Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,
Hayırlı günler dileğiyle hepinize yeniden Merhaba...
Efendim, sizin her anı ihtimamla, hakkı verilerek, dolu dolu yaşanmış örnek hayatınızdan kesitler sunabilmek üzere doyumsuz güzellikteki sohbetlerinizden bazı notları inşallah Ramazan ayının bu rahmet dolu günlerinde paylaşmaya niyet ettik.
Sonsuz hayırlara ve yepyeni güzelliklere vesile olması dileğiyle hepinize gönülden selamlar, sevgiler, saygılar...
Müsaadenizle...
Çiğdem Seçkin Gürel
SAYIN SABRİ TANDOĞAN’LA SOHBETLERDEN NOTLAR (1)
(Sayın Büyüğümüz Sabri Tandoğan ve gönül dostları ile dışarıda bir yemek sonrası )
Sabri Tandoğan:
-Hayat bir komposizyondur, bir bütündür. Mesela bu aşureyi yapan kimse ruhu kirli bir kimseymiş. Böyle bir aşureyi ancak ruhu karmakarışık bir insan pişirebilir.
- Niçin efendim?
- Çünkü ben bu yaşıma geldim böyle bir aşure görmedim. Bu aşureye aksetmiş bunu pişiren adamın ruh kirliliği. Her şey birbiriyle ilintilidir. Mesela güzel yemek yapamayan, bunun aşkını içinde duymayan bir kadın hayatına genel olarak da bir şeyler katamayan kadındır. O, estetik kıyafetler giyemez, evine güzel bir mobilya seçemez, hayat boyu bir aşkı yaşayamaz, mutlu bir yuva kuramaz, evlense bir hafta içinde adamı kendisinden soğutur. Böyle bir kadın ne bir baloda nasıl davranacağını bilebilir, ne bir toplulukta nasıl konuşacağını, ne de kadın-erkek münasebetlerinde başarılı olabilir. Bunların hepsi birbiriyle ilintilidir. (Sabri Baba gülüyor ve ekliyor: “Bazı hanımlar da ‘özgürlüğü tattım’ diyorlar. Nasıl bir şeyse, elli gram biz de tatsak...” )
Mehmet Kaplan bir gün fakültede Ahmet Hamdi Tanpınar’la karşılaşır, Tanpınar sorar: “Nerden geliyorsun?” O da “Halide Edip Adıvar’ın ‘Shakespeare’ konulu dersinden çıktım, çok beğendim.” deyince Tanpınar: “Ama, Halide Edip, Shakespeare’i rüyasında görmez ki.” der. Bir işi güzel yapmak için gece gündüz o aşk içinde olmak lazım. Bir şeyi güzel yapmak için mânâ yolunda bir adım atmış olmak lazım. Bu ne büyük bir olaydır. Bugün kimse Yunus’u benim kadar anlayamadı. Çünkü hiç kimse ona benim kadar aşkla gitmedi.
- Efendim, Rana Hanım’a da herhalde böyle büyük bir aşkla gitmiş olacaksınız ki, ondaki edebi, inceliği, güzelliği siz farketmişsiniz. Ama bu galiba karşı taraf için de böyle olmuş. Rana Anne ile sağlığında tanışmış, elini öpüp sohbetler etmiş değerli bir gönül dostu anlatmıştı, kendisine sormuş: “Sabri Bey, sizi Danıştay’da her gün belli etmeden gözler, size notlar verirmiş. Peki siz de onu inceler miydiniz?” diye. Rana Hanım, çok ince bir üslupla cevaplamış: “Ben de ordaki bütün hanımlar gibi Sabri Bey’i izliyordum.” demiş.
- Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun inşallah. Ne güzel bir insandı o. İnsan mıydı yoksa bir melek mi, hâlâ anlayabilmiş değilim.
-Efendim, sizin meşhur bir mukavele hikayeniz var. Evlendiğiniz gün Rana Hanım’a, daha evinizin kapısına henüz gelmişken teklif ettiğiniz: “Bu evde şu andan itibaren ne senin dediğin ne benim dediğim olacak, yanlız ve yanlız Allah’ın ve Peygamberin dediği olacak, kabul eder misin?” mealinde bir mukavele. Neden bu mukaveleyi daha kapının önündeyken yapma lüzumu duydunuz?
-Yavrum, bir yuva kurulurken nefsaniyet evin eşiğinde kalmalı, içeriye girmemeli. O nedenle Rana Hanım’la o mukaveleyi eve girmeden önce yapmak istedim. Çünkü ben çok iyi biliyordum ki bir şey nasıl başlarsa öyle devam eder. Bu şekilde başladık biz Rana ile.
