Efendim Hepinize Hayırlı Günler,
Bugün yine bir güzel zaman diliminde sizin hepimizi güzelliklere çağıran bir başka yazınızı sunuyor, iyi günler, iyi çalışmalar diliyorum.
Hoşçakalın...
Çiğdem Seçkin Gürel
Japon dilinde küçük, basit, önemsiz, sıradan alelade gibi kelimeler kullanılmıyor. Çünkü onlara göre her şey önemli, hem de son derece önemli. Konuşan bir insanı dinlemek bile hayati öneme hâiz. Dinlemek sanatı üzerine yazılan kitaplar, konuşma sanatı üzerinde yazılanlardan on misli daha fazla. Onlar bütün hayatı, son derece ince ilmiklerle hazırlanan bir halı gibi görüyorlar. Minicik bir ilmikteki aksaklık, zamanla bütün halıyı berbat eder, diyorlar. Hayatı son derece ciddi yaşıyorlar. Kültürü, yetişmeyi dikkatle özdeş görüyorlar. Görevinde ihmali olan, işini üstünkörü yapan insanı sevmiyorlar. Ona bir nevi Japonya’nın kalkınmasında, büyümesinde hainlik yapar gözüyle bakıyorlar.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Bilimsel incelemeler yapmak için Japonya’ya gidiyorlar. Bir otele yerleşiyorlar. Arkadaşım o günkü çalışmalarını bitirdikten sonra otele gidiyor. Resepsiyona yaklaşıyor. Odasının anahtarını alacak. Birden görevli memur, yerinden fırlıyor. Saygı ile selam veriyor. “Buyurun efendim” diyor. İsmiyle soyadıyla hitap ederek, anahtarı uzatıyor. Arkadaşım hayretler içerisindedir. Odasına çıkınca otel müdürüne telefon ediyor ve “Efendim” diyor, “siz resepsiyondaki görevliye fazla para mı veriyorsunuz? Ben kendi halinde bir öğretim üyesiyim. Politikacı değilim. Sanatçı değilim. Bana nasıl ismimle, soyadımla hitap ediyor?” Müdür cevap veriyor: “Efendim, fazla para vermek söz konusu değil. Herkes ne alıyorsa o da onu alıyor. Yalnız, biz Japonların bir özelliği vardır. Küçük yaştan itibaren çocuklarımıza şunu aşılarız: Hayatta ne yaparsan yap, hangi işi tutarsan tut, onu en güzel sen yapmalısın. Her görev kutsaldır. Yeter ki o, aşk ile, şevk ile, heyecan ile yapılsın. İnsan yaptığı işe kendi gönlünden, öz benliğinden bir şeyler katmalı. O arkadaşımız da herhalde düşünmüş, taşınmış, ben bu işi nasıl en iyi yapabilirim diye, öyle hareket etmiş”.
Japonlar, sanat, zenaat ayrımını kabul etmiyorlar. İnsanın gönlünü koyduğu her şey sanat eseridir, diyorlar. “İnsan hayatını o kadar ciddi, dikkatli, güzel yaşamalı ki, kendi hayatı bir sanat eseri olmalı” diyorlar. Lokantadaki bulaşıkları yıkayan bir kimse de, o işyerinin baş aşçısı da büyük rol sahibidir. Tabakları temiz yıkanmamış bir yerde yemek yemek herhalde büyük bir işkence olur. Bir gazete, fevkalade iyi niyetle, çalışanlarının olağanüstü gayretiyle çıkabilir. Ama ikide birde tashih hatasıyla karşılaşırsanız, işin tadı kaçar, güzelliği kalmaz. Hatta onu zamanında yetiştirebilmek için aç, susuz, uykusuz kalan güzelim insanların da emekleri boşa gitmiş olur. Her taş yerinde ağırdır. Gerçekten de hayatta, basit, küçük, önemsiz hiçbir şey yoktur. Her olay zincirleme birbirine bağlı, biri diğerine tohum oluyor. İçten içe oluşarak tohumlar meyvelerini veriyorlar. Her şey çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle birbirine bağlı. Onları göremiyor, sezemiyoruz, sonra da tesadüf deyip, işin içinden sıyrılıyoruz. Hayatta bir tek tesadüf var. O da sözlüklerdeki tesadüf kelimesi.
Sabri TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ, 1998