Hayırlı Günler Çok Sevgili Büyüğüm ve Değerli Dostlar,
Efendim, bugün yine siz büyüğümüzü “Halimiz ve Çaremiz” başlıklı yazılarınızı hep birlikte okumaya devam edelim dilerseniz.
Bütün hayırlar ve güzellikler üzerinize olsun...
Hoşçakalın...
Çiğdem Seçkin Gürel
HALİMİZ VE ÇAREMİZ (2)
Geçenlerde bir ekranda gördüm. Bir fakültede, sözüm ona sağcı, solcu diye adlandırılan memleket gençleri birbirlerine saldırdılar, ölesiye. İçim sızladı. İkisi de benim evladım. Allah esirgesin. Dikkat ettim. İki tarafın sopası da rengi ile, uzunluğu, kalınlığı ile tıpa tıp birbirinin aynı idi. Aynı şer kuvvet bu sopaları hazırlıyor, sonra birbirlerinin kafalarını kırsınlar diye, iki tarafa da veriyordu. Bu hususa değinen olmadı. İyinin, güzelin, doğrunun, temiz, asil, büyük, yüce olanın sağı, solu olur mu? Birileri bu kavramları icat ettiyse bize ne? Niye sahip çıkıyoruz. Hayatı, insanı, varoluşu bilmeyen bir takım geri zekalılar çıkıyor, ortaya hasta ruhlarının, gelişmemiş kafalarının ürünü olan bazı saçmalar koyuyorlar. Biz de irdelemeden, düşünmeden mal bulmuş mağribi gibi onların üstüne atlıyor, sahip çıkıyoruz. Niye? Kimlerin oyununa geldiğimizin farkında mıyız? Bir zamanlar sağcılıkla Müslümanlık özdeş gibi gösteriliyordu. Kırk yıl önce. O zaman da çok tuhafıma giderdi. Gizli bir oyun sezerdim. Bugün de aynı şeyi düşünüyorum, iki kere iki dört ederse, bunu söyleyen sağcı mı olur, solcu mu? İyinin, güzelin, doğrunun sağcısı, solcusu olmaz. Bu saçmalarla kafalarını dolduranların Allah yardımcısı olsun. Bugün dünyada hayranlıkla seyredilen sanat eserleri, bilimsel buluşlar, manevi yücelikler, gözleri kamaştıran pırıl, pırıl yaşantılar, uygarlığın yüz akı kişilikler hayatı aydınlatırken, bunların sağla, solla ne ilgisi vardı? İnsan olmanın ölçüsünü, İslam’da, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde bulmaktayız. Hadis-i Şerifler, Kur’an-ı Kerim’in yorumu ve açıklaması olarak kıyamete kadar, onunla birlikte insanlığa ışık tutacaktır. Dünyada hiçbir edebiyatçı, beş altı kelimelik veciz bir ifade ve kısa anlatımla ciltler dolusu fikri anlatan Hadis-i Şeriflere boy ölçüşemez. Denizde giderken tereddüde düşen bir gemi kaptanının pusulaya göre hareket etmesi gibi, bizim pusulamız da Kur’an’dır, Hadistir, Sünnet-i Seniyedir. Allah ve Resulü’nün buyrukları doğrultusunda hareket eden, yazıp konuşan kimseden, Allah razı olsun.
Bu dünyada boşa yaşamıyoruz. Allah’ın huzurunda, her dakikanın hesabını vereceğiz. Kimsenin insanların ruh huzuru, ruh sağlığı ile oynamaya hakkı yoktur. Düşmanlarımız, silahla yenemedikleri bu aziz necip milleti içten çökertme mücadelesi içindedirler. Hepimizin son derece dikkatli, uyanık, tetikte, milli birlik ve beraberlik ruhu içinde olmamız gerekir. Kitapsız kültür olmaz. Öyle gazete okuyarak, deli, deli televizyon seyrederek kendilerini kültürlü sananlar aldanıyorlar. Magazin haberlerle, dedikodularla uyutulmaktayız. Bunların hepsi modern ninniler. Amaç bizleri gerçeklerden, hayat realitesinden, hatta kendi iç dünyamızdan uzaklaştırmak. Bizi bize hasret bırakmak. Türkiye’de neler olup bitiyor, memleket nereye gidiyor? Ekonomi hangi istikamette, kimler ne dolaplar çeviriyor, bilinsin istenmiyor. Bir yandan gazeteler, televizyonlar, magazin, sosyete dedikoduları, bir yandan futbol, seks, içki, sigara, uyuşturucu aldık başımızı gidiyoruz. Öğrenciler, neyin kavgasını yapıyorlar? Birbirlerinin kafasını kırmakla hangi soruna çözüm getirecekler? Hakikatin sağı, solu olur mu? Analık babalık sadece çocuklarını yedirip, içirip, giydirmek midir? Açın Batı Edebiyatını, okuyun. Bir tek huzurlu, mutlu, içi renk dolu, ışık dolu, aşk dolu bir insan görebilir misiniz? Bir dönem dünya gençliğinin taparcasına bağlandığı, Nobel ödüllü J.P. Sartre “Başkaları cehennemdir” diyordu.
