Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Büyüğümüz Sabri Tandoğan'la Sohbetlerden Notlar (4/4)
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 9/19/2009 7:52:07 PM



 




Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,


Şükürler olsun bir Ramazan ayını daha bu site çatısı altında birçok güzellikleri paylaşarak tamamlamak nasiboldu. Bundan sonra da siz çok değerli büyüğümüzün rehberliğinde sağlık ve huzur içinde rahmet ve esenliklerle dolu nice Ramazan aylarına kavuşmak ve layıkıyla değerlendirebilmek duasıyla hepinizin Ramazan Bayramını kutluyorum.


 


Bu arada sayın büyüğümüzün sohbet notlarının kalan bölümünü de ekliyoruz. Belgenin tamamına da sevgili gönül dostları sitemizden erişebilirler…


 


www.gonulsohbetleri.net/sizden_gelenler/SAYIN-SABRI-TANDOGANLA-SOHBETLER.doc


 


Hayırlı günler dileğiyle hoşçakalın…


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA SOHBETLER (4)


 


 


- Herhangi bir şarta da bağlı olmadığı halde bu çağda insanlar niye sevgisiz kalıyorlar sizce?


- Yavrum, temiz bir sevginin sunulabilmesi için önce nefsin yenilmesi gerekiyor. Bir insan nefsini aşmadıkça sevgisini gösteremez. Hayatın en önemli iki olayı; sevmek ve sevilmektir. Sevilen varlıklar güzelleşir. Sevgi, Allah’a giden en kısa yoldur. Nerde sevgi, orda Allah! İnsanın imanı büyüdükçe sevgisi de büyür. İman sıfıra giderse sevgi de sıfıra gider. İmanı olmayan iki insanın birbirini sevmesine imkan yok. Nefsaniyetleri zirvede olan insanlar asla anlaşamazlar. Çünkü her ikisi de kendi dediği olsun ister.


Biz toplum olarak sevgi göstermeyi bilmiyoruz. Bizde sevgi göstermek demek şımartmak demek. Aile çocuklarını şımartıyor. Şımarık büyüyen bir kadının, bir erkeğin mutlu olmasına imkân, ihtimal yok. Çünkü onlar ömür boyu herkesten şımartılmayı beklerler. Kadın kocasından, memur amirinden, adam karısından….. Nasıl bir bardak çaya 7-8 şeker atarsak o çay içilmezse, aşırı şımartılan çocuk da topluma zarar verir.


- Efendim, sizin çok tekrarladığınız bir sözünüz var: “Önemli olan olaylar değil, o olaylar karşısında insanın takındığı tavırlardır.” diye. Bu sözü biraz açar mısınız?


- Kafamızın içindeki şüpheleri, tereddütleri çıkarıp atmadıkça huzuru bulamayız. İnsanı deli eden şey yine kendisindedir. Bir durumla karşılaşınca önce nasıl davranacağımız konusunda Allah’tan yardım isteyeceğiz. Bir kadın görüp etkilendiğimiz zaman ona şehvet gözüyle bakmamak için Allah’a sığınıp O’nun yardımını isteyeceğiz. O zaman onu kardeşimiz gibi görürüz.


-“Seni deli eden şey yine sendedir sende” sözünü biraz açar mısınız?


-Ben bu mısraı kırk yıldır düşünüyorum. İnsanlar mutsuzluklarının sebebini hep başkalarında arıyorlar. “Kocam kötüydü görümcem kötüydü, annem, babam kötüydü, kavgalıydı ben onlar yüzünden böyle mutsuz oldum.” diyorlar. Ama bazı insanlar görüyoruz onların kocası da iyi değil, görümcesi de, annesi de, babası da ama mutlular. “Onlardan bana ne,” diyorlar, “ben kendi dünyamı kurdum, pırıl pırıl gül gibi orada yaşıyorum.” Önemli olan da bence burası. Bakıyorsun anne şöyle, baba böyle ama çocuk pırıl pırıl. Biz tutup da kendi mutsuzluklarımızın faturasını başka insanlara kesersek sadece kendimizi aldatmış oluruz.


