Çok Değerli Büyüğümüz ve Sevgili Dostlar,
Yüce Rabbimiz, Yusuf Suresi 52. Ayetinde “Gerçekten Allah hainlerin hilesini başarıya ulaştırmaz.” Buyuruyor. İnşallah bu rahmet dolu Cuma gününün ülkemizin birlik ve dirliğine vesile olacak tecellilerle gelmiş olması niyazıyla sizleri selamlıyor, hayırlı günler, hayırlı çalışmalar, huzur ve mutluluk dolu sonsuz güzellikte zamanlar diliyorum.
Hoşçakalın...
Çiğdem Seçkin Gürel
Yıllarca önceydi. İstanbul’da, Göztepe’de Sahrayı Cedid’de bir Hayri Öğüt Babamız vardı. Dünya güzeli bir insandı. Bir insan bakışı ancak bu kadar güzel, temiz, nezih ve etkileyici olabilirdi. Kış günü bile insanın içini ısıtırdı. Birden dünyanız değişirdi. Çevreniz inanılmaz güzellikte renklerle, ışıklarla, güllerle dolardı. Siz de o zaman Faruk Nafız gibi,
“Gülmezse yüzün bahçelerin kalbi kan ağlar
Güllerle dolar, görse gülerken seni dağlar”
derdiniz. Nice yılar geçti aradan ama halâ o bakışlar, yalnızlığımda, garipliğimde, kimsesizliğimde ışıklar serpiyor gönlüme, elimden tutuyor, bana dost, bana arkadaş, bana yâr oluyor. İşte Paşa Dede, edep, zarafet, incelik, kibarlık kavramlarına, yepyeni anlamlar katan dünya güzeli insan. Onun yanında zaman dururdu. Onun yanında sonsuzluğu teneffüs ederdiniz. Onun yanında gökyüzü daha mavi, ağaçlar daha yeşildi. Tepeden tırnağa bir sevgi bütün benliğimizi kaplardı. İşte Ömer Efendi Hoca, gülüşü, sabahın ilk ışıkları gibiydi. İnsana huzur veren, güzellik veren. Abdest alırken bakmaya doyamazdım. O başlı başına bir estetik olaydı, seyrine doyum olmazdı. Ona bakarken kalbinizin en derin köşelerinde, bir titreşim olurdu, ürperirdiniz. İçliğinin kolun kıvırışındaki, abdest alışındaki güzelliği, incelik ve zarafeti hiç ama hiç unutamıyorum. Sanki o an yaşayan, maddi varlığı olan, beden sahibi bir insan değildi. Beyaz bulutların arasından süzülüp gelen bir melekti sanki. Allah nasip etti gönül aleminin niceleriyle görüşmek kısmet oldu. Ellerinden öpmek, sohbetlerinde bulunmak, o inanılmaz güzellikteki manevi havayı solumak nasip olduğu için Yüce Rabbime her an şükrediyorum. Necip Fazıl’ın tabiriyle; “Ölçüden, ahenkten daha güzel olanlar, mânâ yolunun büyükleri, bastıkları yerde ebedi hasat olanlar” daha ilk görüşmenizde gönlünüzdeki bütün negatifleri yuyup yıkayanlar, hayatın özü, varoluşun en güzel çiçekleri değil miydiler? Hayat onlarla güzeldi. Yaşamak onlarla anlamlıydı. İnsanı, “İçinde kendisi olmayan, sensiz bir aleme götürüyorlardı.” Hepsinin ayrı ayrı özellikleri olmasına karşın ortak noktaları edepti, incelikti, saygı, sevgi, hoşgörü, tevazu, sabır, kanaat ve şükürdü. Onlar dikeni olmayan gül gibiydiler. Onlar yeryüzünün en güzel yıldızlarıydılar. Geceler onlarla aydınlanıyor, gündüzler onlarla ışıyordu. O güzeller güzeli insanların hiçbiri ne Oxford’da ne Cambridge’de ne Sorbon’da okumuşlardı. Onlar edep, haya incelik ve irfan okulundan mezun olmuşlardı. Onlar, “Sevmek devam eden en güzel huyum”, diyenlerdi. Bana göre gerçek kültür o irfana, o inceliğe, o edep, haya ve zarafete ulaşabilmekti.
Günümüze bakıyoruz radyolarda, televizyonlarda sözüm ona dini konuşmalar yapılıyor, daha doğrusu din maske edilerek bir çok insan ruhlarının gizli köşelerinde çöreklenmiş nadanlıkları, kabalıkları, çirkinlikleri, pislikleri sergiliyorlar. Sade bakışları bile, hassas, ince, zarif bir insanı ürpertmeye yetiyor, ürkütüyor onları. O hiçbir sevginin, hiçbir saygının, edebin, inceliğin, olmadığı bakışlar insan ruhunda bir kış rüzgarı gibi esiyor, üşütüyor insanı, ürpertiyor. Aklınıza Mehmet Akif merhumun o meşhur mısrası geliyor:
“Nazarlardan taşan mana ibadullahı istihkar”
Ses tonları ayrı bir alem, bir tokat gibi patlıyor yüzümüzde ister istemez. Mevlana’yı hatırlıyorsunuz, mübarek sultan ne güzel buyuruyor: “Kibir ve gurur, söz söylerken insanda sarımsak gibi kokar”.
(...devam edecek)
SABRİ TANDOĞAN
31 Ocak 1998 Cumartesi
YENİ MESAJ GAZETESİ