Bütün olağanüstü imkânlarına rağmen yüzü bir türlü gülmeyen çağımızın Nemrut’ları, firavunları… Onlar çok şey biliyorlar ama bir şeyi unutuyorlar. “İnsanoğlu ancak Allah’ı andığı zaman huzur ve sükûna kavuşur. Onunla beraber olunca mesut ve bahtiyar olur. Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şiirinde “Çocuğum, dua et geceleri, insan uzaklaşabilir Allah’dan” der. Evet, insan Allah’tan uzaklaştığı nisbette huzursuzluğun çeken, sürükleyen girdabına kapılıyor. Huzurlu olmak için huzurda olmak gerekiyor. Ancak o zaman insan mutluluğu tadıyor. Güzellikler âleminde yaşıyor.
Mevlânâ, Mesnevi’de, “Lezzet dışardan gelmez. İçten gelir. Bunu böyle bil. Köşkleri, kaleleri aramayı ahmaklık say.” der. Akıllı insan, her gün, her saat, Allah’a yaklaşmak için vesile arar. Yunus, “Göz odur ki Hakk’ı göre.” der. Yaşamanın hüneri her yeni günün güzelliğini bulmaktır. Bugün ekilen tohumlar, yarının çiçekleridir. Her güzellik, Hakk’ın gözle görülen bir aynasıdır. Önemli olan, izafi güzellikten, mutlak güzelliğe giden yolu bulmaktır. Hayat, yaşamak, varolmak aslında sandığımızdan daha girift bir mekanizmadır. Hiçbir şey, hiçbir kimse boş ve anlamsız değildir. Her zerrenin bir yaratılış hikmeti vardır. Önemli olan, her zaman, her yerde, herkese karşı edepli olabilmektir. Onun için de, bilinçaltımızı her vesile ile, imkân nispetinde edep, saygı, sevgi, şefkat, merhamet, zarafet ve incelikle, yardım ve hizmet duygusu ile doldurmak gerekiyor. Yunus, “Tehi görme kimesneyi, hiç kimesne tehi değil.” diyor. Evet her insan, insan yaratıldığı için, Allah’ın kulu olduğu için sevgiye, saygıya lâyıktır. Hayatta kötü insan yoktur. Çeşitli nedenlerle içindeki iyilik, güzellik, asalet duyguları örtülü kalmış, gün ışığına çıkamamış, tezahür edememiş insan vardır. Bizim görevimiz, bunları küçük, hakir görmek değil, imkânlarımız nispetinde el uzatarak, yardımcı olarak, onlardaki bu hasletleri uyandırıp, gün ışığına çıkarmaya, filizlendirmeye çalışmak olmalıdır. Yunus’un “Yaradılanı hoşgör, Yaradandan ötürü” sözünde büyük bir gerçeklik vardır. Yunus’un en önemli sözlerinden biridir. Hayatta ideal, mükemmel, kusursuz, hatasız bir insan yoktur. Hiç birimiz, “Ben hiç noksanı olmayan, ideal bir insanım.” diyemez. Ama bir kısım insanlar, bunun bilincinde olup, her gün, her saat, daha iyiye, daha güzele gitmenin çabası içindeler. Hani karıncaya sormuşlar, “Nereye gidiyorsun?” diye. “Kâbe’ye.” demiş karınca. “Hiç bu ayakla, bu bedenle Kâbe’ye gidilebilir mi, boşuna emek harcıyorsun?” Karınca “Hayır,” demiş. “Ben de biliyorum ulaşamayacağımı ama ölürken o yolda olmak istiyorum demiş.
Gülün yetiştiği ortama bakalım, ne görürüz? Çamur, gübre, kireçli su. Ama o ortamdan, rengiyle, kokusuyla, gözleri ve gönülleri kamaştıran, erişilmez güzellikte bir gül çıkıyor… Çevrelerinden hep şikâyet eden insanlara gül örneğini veririm. Gül gibi olmak, bütün insanlara karşı faydalı, bütün insanlara karşı sevgi, saygı dolu… Sabun yerine kil kullanılan bir dönemde bir adam kille yıkanırken etrafa mis gibi bir gül kokusu yayılmaya başlar. Adam hayret içindedir. Kile sorar: “Sen bir topraksın. Nasıl oluyor da böyle gül gibi kokuyorsun?” Kil cevap verir, “Evet,” der. “Benim aslım toprak. Ama üç gün gül ile arkadaşlık yaptım da... Güzelliğim, kokum oradan geliyor.”
Bir gül gibi, kalplerini kafalarını arıtarak, temizleyerek, yaptıkları hayırlarla, iyiliklerle, gösterdikleri edep ve incelik örnekleri ile çevrelerine örnek ve rehber olabilenlere ne mutlu…
SABRİ TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ, 1998