Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım’dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 6/16/2009 9:02:50 AM


 







Çok Sevgili Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,


Hayırlar, esenlikler, huzur ve mutluluklar dilekleriyle yeniden Merhaba...


Efendim, “Halimiz ve Çaremiz” başlıklı yazılarınızdan bir yenisini daha yepyeni hayırlara ve çarelere vesile olması dilekleriyle ekliyor, hepinize selamlar, sevgiler, saygılar sunuyorum...


İyi günler...


 


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


HALİMİZ VE ÇAREMİZ (4)


Bazen dünyayı bir insan bedeni gibi düşünürüm. Asya o vücudun kalbi, Avrupa beyni gibi gelir bana. Asya da, sevgi var, sıcaklık var, güzellik var. Ama yetmiyor. Avrupa’da metod var, sistemli çalışma var, bilimsel araştırmalar var. İyi güzel ama yetmiyor. Sonuç ortada. Gidin, gezin, görün. Tek başına ne doğu, ne batı, o sentezi kurup, ikilemden kurtulup, tevhidin ışığına gidemiyorlar. Gidemedikleri için de, bunalımlar bitmiyor. “Zulmetin ardında yine zulmet var”. İşte doğu ile batı arasında bir köprü gibi duran Anadolu toprağından çıkacak aydınlar, bu terkibi, bu sentezi yapacaklar.


“Ama şu içinde bulunduğumuz şartlar, olanlar bitenler...” diye başlamayın lütfen. Bir şey söylemek istiyorum. Kulak verin. Dinleyin ve düşünün. Gecenin en karanlık vakti, şafak sökmesine en yakın zamandır. Müjdeleri geliyor. O şafak sökecektir. O şafak bütün gözleri ve gönülleri aydınlatacaktır. Sade biz değil, bütün dünya o ışığı bekliyor. Yaşamak, bir anlamı varsa güzeldir. O anlamın kaybolduğu dönemlerde, insanlar taksit taksit ölmeyi seçiyorlarsa bütün kabahat onların mı? Necip Fazıl bir şiirinde,


“Sebep ne ölmektense bu hayatı tercihe”


der. Örneğin, uyuşturucu alanlar onun zararını, sonucunu bilmiyorlar mı? Biliyorlar efendim. Onlar taksit taksit ölümü seçiyorlar. Necip Fazıl bir şiirinde:


“Hayat mayat diyorlar


Benim gözüm mayatda


Hayatın eksiği var


Hayat eksik hayatta”


der. İşte o eksik olan doldurulmadıkça acıları, ıstıraplar bitmeyecek. Huzur ve mutluluk, çöldeki serap gibi, biz yaklaştıkça uzaklaşacak. İnsan gönlündeki o büyük boşluğu bir takım çocukça çarelerle, içkiyle, eğlenceyle, madde ile kapatmaya çalışmak, aldanışların en büyüğü değil mi? Kimi kandırıyoruz acaba?  Mevlana, Mesnevinin başında:


“Dinle neyden kim hikayet etmede


Ayrılıklardan şikayet etmede”


der. O ayrılık nedir? O, ayrılıkla gelen boşluk nedir? Nasıl doldurulur? İşte bütün mesele burada. O boşluk, para, mal, mülk, mevki, makam ihtirası ile doldurulmak istendikçe daha da büyümüyor mu? İnsan, susadıkça tuz yalarsa, susuzluğu daha da artmaz mı? Ne yazık ki bu gün bir çok insanın yaptığı bundan farksız. İnsanoğlu seccadesinde bulamadığı huzuru acaba nerede bulacağını sanıyor?


“Madem ki okşamaz, sevmez kimseler


Sen öp alnımdan, sen öp seccadem”


diyordu değerli şair. Yemeğin tadını getiren tuzdur. Ama tuz tadını kaybetmişse ne olacak. Anlamı, gayesi, ideali olmayan bir hayat ne ifade eder?


Sonu gelmeyen şikayetlerle asıl kötülüğü kendimize yaptığımızın farkında mıyız… Kimi kime şikayet ediyoruz?  “Yan ama tütme” sırrına vasıl olsak bu durumlar olur mu? Necip Fazıl,


“Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir”


demiyor mu? Bu dünya, darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. Gözü yerde olanın gönlü asumana çıkar.


Önemli olan elinde ne olduğu değil, elindekilerle neler yapabileceğindir. Asıl iş, bilmekte değil, bildiğini kendine ilave edebilmektedir. Kendi kendini kurtarmayanı hiç kimse kurtaramaz. Kendine yardım etmeyene, Allah da yardım etmez. “Kulum bana bir adım gelirse, ben ona on adım giderim,” buyurulur. Dikkat buyurun. Önce kul bir adım gidiyor.


Gerçeğin ortaya çıkması için iki kişiye ihtiyaç vardır. Biri söyleyen, diğeri anlayan. Kendini düzeltmeyen evladını nasıl düzeltebilir? Her gün evladımıza örnek olabiliyor muyuz? Kendi kusurlarımızı onlarda görünce niye hiddetleniyoruz ki… Arif olan, yumuşak huylu, berrak düşünceli olur. Küçük insanlar her zaman sinirli, asabi, hırçın olurlar. Küsmek için bahane ararlar. Giderek kendilerine, hayata küserler. Kendi gelişmelerine kendileri engel olurlar. Büyüklerimiz, “İnsanın kendine verdiği zararı kimse vermez” derlerdi. Hakikatı seyretmek isteyen insan, önce zihnini bir gölün durgun suyu gibi, sakin, sessiz bir hale getirmelidir. Bir Allah dostu, “Geliniz, bir anımızı imanlı geçirelim” diyor. Bu son derece önemli, insanı ürperten, uzun uzun düşünmeyi gerektiren bir sözdür.


İnancımız sadece dilimizde ise, kime ne faydası olur? Kimi kandırıyoruz? Aşk haline dönüşmedikçe, hayatın özü, şiirin ve varoluşun ta kendisi olmadıkça neye yarar? Aşksız geçen her an, telafisi mümkün olmayan bir kayıp değil midir? Allah ve Peygamber aşıkları her an bir güzelliği yaşarlar. Niye biz de onların yolundan gitmeyelim? Neden, Muhammedi bir aşkla, bitkileri, cemadatı kucaklamayalım? Elimizden tutan mı var?


Sabri TANDOĞAN


YENİ MESAJ GAZETESİ


1 Temmuz 1998 Çarşamba


 


 


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]