- Efendim, herkese örnek olan evliliğinizde kırk dört yılın sonunda bile en az ilk günkü kadar mutlu olmuşsunuz. Peki evliliğinizi her gün daha iyiye götürmek için ne yaptınız da böyle oldu? Bu zamanda çoğu evliliklerde tersi oluyor çünkü, zamanla birçok şey güzelliğini kaybediyor.
- Yavrum, ben her gün evliliğimi nasıl daha iyiye götürebilirim diye kendi kendime sorardım. Acaba Rana’yı mutlu etmek için o günkü imkanlarım ile (sevgim, ilgim, maddi imkanlarım) neler yapabilirim diye düşünürdüm hep.
- Peki, Rana Hanım’ın da böyle düşündüğünü söyleyebilir miyiz?
- Herhalde. Çünkü hayatta tek taraflı hiçbir şey yoktur. Her güzel şey, çift taraflıdır. Mesela Resullullah Efendimiz defalarca Ebu Cehil’e gitti onu İslam’ın güzelliklerine davet etti ama sonuç alamadı. Cenab-ı Hak bile “Kulum bana bir adım gelirse Ben ona on adım giderim” buyuruyor. Mutlaka her şey karşılıklı olacak.
- Değerli gönül dostu Fatmagül Hanım anlatmıştı, siz evinizin içinde birbirinize çok tatlı, şiir gibi bir üslupla seslenmişsiniz hep.
-Evet yavrum.
-Evlendiğiniz zaman siz 28 yaşındaymışsınız, Rana Hanım 36 yaşında. Ailenize evlenme fikrinizi açtığınızda herhangi bir tepki gösterdiler mi aranızdaki yaş farkı nedeniyle?
-Hayır!
-Peki, farz-ı muhal, gösterselerdi ne yapardınız?
-O zaman da hiçbir şey değişmezdi. Ben bir kere Rana’yı sevmiş, ona inanmış, güvenmiştim.
- Rana Hanım’a hem eş, hem de yaşça küçük olmanıza rağmen mürşid oldunuz değil mi? Rana Hanım’ın “Günlüğümden” adlı eserinden böyle anlıyoruz.
- Herhalde yavrum.
-Efendim, gelin kaynana ihtilafından hep bahsedilir. Sizce bunun altında yatan sebep nedir?
- Gelin kaynana kavgalarını yıllarca inceledim. Sebep; gelin de, kaynana da adam yerine konmak istiyor. Olmayınca da sorunlar başlıyor.
- Peki, Rana Hanım ile anneniz nasıl anlaşırlardı?
- Fevkalede iyi anlaşırlardı. Annem 1969-1981 yılları arasında bizimle oturdu. Bir tek gün bile Rana Hanım ile münakaşaları olmadı. İki taraf da haddini bildi. Annemle babaannemin ilişkisi de tarihte eşi görülmeyecek kadar muhteşemdi. Babaannem, hangi durumda olursa olsun, elleri hamurda da olsa annemin işten geldiğini duyunca hemen yerinden ayağa kalkar, “Hoş geldin Sebihanım.” derdi. Annem de onun ellerinden öper, “Anneciğim, niçin rahatsız oluyorsunuz, ben sizin kızınız değil miyim?" derdi. Babannem de “Ben gelinime ayağa kalkmayacağım da başka kime kalkacağım? “diye cevap verirdi. Sonraları annem de Rana geldiğinde ayağa kalkardı.
- Olmazdı ama farzedelim ki Rana Hanım, annenizle beraber oturmak istemeseydi, ne yapardınız?
- Valla, her şey o anda biterdi. Annem romatizmalıydı. Kalkıp soba yakabilecek durumda değildi. Bu işleri hep babam yapıyordu. O nedenle babam vefat edince ben annemi yalnız bırakamazdım. O orada üşürken ben evde rahat oturamazdım. Ayrıca, annem öyle muhteşem bir insandı ki onu hiçbir şeye değişmezdim. Ama bu anneden anneye değişir. Bazı arkadaşlarımın anneleri vardı kaprisli, hırçın, ille benim dediğim olacak diyen. O zaman kendine bakabilecek durumda ise durum farklı olabilir. İlle benim dediğim olacak diyen firavun gibi bir insanla benim kim olursa olsun anlaşmam mümkün değil.
- Rana Hanım güzel meziyetlerini kimden almıştı?
- Onun bir öğretmeni varmış ortaokulda. Hep onun gibi olmak istemiş, onun davranışlarına dikkat etmiş ve hayatında uygulamış.
-İnsan genç veya yaşlı her konuda hep daha iyiye gitmek için bir arayış içinde olmalı değil mi?
-Evet yavrum, biz her zaman bir güzellik avcısı olmaya çalışacağız. Ne yapıyorsak onu en iyi yapmaya çalışacağız. Giyinirken en zevkli giyinmeye çalışmak, yemek yiyorsak en güzel yemeye çalışmak, kitap okuyorsak her cümlesinden ayrı bir zevk almaya çalışmak... Her alanda ama her alanda bunu uygulamak. Mesela daha güzel, daha etkili konuşmaya, daha güzel yürümeye, telefonda daha güzel hitabedebilmeye çalışmak...