Sabri TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ
29 Haziran 1998 Pazartesi
Bir İslam Velisi, “Gül alırlar, gül satarlar, gülden terazi tutarlar, gülü gül ile tartarlar”
diyordu. Öyle bir Pazar ki, alan gül, satan gül, satılan gül, terazi gül, dirhem gül… İçi Allah aşkıyla dolan, her zerreden zikredenin Allah olduğunu bilen o güzel insan, Pazar simgesi ile bütün kainatı bir gül bahçesi gibi görüyor, bundan heyecan duyuyordu.
İç dünyası da kendi egosundan, nefsaniyetinden başka hiçbir manevi güzelliği yaşamamış bir yazarın, insanlara vereceği neyi vardır, kendi içinde biriktirdiği zehirlerden başka… İçimizde ne varsa, dışa yansıyan da o değil midir? Doğusu ile Batısı ile bütün dünya bir bunalım içinde. Hepsi gerçekten uzaklaşmış. Bir kısmı gerçeğe isyan içinde. İhanet içinde. Kendi kendilerine kurtuluş yolunu bulamıyorlar. Çünkü vaktiyle o yolu kapamak için elden gelen yapılmış. İkilem içindeler. Doğu mu batı mı, dünya mı ahiret mi, madde mi mana mı, din mi ilim mi, ruh mu beden mi… İslam’ın tevhidi görüşünden uzaklaştıkça, bu ikilem gittikçe artıyor. Arttıkça, hayat gittikçe kararıyor. Işıktan, renkten, huzurdan, mutluluktan uzak, sıkıntı dolu, bunalım dolu, stres dolu bir yaşam tarzı egemen oluyor. Arkasından içki ile uyuşturucu ile teselli aramalar başlıyor.
Ne doğu, ne batı bu ağır yükün faturasını ödeyemiyor. Vaktiyle İshak Peygambere bunu haber vermişti “yol uzun, yük ağırdır. Bu yükle, bu yola katlanamazsınız. Yüklerden kurtulunuz…” Bana göre tek umut, Anadoludan yetişecek gerçek aydınlar. İşte onlar, Yunuslar’ın, Mevlanaların torunların bu ikilemden kurtulup; iyiliğin güzelliğin, doğrunun ışıklarını, o muhteşem tevhidin hayat veren tebessümünü getirecekler. İşte o zaman insanlar bedbinliklerinden, hıçkırıklarından, umutsuzluklarından kurtulup, “Herdem taze doğarız, bizden kim usanası, diyecekler, “Aşk gelecek cümle eksikler biter”, “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar” diyecekler, Yunus gibi şakıyarak, “Taze civan oldum ben…” diyeceklerdir.
Evet, kural hiç değişmez. “Işık gelince karanlık gider”. Dün öyle oldu. Bugün de, yarın da öyle olacak. Yunuslar, Mevlanalar, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayramlar, Eşrefoğlu Rumiler, Erzurumlu İbrahim Hakkılar dün Anadolu’yu aşkın, imanın, ışığın, rengin, güzelliğin Kal’ası yapmışlardı. Yine öyle olacak. Güzel insanlar, Anadolu’nun bağrından çıkacak gerçek kadınlar, ışıklarını mızrak mızrak bütün cihana yayacak, insan ikilemelerinden kurtulacak, tevhidin ışığı ile onları huzura, mutluluğa, sevgiyle, saygıyla, edebe, inceliğe, gerçek uygarlığa götüreceklerdir. O zaman insanlar “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” diyecekler, “Sevmek devam eden en güzel huyum” diyeceklerdir. O sevginin ışığı ile bütün Kainat aydınlanacak, bir bayram yerine dönecektir.
Sabri TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ
30 Haziran 1998 Salı