Çok Değerli Büyüğümüz ve Sevgili Gönül Dostları,
İçinde bulunduğumuz manevi atmosferin yepyeni hayırlara vesile olması duasıyla sayın büyüğümüzden yine çok anlamlı bir köşe yazısı dizisini sizlerle paylaşıyor, gönülden selamlar, saygılar ve sevgiler sunuyorum...
Çiğdem Seçkin Gürel
Dua, ibadetin özüdür. Allah ile kul arasındaki ilişkiler, dua ile gerçekleşir. Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Hiçbir halde ve şekilde O’nun rahmetinden ümit kesilmemesi gerekir. O’nun merhamet kapısının her iki kanadı da isteyene açıktır. Ayetle sabittir.
Zerre kadar inancı olan bir insandan peygamberlere kadar hiçbir insan, Allah’a sığınıp O’na dua etmekten kendini uzak görmemiştir. İman gönülleri parlatır, gökleri ve yeri aydınlatır. Cenab-ı Hak, “Dua edin. Dua edin ki icabet edeyim” buyuruyor. Dua ilâhi bir davete icabettir.
“Yolunu şaşırmışlardan başka kim, Rabbinin rahmetinden ümidini keser? (Hicr, 56). Korkarak ve ümit ederek O’na dua ediniz. Hiç şüphe yok ki Allah’ın rahmeti içtenlikle dua edenlere yakındır. Gerçekten inananlar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmezler. “Sizden kim bilmeyerek bir kötülük işler de sonra ardından tövbe eder, kendini düzeltirse, Allah ona rahmet eder. Şüphe yok ki, o bağışlayan, merhamet edendir.” (En-am, 51).
Okuyan insan, dua eden insana benzer. Okumak kelimesinin aynı zamanda dua etmek anlamına gelmesinde bizi düşündüren nice incelikler vardır. İnsan sıkıldıkça inandığı, güvendiği bir dostuna içini açmak ihtiyacını hisseder. Sıkıntıları gizlemek hastalığı çoğaltır. Yunus, “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” der.
Cenab-ı Hak, “Kulum bana dua edince, Ben ona karşılık veririm. O halde onlar da davetime uysunlar.” buyurur. Dua, müminin silahıdır. Dinin direğidir. Göklerin ve yerin nurudur. Duanın gelmiş ve henüz gelmemiş belaya karşı yararı vardır. “Ben dua etmem. Gelecek olan gelir.” deme. Bunlar boş sözlerdir. Bel kemiğinden konuşan insanların saçmalarıdır. Daima dua et. Dua etmek bir vazifedir, Anadolu insanı sevdiği, saydığı insanlar için “ağzı dualı” tabirini kullanır. Düşünen insanlar için, nice incelikler vardır.
Duanın kelime manası, çağırmak demektir. Dua ibadetin ruhudur. İnsan daha dua ederken ruh huzuru başlar. İnanmayan tecrübe edebilir. Dua ile beraber, gönül kapıları da açılmaya başlar. Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşurlar.
Cennete ilk çağrılacak olanlar, hem darlık, hem genişlik zamanlarında Allahla beraber olanlar, O’na hamd edenlerdir. Amellerin en faziletlisi, az da olsa, devamlı olanıdır. Nasıl tek kanatla kuş uçamazsa, yanlız dünya veya yanlız ahiret işleriyle meşgul olan kimse mutlu ve huzurlu olamaz. Marifet her ikisi arasında sağlam bir denge kurmaktır.
Pâdişahlardan birisi çok üzgündür. Ruslarla yapılan harp kaybedilmiştir. Günlerce ağzını bıçak açmaz, yemez, içmez, uyumaz. Zamanın Şeyh-ül İslâmı teselliye gider. “Pâdişahım,” der, “niye üzülüyorsun? Gayet tabii böyle olacaktı. Dünya kâfirin, âhiret Müslümanın. Dünya hayatında hâliyle onların yüzü gülecek. Onlar üstün gelecek.”… İslâma bu kadar yabancı bir düşünce az bulunur. Sözümona Şeyh-ül İslâm, nasıl da Peygamberimizin hadisini unutuyor. Kâinatın Efendisi, “Dünya ahiretin tarlasıdır. Ne ekerseniz onu biçersiniz” buyurmadı mı? Yüce Allah, bu dünyadaki nice nimetleri, güzellikleri yalnız kafirler için mi yarattı? Bu ne kadar yanlış, sakat bir düşünce. Hayatı neden dünya, âhiret diye ayırıyor, tevhitten uzaklaşıyoruz! Önemli olan her an, Allah’la beraber olup, O’nun rızasını kazanmaya çalışmak değil mi? Dünyası rezil olanın, ahiretinin güzel olması mümkün mü? Zakkum eken gül biçer mi?
SABRİ TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ
9 Nisan 1998, Perşembe