Değerli Üstâdım Sabri Bey ve Çok Sevgili Dost Okurlar,
Bir "şey" meslek olunca, "meslek erbabı" onu geliştirmek için elinden geleni yapıyor.. O "şey"in yanlış olduğu, "meslek" olamayacağı herkes tarafından bilinmesine rağmen..
Meselâ, hırsızlığı meslek edinenler boş durmuyorlar ve "sanatlarını" (!) geliştirmek için kafa yoruyorlar.. Dilenciler de öyle..
Bin türlü kılığa girebiliyorlar ve bin türlü "orta oyunu"(!) sergiliyorlar..
Daha bir saat önce, kuytu sayılabilecek bir kavşakta-kırmızı ışıkta beklerken, iki hanım
"oyuncunun"(!) sahnesine tanık oldum..
Biri kaldırımda bekliyordu ve hamileydi..!? Elleri karnının üstündeydi ve yüzünde sancı alâmeti vardı..?!
Diğer hanım "oyuncu" duran araçların sürücüleri ile göz teması kuruyor ve arkada bekleyen hamile(?) kadını işaret ederek bir şeyler söylüyordu.. Önümde duran araç sürücüsüne neler söylediklerini duyamadım.. Ancak, ilgi göremediler ki bana doğru yöneldiler..
Önce, açık olan pencereyi kapattım ve sonra penceremi tıklatarak bir şeyler söylemeye çalışan "oyuncuya" Tarkanvârî bir bakış attım: "Beğenmedim oyununu!"
Bu "oyun" gerçekten çok iğrenç ve en ilkel haliyle mendil açmak çok daha mâsum!!
Daha dün, medyaya görüntülü olarak düşen bir haberde şu vardı..
"İnsanların duygularını sömüren dilencilerden S. M.'nin TEM otoyolunda uyguladığı yöntem görenleri hayrete düşürüyor. Sırtındaki çuvalla yolda yürüyen S. M. bayılma numarası yaparak kendini bir anda yola bırakıyor.......... Dilenciye yardım için duran araçların arasında bir itfaiye aracı da dikkatlerden kaçmıyor."
Ahh, ah!! Çöl hırsızları... Birçok yerde hikâye edildiği gibi düpedüz "çöl hırsızlığı"....
Yazar A. Turan Alkan, gazetedeki köşesinde şöyle hikâye etmiş...
"Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan, eşi-menendi az bulunur bir atı varmış.
Günün birinde kabile reisi, bu pek sevgili atına atlayarak tek başına çöle gezmeye çıkmış. Hayli zaman at koşturduktan sonra dönmek üzere iken uzaklarda bir kımıltı dikkatini çekmiş. Bir insan, yerde yatıyor. Belli ki çok hasta veya ölmek üzere. Yardıma muhtaç.
Hemen oraya yaklaşıp atından inerek yerdeki adama yardıma gitmiş. Hâlâ nefes aldığını görünce sevinip atının terkisinden su kırbası almak üzere iken, yerdeki mecâlsiz ve hasta adamı, o herkesten kıskandığı değerli atın üzerinde görünce şaşırıvermiş. Adam atı topuklayıp erişilemeyecek kadar uzaklaştıktan sonra dönüp, alay edercesine bakmış atın sahibine,
Fakat bir gariplik var; atın sahibi ardından koşarak bağırıp çağırmıyor; sadece durduğu yerde ağlıyor.
- Ne oldu diye seslenmiş hırsız, "Zoruna gitti de ondan ağlıyorsun değil mi? Sen ki bu atı kendi gözünden, evlâdından bile kıskanırdın ama bak, aklım ve çevikliğim sâyesinde şimdi benim oldu atın; ne kadar ağlasan yeridir!"
Atın sahibi gözyaşlarını silmiş; demiş ki, "Hayır ey hırsız, atımı çok severdim, doğrudur; senin onu benden çalman elbette gücüme gitti, fakat onun için ağlamıyorum."
- Yaa, niçin ağlıyorsun öyleyse, kadınlar gibi?
- Şunun için: Bu haber yarın etrafta duyulduğunda, senin nasıl bir hile ile atımı elimden kapıp çaldığın dilden dile gezdiğinde bundan sonra çölde hiç kimse, ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!"
Ref: http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=735482
Maalesef, üzülsek de anlatmaya-paylaşmaya mecbur kalıyoruz..
İşte, "ortaoyunu"!!
http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=203404&page=2 (Video)
Kurân'ımız bize SÂİL'den ve MAHRUM'dan haber veriyor.. Elbette, mesleği dilencilik olanlardan değil bu haber!!
Gerçekten muhtaç olup isteyenler ile (Sâil), muhtaç olmasına rağmen istemekten sakınanlar (Mahrum) elbette hepimizin sorumluluk alanında..
Cenâbı Allah, gerçek ihtiyaç sahiplerini bu "oyuncuların" şerrinden korusun!!
En kalbi selam ve saygılarla,
Kardan Adam