Sevgili Babacığım,
Nasılsınız, son görüşmemizden bu yana bazi izlenimlerimi kaleme not almaya çalışıyorum . Onlardan bir demeti de sizlerle paylasmak istedim.
İstanbul’un incileri olan Adalar eskilerden beri benim en çok huzur duyduğum, yaşamayı düşündüğüm , yurdumun en güzel köşelerinden biridir. Üniversitede de öğrenci iken hafta sonlarında eğer Bursa’ya ailemin yanına gitmeyeceksem illa ki Heyeliada’ya teyzemin yanına gitmek isterdim. Oksijen deposu mis gibi havası , cam ormanları, araç trafiği olmayan dar sokakları, eski ahşap konakları, geniş bahçeli köşkleri beni bir mıknatıs gibi kendine çekerdi. Hele İstanbul’un kalabalığı ve yoğun temposundan kopup sadece 40 dakika sonra ada iskelesine adım attığımızda kendimizi bambaşka bir dünyada hisseder ve oradan İstanbul’un muhteşem siluetini seyretmekten müthiş tad alırdık
İşte bu yaz yine bir kaçamak yapıp kızlarım , annem babam ve teyzemle birlikte adanın inanılmaz huzurlu bağrına sığındık. Teyzemin tadilat yapılmış üç katlı , cumbalı eski tarz ahşap evi, serin bahçesi, çatı katındaki terastan dolu dolu İstanbul manzarası bizi büyülü bir alemde misafir etti sanki.
Bu kez, bahçede bulunan Yasin çiçeğini hayatımda ilk kez gördüm. Belki bilenler vardır ama anlatmadan geçemeyeceğim. Yasin çiçeği ,söyle bir parmak kalınlığında bir çubuk şeklindeki sapın etrafında sayısız tomurcuklar veren bir çiçek. Ancak ilginç ve inanılmaz olan her akşam sadece akşam ezanı saatininde bütün taze tomurcuklar aynı anda 3 dakika içinde açıyor. Ezan okunurken açmaya başlıyor ve de ezan bitene kadar yeni çiçekler açmış oluyor. İnanılmaz güzel bir şekilde sarı tomurcuklar titreyerek döne döne açılıyor ve bir anda yeşil çubuk sap sarı çiçeklerle donanıyor. Acan çiçekler bütün gece açık duruyor ancak sabahın ilk ışıklarıyla beraber solmaya başlıyor. Akşam ezanı saatine kadar hepsi solup kapanıyor, yeni tomurcuklar yine akşam ezanıyla açıyorlar. Rabbımın bu güzel mucizesini her akşam yeniden yaşamak için pür dikkat hep Yasin çiçeğinin etrafına toplandık.
Adanın o güzel sokaklarında zakkum ağaçları ve mor begonviller arasında yürümek de insana inanılmaz huzur verir. Özellikle bayir yukarı yaptığımız zorlu yürüyüşler bizi ormanın içine ve muhteşem İstanbul manzarasına kavuşturur. Yine böyle bir yürüyüşte beyaz boyalı kocaman bir köşkün bahçesinden sarkan karadut ağacını görünce durup soluklandık. Dallardan sarkan karadutlar öyle güzel görünüyordu ki.... Köşkün bahçesinden bir bey bizim ilgimizi görünce hemen devreye girdi ağaçtan avuç avuç karadut toplayarak bize uzattı. Buyrun zaten biz bitiremiyoruz afiyet olsun diyerek bizleri uğurladı. Teşekkür ederek bayir yukarı merdivenlerden yolumuza devam ediyorduk ki Çok güzel restore edilmiş kocaman bir ahşap evin üst kattaki açık penceresinden dışarıya tasan inanımaz güzel bir piyano melodisi ile olduğumuz yerde kalakaldık. Öyle duygusal ve düzgün çalınan bir klasik müzik parçası idi ki gayri ihtiyarı evin önündeki banka oturduk, bu arada cisildemeye başlayan yağmur damlaları altında gözümüzün önünde alabildiğine uzanan İstanbulun muhteşem siluetini ve denizi seyre daldık. Müzik sona erdiğinde bile bir süre yerimizden kalkamadığımızı farkettik.
