İnsan Kazanmak (4)
Türk toplumu bugün zihnî ve ruhî bir boşluk içinde. Bize bir şey gösterilmedi. Hiç bir güzel şey tattırılmadı, kafamızda, kalbimizde bir aşk, bir heyecan, bir estetik duyarlık uyandırılmadı. Biz, Yunus gibi, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyemedik. Bomboş yaşıyoruz. Hayatımız mutfak, tuvalet, yatak odası ücgeni içine sıkıştırıldı. Ne istediğimiz belli, ne olmak istediğimiz kişilik. Günlük zavallı tesellilerle avunuyoruz. Necip Fazıl “Sebep ne ölmektense, bu hayatı tercihe” diyor. Bir şiirinde ise şöyle sesleniyor:
“Bıçak soksan gölgeme
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme
Başsız başsız adamlar…”
Evet realite bu ama, önemli olan, karanlıklara küfretmek değil, minicik de olsa bir umut ışığı, bir mum ışığı yakabilmektir. Çevrede güneş yok diye feryat edeceğimize, biz kendimiz güneş olup, kendimizi de, çevremizi de aydınlatma yoluna neden gitmiyoruz? Neden her şeyi başkalarından bekliyoruz? Unutmayalım ki, manevî, derunî yaşayışı olmayan insanlar, ister istemez, çevrenin kölesi olmaya mahkumdurlar. İstatistik yapmışlar, mahkumların yüzde doksanı büyüme çağındayken babalarından, “Seni, büyüyünce hapse atacaklar” sözünü duymuşlar ve bir gün söylenen söz vücut bulmuştur. Atalar sözü ne kadar anlamlıdır, “Hayır söyle işine, hayır gelsin başına…” Başarının şartı insanları anlamaktan, onlarla sevgi, saygı ve ilgiye, hoşgörüye dayanan uygarca bir diyalog kurmaktan geçer. İnsanları anlama becerisi, insanın sahip olabileceği en güzel meziyettir. Hepimiz aynı gökyüzü altında yaşıyoruz ama aynı paralelde değiliz.
Anlam sözcüklerde değil, insanlardadır. İyi bir dinleyici olmak için, hiçbir zaman vakit geç değildir. İletişim temeli iyi dinlemektir. Mesnevi “Dinle” diye başlıyor. Kur’an-ı Kerim “Oku” diye… Konuş diye başlayan kitap görmedim. İnsanları kazanmanın ilk şartı, onları edeple, saygıyla dinlemektir. Yunus, “Hepisinden iyisi, bir gönüle girmektir” der.
SABRİ TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