İnsanı üzen bir çok durumlar da olayları algılayış tarzından ortaya çıkıyor.


Yeni evlenmiştik, hastalanmıştım, doktor rapor verdi. Evde yatıyorum. Rana Danıştay’da. Kalktım, pencereden baktım, çocuklar iki grup olmuşlar top oynuyorlar. Bir taraf mağlup oldu. Takımın kaptanı arkadaşlarını topladı. Diğer taraf galibiyetin tadını çıkaramadan hep bir ağızdan bağırmaya başladılar: “Mağlubuz, mağlubuz, mağlubuz da mağlubuz” diye. Sürekli bağırıyorlardı. Galip taraf onların bu tavrı karşısında suspus oldular, şaşırdılar, sindiler ve sanki yenilen onlarmış gibi dağıldılar. Diğer taraf mağlubiyeti öyle benimsemiş, öyle aldırmamış görünmüştü ki, diğer taraf zaferine sevinecek gücü bulamamıştı.


Bu olayı yıllardır düşünürüm. Bugün de öyle durumlar oluyor ki bazı insanlar bize karayı ak diye yutturmaya kalkıyorlar ve kendilerinden öyle emin bir tavır koyuyorlar ki bazıları onlara inanıyor.


- Sonuç olarak “Biz izin vermedikçe kimse bizi üzemez.” diyebilir miyiz?


- Öyle. Kenan Rıfai Hz. “Kötülük senin sınırına geldiği zaman orada duruyor mu durmuyor mu, önemli olan bu.” diyor. El alem içki içiyorsa bana ne, sapıklık yapıyorsa bana ne?


-Peki diğer olaylara ve insanlara hiç aldırmamak mümkün mü?


-Elden gelen birşey yoksa ne yapabiliriz? Bazıları annem öldü, babam öldü diye ömür boyu yas tutuyorlar. Bu zaten beklenen bir olay. Yapılacak iş “Allah rahmet etsin.” demektir. Bakıyorsunuz bazı devlet meseleleri oluyor, kimsenin umurunda değil. O zaman bizim üzülüp kendi kendimize ağlayıp sızlanmamız ne ifade eder? “Allah sonumuzu hayır etsin.” demekten başka elimizden ne gelir?


-Peki iftiralar, çekememezliklerden hiç etkilenmeyecek mi insan?


-Peygamberimizin emri var: “Haksızlıklar karşısında susan dil, şeytandır.” buyuruyor. O konuda yapabileceğimiz ne ise onu yapacağız, onu söyleyeceğiz. Sonra da işi Allah’a bırakacağız, üzülmeyeceğiz. Bizim gücümüz nedir ki? Hayat zaten sınırlı. Bir şeye takılıp kalınca bu defa da hayatın diğer güzelliklerini kaçırıyoruz.


Adam ne güzel söylemiş: Bir yaz günü bir veli zat bir caminin önünden geçiyormuş. Caminin pencereleri açıkmış, hava çok sıcak. Caminin dışından da sesler duyuluyormuş. Hoca uzun uzun anlatıyormuş, “Yarın ahirette şunlar şunlar sorulacak.” diyormuş. Bir veli zat da oradan geçiyormuş, pencereden başını içeri uzatmış, “Hoca Efendi,” demiş, “Allah o kadar çok şey sormaz. O sadece “Ey kulum! Ben seninleyken sen kiminleydin?” diye sorar. Önemli olan Allah’la beraber olmak yavrum.


Bazı insanlar “Beni kimse sevmedi” diyor. İnsanlar tarafından sevilmek, sayılmak istiyorsan önce sen bir insanla başlayacaksın. Sonra o kişi yavaş yavaş on kişi olacak, yüz kişi olacak, bin kişi olacak... Ben başkalarını seviyorsam, başkaları da beni seviyordur. Çünkü seven, sevilir.


