılılardan birisi dahi sesini çıkarmadı. Bu hanımların bir kısmı intihar etti. Bir kısmı ruh hastası oldu. Bazısı kimsenin yüzüne bakamıyor. On binlerce insan ıstırap içinde yaşarken, dünyanın iyilik meleği diye anılan Papa’ya varıncaya dek bir tek Batılı bu rezaleti lanetlemedi, sorgulamadı.


Sorokin’in de dediği gibi gerçekten bir bunalım çağında yaşamaktayız. Her şeyden önce çağdaşlık öryargısından kurtulmalıyız. Çağdaş, çağdışı, ileri-geri kavramları insanları bölmek, ayırmak, parçalamak için uydurulmuş palavralar. Bir düşünce ya doğrudur, ya yanlıştır. O kadar. Bir düşünce yanlışsa, bunun ileri olanı, geri olanı olmaz. Yanlış, yanlıştır. Sağcı, solcu kavramları da öyle. Gerçek bilimin, sanatın düşüncenin sağcısı solcusu olmaz. Edison bir bilim adamı idi. Beethoven bir müzisyendi. Yunus kâinatın en büyük şairi idi. Söyleyin bakalım onlar sağcı mı idi, solcu mu idi? Bunu söylemek bile komik oluyor. Hatta çirkin oluyor. Hani bir şarkıda tekrarlanan bir söz var: Palavra… Palavra… Onun gibi işte...


 


Sabri TANDOĞAN


YENİ MESAJ GAZETESİ


Haziran 1998


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]