Yavaş yavaş yağmur altındaki yürüyüşümüze devam ederken ıslanmaya pek aldırmıyorduk ancak hızlanmaya başlayan yağmurla biz de adımlarımızı sıklaştırmak zorunda kaldık. Yolun üzerindeki bir evin çardağında oturup sohbet eden hanımlar bize gülümseyerek bakıp kahve içmeye davet ettiler , yağmur bitene kadar buyrun bari diyorlardı. Yürümeye davam etmek istediğimizi anlayınca içlerinden bir bayanın içeriye girerek bir şemsiye getirdiğini gördük. Bunu buyrun o zaman dedi hanım. Size hediyemiz olsun, hiç olmazsa ıslanmadan yürürsünüz. Hiç tanımadığımız bu hanımların tatlı ve güler yüzleri, bu davranışları bizleri masal aleminde olduğumuza daha bir inandırdı sanki.
Bu kez ada tatilimiz marti yavrularının yuvalarından uçurulma zamanına denk gelmiş meğer. Bütün evlerin çatılarında marti yavruları var , sabaha karşı anaları yavrularının yanına gelip onlara yiyecek getiriyor , sonrada çığlıklar atarak onları yuvalarından uçurmaya çalışıyor. Kanat çırpa çırpa sokaklara inebilen marti yavrularının tekrar çatılara kadar yükselebilmesi kolay olmuyor tabi. Sokaklar marti yavruları ile dolu. Bunu bilen ada halkı kaplar içinde kapılarının önlerine ve bahçelerine yavrular için su bırakıyor. Sokaklarda inanılmaz şekilde marti yavruları, kediler ve yavruları hatta köpek yavruları dostça birlikte yaşıyor hatta oyunlar oynuyor. Elimizde fotoğraf makinaları hem manzaranın, sokakların, çiçeklerin hemde marti yavruları ve kedilerin resimlerini çekiyoruz.
Bir akşam İstanbul’dan gelen kuzenler ve yeğenler ile birlikte çok neşeli bir akşam yemeğinden sonra geç saatte yürüyüş yapmak ve dondurma yemek için sahile inmiştik. Öyle hoş ve güzel bir sohbet vardı ki saatler şu gibi akıp geçiyordu. Sahilde kitap şeklinde yapılmış banklara oturduk. Bu bankların her birinin üzerinde ünlü şairlerimizin İstanbul , adalar yada deniz ile ilgili şiirleri yer alıyordu. Bir taraftan şiirleri okuyor , bir yandan muhabbete devam ediyor bir taraftan da dondurmalarımızı yiyorduk. Vakit de epeyce ilerlemiş insanlar yavaş yavaş evlerine çekilmişlerdi. Ortalıkta sokak köpekleri cirit atmaktaydı. Birden karşımızda epeyce büyük kızıl kahverengi bir köpek belirdi. Adeta gülerek bize bakıyordu. Yavaşça oturdu ve de arkasından uzanarak tam karşımıza yerleşti. Bir taraftanda adeta bizim sohbetimizi dinliyordu. Kuzenlerden biri “Elimdeki dondurmayı versem yer mı acaba “dedi. Sonra da dondurma kabını köpeğin önüne koydu. Köpek yavaşça basını kaldırıp baktı sonra yine sakince basını öne eğdi, pozisyonunu hiç bozmadı. Biraz bekledik dondurmayı yemediğini görünce bir yeğenimiz alayım da dondurmayı diğer sokak köpeklerine vereyim diyecek oldu. Ama o da ne!.... Bizim köpek bir ok hızıyla fırladı o sürekli havlayan sokak köpeklerinin önünden dondurmasını kaptı ve bir lokmada yutuverdi. Sanki o dondurma benimdi onu nasıl