- Efendim bütün bunlar için kendimizde dikkat unsurunu nasıl geliştireceğiz?
- Önce mesela bir bardak çayı içmekle başlayacağız. Ona öyle konsantre olacağız ki. Diyebilirsiniz ki dünyada yedi milyar insan çay içiyor. Hayır içmiyor. Onların çoğu sadece çay içtiğini sanıyor. Önce, içtiğimiz her yudumun tadını almayı bir güzel sanat haline getireceğiz ve hepsinden ayrı ayrı lezzetler alacağız. Sonra bunu adım adım her alana uygulayacağız.
Mesela sokakta yürüyorsun, etraftaki her eşyayı algılamaya çalışabilirsin. Mesela bir mağazanın vitrin yazısı çok güzel onu, dahi gözden uzak tutmayacaksın. Hep güzellikleri içine sindirmeye çalışacaksın. Mesela bir kuşun kanat çırpmasını... Yani bir güzellik avcısı olacaksın.
- Efendim, siz gerek yalnız gerekse Rana Hanım’la birlikte bir çok ülkeyi gezmişsiniz. Seyahatin sizin hayatınızda hep yeri olmuş. Peki seyahat etmeyi niçin bu kadar önemsediniz?
- Ortaokul, lise hayatımızda bize hep “Batı, Batı” dendi. “Batı insanı şöyle, Batı insanı böyle” dendi. Acaba ne derece doğru idi? Ben de gidip yerinde görmek istedim. Her yeri adım adım gezdim.
- Peki yurtdışı seyahatlerini herkese tavsiye eder misiniz?
- Hayır. Yurtdışına gidecek insanın belli bir kültür seviyesinde olması lazım. Oralarda gördüklerini layıkıyla değerlendirebilecek potansiyelde olması lazım. Yoksa oralardaki cicili bicili görüntülere takılı kalır. Bazı sosyete hanımları gibi çarşı pazar dolaşmak, inciye boncuğa bakmak, Batıyı görmek ve tanımak değildir.
- Efendim her şeye karşı bu tecessüs duygusuna nasıl ulaştınız, sizi yönlendirdi mi birisi çocuk yaşlarınızdan itibaren?
- (Sabri Baba, işaret parmağıyla yukarıyı işaret ediyor) Bu öyle teşvikle filan olacak iş değil yavrum. Bu Allah vergisi bir şey.
- Efendim, anı yaşamak da çok önemli değil mi?
- Ahmet Hamdi Tanpınar; “Ve bir an yaşıyorum bütün bir ömre bedel.” diyor. Anlarımızı bir bir güzelleştirerek bunu bütün hayatımıza yaymalıyız.
Hayat bizim için her gün, her an yeniden başlamalı. Dünü unutacağız. Ne diyor Gülten Akın:
“Bu hava yanlız bu akşam üstünündür.”
“Bir dost elinizi aynı sıcaklıkla bir daha tutmayacak.”
“Mümkün mü, mümkün mü bir daha, bitti, kaybettiniz.”
Hayatta hiçbir şeye takılıp kalmak doğru değildir. “Ben yepyeni güzellikler yaşamak istiyorum, görüş ufkumu genişletmek istiyorum, benim geçmişle hesaplaşacak zamanım yok.” demelidir. Her doğan gün bir şanstır. Daha iyiye, daha güzele, mükemmele gitmek için bir şans. Anı yaşamak çok ince bir nokta. İbn-ül vakt olabilmek çok önemli.
Çayname diye bir kitap okumuştum. Japonların çok özel çay salonları oluyor. Herkes buraları açamıyor. Orada çay içmeye gitmeden önce duş alıyorlar, pastel renkli elbiseler giyiyorlar, kimseyle konuşmadan oraya varıyorlar. Çayhanenin kapısı çok alçak, oradan eğilerek giriyorlar ve bulunan ilk boş yere oturuyorlar. Çaylarından aldıkları her yudumun hakkını vermeye çalışıyorlar. Çayı demlemek için de acaba odun ateşinde mi yoksa başka bir ateşte mi güzel çay pişer, odun ateşinde pişerse hangi odunla daha lezzetli olur... diye defalarca deneyler yapıyorlar.
Mesela bir kadının yüzüne bir an bakabilmek de bir sanattır. O bakışla, onun ruhunun derinliklerine inebilmek bir sanattır. Diyeceksiniz ki kamufle eder, saklar. Bakmasını bilen için saklayamaz. Yüzdeki her bir uzuv ayrı ayrı önemli. Yanaklar, kaşlar, gözler, dudaklar.. hepsi birlikte bakıldığında çok şey anlatır.
(...devam edecek)