Sait Faik bir hikayesinde “Herşey bir insanı sevmekle başlar.” diyor. O sevmek de nefs için olmayacak, Allah rızası için olacak. “Madem ki onu Allah yarattı, o halde ben onu seviyorum” diyeceksin.


- Efendim, bir insanı çok sevdiği halde onun çok sevdiği bazı kimseleri sevmemek sevgide samimiyetsizlik midir?


- Bu gerçek sevgide olmaz. En basitinden ben Hocam Münir Bey’i tanımadan önce  o kadar tahin sevmezdim. Ama Münir Bey tahine çok önem verirdi. Onu tanıdıktan sonra bende müthiş bir tahin sevgisi başladı. Şimdi hâlâ çok severek yerim.


Sevdiği bir kimsenin sevdiği bazı kimseleri sevmediğini söyleyen kimse o sevmediği kimselerden kendisine gelecek nur ve ışık tecellilerinden kendisini mahrum etmiş olur. Burada işin içine nefsaniyet giriyor. Mesela bir kimseyle arkadaş oluyorsun, birlikte yemeğe gidiyorsunuz. O kimse yemekte öyle bir cümle sarfediyor ki o cümle sana büyük bir hakikatin kapısını açabiliyor. Bunun gibi “Ben onun sevdiği şu kimseyi sevmiyorum.” diyen de belki içinde elli yıldır duran bir ukdenin çözülmesine ve nurun tecellisine kendi eliyle engel oluyor. Bunun örneklerine günlük hayat içinde tanık oluyoruz. Bu küçük gibi görünen çok büyük bir sır. Belki o şahısla tanışmasan son nefesine kadar o ukde çözülmeyecek. O ukdenin çözülmesi o kimsenin ağzından çıkacak bir söze bağlı olabilir.


-Efendim, bir yerde okumuştum. Resulullah Efendimizin patlıcanı çok sevdiğini bildiği halde bir kimsenin yemekte “Ben kabak sevmem.” demesi bile edebe aykırı düşer diye anlatılıyordu.


- Bu da onun gibi. Belki bir hastalığımızın iyileşmesi için kabak yememiz gerekiyordur. “O sevdiği halde ben sevmem.” deyince zararı kendimize oluyor.


-Peki böyle kimseler tavrını değiştirirse?


-Hz. Ömer de Müslüman olmadan önce hışımla Peygamber Efendimizin evine gitmişti ama sonra Müslüman oldu, maç bitti.


- Sevdiğimiz kimselerin sevmediklerini de sevmeyeceğiz o zaman?


-Tabi. Münir Bey derdi ki: “Peygamberimiz aleyhinde konuşanlara düşman olmalıyız.” Peygamber Efendimize hangi durum ve şartlar altında olursak olalım söz söyletmeyeceğiz. Ölüm pahasına da olsa.


- Efendim, velîler niçin gerekli?


- Her sürünün çobanı vardır. Çobansız sürü dağılır. İşte veliler de bizim çobanlarımızdır. Her bir topluluğun kendi içinden evliyası vardır. (Sabri Baba konuyu açmayı uygun bulmuyor.)


Eskiden çocuklar hastalanınca mahalledeki manevi büyüğe götürülürdü. Orada çocuğu iyileştiren o kimsedeki pozitif enerjidir. Bizim sitemizi de aşkla, şevkle okuyanlar da pozitif elektrikle yüklenirler. (Sabri Baba gülüyor:) Fenerbahçe antrenöründe akıl olsa beni maçlardan önce 10 dk futbolcularla sohbet ettirir.


-Efendim, bir gönül dostu anlatmıştı. Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri’ne bir hanım gelir ve çok yaramaz olan torununa nazar etmesini ister. Hazret de “Cuma namazından sonra getir, camide kapının yanında bekleyin, nazar edeyim.” der.  O gün hanım, torunu ve torununun köpeği ile gelirler, kapıda beklerler. Tam hazret çıkarken çocuğun topu kaçar, tabi çocuk da peşinden. O sırada nazar köpeğe isabet eder. O günden sonra köpek öyle uysallaşmış ki hiç havlamamış.