başkasına verirsiniz der gibiydi. Artık epeyce geç olduğunu ve sokakların sokak köpekleri tarafından adeta istila edildiğini görünce biraz da tedirgin olarak evin yolunu tuttuk. Fakat bir de baktık bizim kızıl tüylü dostumuz bizim peşimizi bırakmıyordu. Bir sağımızdan bir solumuzdan ilerliyor, adeta bizi olası tehlikelerden koruyor gibiydi. Etrafta dolaşan hiçbir köpek hatta hiç bir canlı onun iri yapısı ve keskin bakışlarıyla yanımızda duruşu karşında bize zarar vermeye cesaret edemezdi. Bizi eve kadar getirdi dostumuz. Kapıdan içeri tek tek girişimizi bekledi sonra da kapının önüne kıvrılıp yattı. Gidip mutfakta ona verebilecek birşeyler aradık, gündüz çayla yemek için yaptığımız kurabiyelerden bulduk. Kapıyı açıp yavaşça önüne koyduk, yine gülerek bize bakıp kuyruk salladı sonra da patilerinden birini kurabiyelerin üzerine koyarak olduğu yere yattı. Sabaha kadar ara ara camdan baktığımızda orda yatttiğini gördük. Ancak gün ışıdıktan sonra kahvaltıya uyandığımızda gitmişti... O vazifesini yapmış ve bize verdiğimiz dondurmayı hakettiğini göstermiş , eve kadar eşlik edip korumuş , kapımızda sabaha kadar bekçilik yapmıştı. Daha sonraki günlerde de sokaklarda yürürken rastladığımda hep selamlastik. Her bizi gördüğünde kuyruğunu sallayıp kocaman ağzı ile gülüyordu.
Ada da ki günlerimiz sona erip de Bursa’ya donduğumuz gün de bizi ilginç bir olay bekliyordu. Kartal’dan aktarmalı olarak Yalova’ya gelecektik. Motor ve denizotobüsü saatlerini tarifeye bakarak ayarladık. Ancak sahile indiğimizde denizin epey dalgalı olduğunu gördük. Bu nedenle geç kalkan deniz motoru Büyükada iskelesinde de gelen yolcuları beklediği için daha da gecikmişti. Daha sonra da denizdeki dalgalar yüzünden hız kesmek zorunda kalınca Kartal iskelesine yaklaştığımızda binmeyi planladığımız Yalova deniz otobüsünün hareket ettiğini gördük. Ucu ucuna iki dakika ile kacirmistik. Bir sonraki deniz otobüsü iki saat sonra idi. Ancak demek ki böylesi hayırlı imiş deyip tevekkül etmek en doğru olandı. Bir çay bahçesine oturup beklemeye karar verdik. Az sonra iskeleye bir deniz otobüsü yanaştığını görünce merak edip bakmaya gittiğimizde az önce kaçırdığımız denizotobüsü olduğunu şaşkınlık içinde gördük. Sorduğumuzda bir yolcunun rahatsızlandığını öğrendik. Kalp ile ilgili bir problem yaşayan yolcu için ambülans çağrılmıştı. Bu arada görevlilerden rica edince bizi deniz otobüsüne aldılar. Böylece kaçırdığımızı sandığımız araca binerek evimizin yolunu tuttuk. Hayatta hiç bir şeyin garanti olmadığını, her an yeni bir yaradılışta olduğumuzu, Rabbımızın hikmetinden sual olunamayacağını, mucizelere her an hazır olmamız gerektiğini, tevekkülün en büyük yardımcı olduğunu bir kez daha yasayarak anladık.
O mubarek ellerinizden opuyorum. Size ve butun gonul dostlarima sonsuz sevgiler . Rabbime emanet olun.
Ozden