- Yavrum, bir veli isterse eşyayı değiştirebilir, bir insanı görünmez yapabilir.


- Efendim, bir veliyi bilerek veya bilmeyerek incitenlerin durumu nedir?


- Bilmeyerek de olsa incitenlerin işleri bozulabilir. Kısmen hissederek incitenlerin başlarına olaylar gelir. Bile bile incitenlerse felaketlerle karşılaşırlar ve bunların altından ömrü billah kalkamazlar. Ebu Lehep’in azgınlığı üzerine ayet indi: “Elleri kurusun Ebu Leheb’in.” diye. Şimdi kıyamete kadar bu ayet okunacak.


-Bir insana eşya, cemâdat veya hayvanlar tarafından gösterilen davranışlar onun Allah katındaki derecesiyle alâkalı mıdır?


-Evet.


-Efendim, değerli gönül dostu Nermin Hanım geçenlerde anlattı, Fenerbahçe’de size tavır koyan yöneticilerden birisi bir anda hiç sebep yokken taş gibi donakalmış, güç bela kendine gelmiş. Bir diğeri de arka arkaya kazalar geçirmiş. “Psikolojim bozuldu. Acele beni bu görevden alın.” diye yalvarıyormuş.


- Siz, onun korkusu oradan ayrılınca geçecek mi sanıyorsunuz? Ama böyleleri ibret almazlar. Fenerbahçe müdürü Mesut Bey firavunluk yaptı ve belasını buldu. Durun bakalım onun yardımcısı Akbulut düğün mekanındaki süslemeler için yüzde altmış veren varken kendi karısına bu işi Mesut Beyle beraber yüzde onla verdiler. Müessesin kazancına engel oldular. Durun bakalım, daha Mesut Bey’in de, yardımcısı Akbulut’un da başmüdür Üzeyir Bey’in de başlarına ne belalar gelecek. Hepimiz ibrete göreceğiz.


- Efendim, toplumun bu günkü alt üst olmuş değerleriyle geldiği durum hakkında neler söylersiniz. Sizce bir çıkış yolu mümkün mü?


- Dünya tarihinde bizim kadar diniyle, örf adetiyle, güzel sanatlarıyla oynanan bir başka millet yok. Eğer Türkiye bir şahlanış yapabilse, bir silkinebilse bu bütün dünyaya yayılacak, bunu biliyorlar. Onun için bizimle uğraşıyorlar. Ama ben hâlâ ümitliyim. Çünkü aramızda kadın, erkek çok güzel insanlar yaşıyor. Bu ülkenin içinden yetişen güzel insanlar bunu başaracaklar.


-Efendim, değerli gönül dostu Şayan Hanım anlatmıştı. Bir arkadaşı bir gün bir rüya görüyor. Anlattığı ve hatırımızda kaldığı şekliyle: “Karanlık bir gecede gökyüzünde adeta çivi ile açılmış gibi delikler çıkıyor ve oralardan yıldızlar parlamaya başlıyor. Sonra o yıldızlar bir araya gelerek bir Türkiye haritası oluşturuyorlar. Bu haritanın içinde İç Anadolu Bölgesinde üç tane kuyruklu yıldız beliriyor. Bu yıldızlar daha sonra Güneydoğu Anadolu tarafına doğru kayıyorlar. “ Şayan Hanım’la arkadaşı gidiyor bu rüyayı Ahmet Kayhan Hazretleri’ne anlatıyor. Hazret: “El-Hak doğrudur yavrum.” diyerek onaylıyorlar.


- Evet yavrum.


- Efendim, bir de insandaki haya duygusu hakkında neler söylersiniz?


- Haya, insanı Allah’a bağlayan bağdır. Haya duygusu bitmişse o bir daha geri gelmez. Kadın genelevde çalışıyor olabilir ama onların da bazısı gece yarısından sonra sabaha kadar namaz kılar, af dilerler. Onlarda haya duygusu yine de ölmemiştir.


Bazen Hızır AS da bir hayat adını suretinde gelerek bizi imtihan edebilir. Rahmetli Münir Bey’in bir sözü vardı: “Allah dostları bin bir şekil ve kisve altında gizlidir.” derdi. Kimde ne olduğu hiç belli olmaz.


Çok yaşlı bir hanım vardı. Evliyadan idi. Ziyaretine gidildi.  “Efendim,” dediler, “siz nasıl velayet makamına erdiniz?” Zor işitiyordu, “Efendiiiim, yavrum? Velayet makamı ne demek ki?” dedi. Bilmiyordu kendisinin velî olduğunu. Allah dostları bazen kendilerinin de velâyet makamında olduklarını bilmezler.


Bize düşen görev içimizde kimseye karşı kin, nefret duyguları beslememek. Bir insanı eleştirirken, kınarken onu o davranışa iten sebepleri bilmiyoruz ki. Mesela kravat takmış, hiç uymamış. Ama ne biliyoruz, belki tek kravatı o.


- Efendim, bir ekonomik kriz lafıdır gidiyor. Sizce bir insan şartlar ne olursa olsun rızkını nasıl artırabilir?


- Allah’a ve Peygambere daha çok bağlanarak. “Kriz var, bana müşteri gelmez” dememeli. Diş ağrısı kriz dinlemez. Birileri gidecek bakkaldan eksiklerini alacak, birileri gidecek karnını doyuracak. Biz işimizi en güzel, en mükemmel şekilde yapacağız. O zaman müşteri gelir.


Ben ne yiyorsam işçime de onu yediririm. Benim rızkım ne kadarsa onu işçilerimle bölüşürüm. Ben işten adam çıkaranlara karşıyım. İnsanın rızkını Allah verir.


Japonlar maddi gelirleri ne olursa olsun her ayı birkaç kuruş da olsa tasarrufla kapatırlar. Mesele bu terbiyeyi almak.


- Efendim, size bir konuda danışıldığında siz gerekli olanları söylüyor ama yapılmasında ısrar etmiyorsunuz. Kimi oluyor bir konuda fikir verildiğinde onu uzun süre bekletiyor, bazısı ise hemen uyguluyor. Ama sonuçta en iyi neticeye onlar ulaşıyorlar.


- Evet, mesela Azize Anne’ye siz bir çorba tarifi verseniz onu hemen uygulamaya başlardı. Ancak akıllı, ileri görüşlü kimseler kendilerine verilen anahtarla hemen uygulamaya geçiyorlar. Ama bir insana bir şey ancak bir kere söylenir. Talih kuşu insanın kapısına hayatında sadece bir kere konar. Kıymetini bilebilirse ne âlâ. Birine bir şey söylediğiniz zaman bakarsınız dinlemiyorsa, bir daha söylenmez. Bizim görevimiz insanlar ne düşünürse düşünsün doğruları söylemek, anlatmak. Ama karşı taraf dinler, dinlemez, uygular, uygulamaz o kendi bileceği iş.


- Efendim, inşallah her cümlesinde büyük hayat tecrübeleri ve ibretler olan sohbetlerinizden ve uyarılarınızdan gereken dersleri çıkarabilmek ve onları hayatımıza en güzel şekilde uygulayabilmek hepimize nasibolur. Siz başlı başına bir üniversitesiniz. Bir gönül dostu “Gerçek hayat üniversitesi: Sabri Bey ve internet sitesi.” demişti. Bizler de bu üniversitenin birer öğrencisi olarak hayat tecrübelerinizi bizlerle gönülden paylaştığınız için size sonsuz teşekkürler ediyor, hürmet ve sevgilerimizi sunuyoruz.


Sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler dileğiyle efendim...


 


...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]